Platon Düşüncesinde Tekhne: Sanat ve Felsefenin Ortak Kökeni
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin Tezgâhtakiler toplantılarının Ekim ayındaki ilk konuğu Oğuz Haşlakoğlu idi. Kendisini yeni çıkan; Platon Düşüncesinde Tekhne: Sanat ve Felsefenin Ortak Kökeni adlı kitap çalışması vesilesiyle dinledik.
Konuğumuz öncelikle kitabın yayınlanma hikâyesini bizlerle kısaca paylaştı. Ardından kitabın genel tezleriyle ilgili değerlendirmeler yaptı.
Sunumunu dinlediğimiz çalışma, aslında yazarın 1999 yılında yayınlanan İngilizce yüksek lisans tezinin kitaplaşmış hâlidir. Fakat eser, bir tezin kitaplaşmasından da farklı bir seyir izlemiştir. Haşlakoğlu bu seyri şöyle ifade etti: “Tezi, esasen İngilizce yazmam gerekirken İngilizce yazmadım. O dönemde danışmanım, bana bu tezi ancak Türkçe düşünerek yazabileceğimi söyledi. Türkçesini yazıp bitirdiğimde ise, bunu İngilizceye çevirmemin mümkün olmadığı gördüm ve İngilizcesini tekrardan ayrı olarak yazdım ve bunun neticesinde felsefenin ne olduğunu anlamamı sağlayan dönüşüm içine girmiş oldum.” Haşlakoğlu, sadece kendi anadilini kullanarak düşünebileceğini fark etmesinin bu sürecin yegâne ürünü olduğunu söyledi. Platon’la ilgili, süreç içerisinde literatür takibinin sonucunda, kendi tezinde yaptığı Platon okumasının, iki bin beşyüz yıllık Platon literatüründe bulunmadığını gören konuşmacı, böylece tezinin yayınlanmasının önemli ve gerekli olduğuna karar kılmış.
Kitabın yöntemi, bugüne kadarki literatürde rastlanan genel eğilim olarak dönemsel sınıflamanın dışına çıkmaya çalışma çabasında yoğunlaşmaktadır. Zira konuşmacı, dönemsel sınıflamasına dayalı bu yöntemin kendi içinde problemli olmasa da diyalogların anlaşılmasına dönük birtakım problemleri beraberinde getirdiğini söylemektedir. Kitabın Platon literatürüne getirdiği yöntemsel eleştiriyi bu şekilde ifade edebiliriz.
Bu eleştiriyi takiben yazarın Platon’u okumaya dönük bir kriter uyguladığına şahit olmaktayız. Bunun philosophianın kendisinden Platon’un ne anladığı ile Platon’a dair literatürde nasıl anlaşıldığıyla ilgili radikal bir farklılığın ortaya çıkması olarak niteleyen Haşlakoğlu, philosophianın Platon’da hiçbir şekilde metin üzerinden yürütülen bir faaliyet olarak anlaşılmadığını söyledi. Platon’un kendisinin de bunu ifade ettiğini söyledi: “Philosophia, üzerine yazı yazarak anlaşılabilecek bir olgu olsaydı bunu bizatihi yapardım.” diyor Mektuplar’da. Bunun daha önceki literatürde görülememesinin sebebini ise araştırmacıların hep aynı patikadan gitmiş olmalarına bağlayan konuşmacı, bunun aldıkları eğitim formatının etkisi olduğunu ifade etti.
Bu noktadan sonra Haşlakoğlu konuşmasına, philosophianın metin üzerinden muhakeme ile mümkün değilse nasıl olacağı ve nasıl anlaşılacağı ile ilgili değerlendirmelerle devam etti.
“Platon diyor ki bu yazdıklarım bana ait değil, bunlar Sokrates’in her an taze güzel sözleridir. Yazı meselesi en fazla oyun olarak alınabilir.” Haşlakoğlu bunun üzerine Diyaloglar’dan philosophia meselesini nasıl anlayacağımızı sorgulayarak sözü kriter meselesine getiriyor. Eğer felsefe metin üzerinden mümkün değilse bizim Diyaloglar karşısında sahnenin karşısındaki seyirci gibi olduğumuzu söylüyor. Haşlakoğlu tam burada üç aşamalı bir durumun belirdiğini söyledi. Birincisi sophos, hakîm/ bilgedir. İkinci düzlem, philosophos; filozof, sophia ile hemhâldır ama onu tümüyle kavramış değildir. Üçüncü düzlem ise philosophos öncesine ait olandır; zincirlerini kırmaya müsait, yani zincirlerini kırabilmek için sophosla sohbet hâlinde olan. Haşlakoğlu bunu anlayabilmek için Sokrates’in nasıl öldüğüne de bakmak gerektiğini söyledi. O, Agora’da şehrin gençleriyle sohbet halindeydi. Sokrates sohbetlerde gençleri kötü yola düşürdüğü için öldürüldü. Bu gençler ise sıradan kişiler değildi. Aksine, aristokrat ailelerin çocuklarıydı, yani geleceğin yönetici adaylarıydırlar. Bu sebeple bunun aslında büyük bir kavga olduğunu dile getirdi.
Haşlakoğlu, philosophosun ne olduğunu anlatabilmek için Platon’un kullandığı sahne metaforunu gündeme getirir. Biz diyaloglarda bir sahneyi seyrediyoruz ve bu sahnede olan biten her şeyi biz, muhataplık düzeyimiz itibariyle kabul edebiliriz. Platon, Philosophia’yı nasıl tanımlayacak? Yazar, Platon’un bunu “dönerek bir yükselme ve görme faaliyeti olarak anla[dığını]” ifade etti. Platon’un dönme ile kastının periagogia olduğunu söyledi. Bu dönme de psukhenin dönmesidir. Dönen şeyin kendisi psukhe yani nefstir. Demek ki psukhenin kendisinin dönüşü ile ilgilidir periagogia. Platon’da eğitim yani paideia tam olarak philosophiadır. Onda eğitim denilen şey erdemler itibariyle hakikate temas etmenizdir. Peki psukhe dönerken nereden nereye geliyor? Haşlakoğlu’nın dediğine göre psukhe dönerken bir sahne değiştiriyor. Konuşmacının değindiği bir diğer önemli kavram ise periakteon: “Bu kelime Yunan tiyatrolarındaki bir araç tasarımına verilen addır. Prizmatik üç tane çokgen var. Bunların üzerinde uç kesiminde sahne resmi var. Hep birlikte değişince sahne resmi yani sahne değişiyor. Platon bunu alıyor, fiil olarak kullanıyor bir defaya mahsus. Bunun yapılmasının kendisi bile başlı başına ipucu. Şimdi demek ki psukhenin dönmesi, sahne değiştirmedir.”
Haşlakoğlu buradan yola çıkarak philosophia tanımının ne olduğu sorusuna gelmektedir. Bu sorunun cevabını ise, philosophia bir tekhnedir diyerek verir.
Sunumun son bölümünde, tekhnenin bir meydana getirme faaliyeti oluşu üzerinde durulmuştur. Örneğin matematik yapan da ayakkabı yapan da heykel yapan da aslında tekhne yapar. Tekhne yapan bilgi içerir. Eski Yunan’da bir sanat eseri ortaya koymak, ne yaptığını bilmeyi gerektirdiği için, tekhne doğrudan episteme içerir. Philosophianın kendisi bir tekhnedir ama sophosun tekhnesidir. O halde philosophianın neden metin üzerinden muhakeme ile mümkün olmadığı da anlaşılmış olmaktadır. Platon, dönme bağlamı için mağara istiaresini kullanır ama yükselme için epistemeyi kullanır. Platon’da ontoloji tecrübidir. Bu yeterlidir Platon’un ne kastettiğini anlamak için. Philosophia ile olan ilişkiyi belirleyen pathos Eros’tur. Philosophos ile sophos arasındaki ilişki Eros ilişkisidir. Dolayısıyla filozof tutulmuştur yani meczuptur.
Dinleyicilerin soru ve katkıları ile devam eden konuşma, oldukça farklı bir Platon okumasıyla karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Platon’un philosophostan ne anladığı ve bunun ancak Eros’la girilecek ilişkinin anlaşılması ile görülebileceği noktasındaki açılımı hayli dikkat çekicidir. Hem yöntemsel olarak hem de literatüre getirdiği yeni okuma biçimi açısından eser, bu konudaki yeni tartışma ve çalışmaların önünü açmaya namzet görünmektedir.