Türkiye’de Yayıncılık Alanının Dönüşümü
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler toplantı serisinin Ekim ayındaki ikinci konuşmacısı Mehmet Erken’di. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde tamamladığı yüksek lisans tezinden hareketle gerçekleştirdiği sunumda Erken, Türkiye’de yayıncılığın geçirdiği dönüşümü Bourdieu’nün teorik araçları yardımı ile açıklamaya çalıştı.
Tezinin temel ilgi odağı olan seksen sonrasındaki sürece odaklanmadan önce Erken, yayıncılık alanının tarihsel gelişim sürecini anlattı. Matbaanın devletin etkisi neticesinde İbrahim Müteferrika tarafından Osmanlı’ya girmesiyle oluşmaya başlayan yayıncılık, temel olarak 18. yüzyılın ikinci yarısında yaygınlık kazanabilmiştir. Matbuatın gelişmesinin ardındaki temel dinamik, üretim araçlarının kapasite hacminin artmasıdır. Üretim araçlarında yaşanan her devrimci gelişim, matbuat dünyasındaki üretim ilişkilerinden toplumsal ilişkilere kadar bütün ilişki sistemini altüst etmiştir. Matbaacılıkta 19. yüzyılda önemli atılımlar yaşanmıştır. Litografyanın icadıyla birlikte matbaa zanaatkâr niteliğinden çıkarak endüstrileşmiştir. Matbuat da bununla birlikte piyasalaşmıştır.
Erken, “matbuat dünyası” ifadesiyle en genel olarak matbaada basılan malzemeler ve onun etrafında oluşan ilişkiler sistemini kastettiğini söyledi. Belki de bunun en önemli sonucu basın ve yayının içsel ilişkisidir. Merkezinde basının olduğu matbuat dünyası, basın alanında yaşanan değişimlerden derinden etkilenmiştir. İlk zamanlardan 1980’lere kadar matbuat dünyasının genel yapısal özelliği yayıncı, dağıtımcı ve kitapçıların tekelleşmesidir. Cağaloğlu ve Bâb-ı Âli’de mukim olan bu yapı, matbuatla ilgili herkesi kapsayan bir dünya oluşturmuştur. İlk dönemlerde yazar ve okuyucu da dâhil olmak üzere yayıncılık alanı belli mekânlarda gelişim göstermiştir. Ayrıca matbuat dünyasında en önemli aktör devlettir; hatta denilebilir ki devlet, alandaki en büyük oyuncudur. Cumhuriyet’le birlikte devletin stratejik yönelimleri yayıncılık sektörünü de yakından etkilemiştir. Harf inkılâbı bunun en önemli enstrümanıdır. O dönemde piyasadaki en büyük yayınevleri, devletin desteğiyle kurulan yayınevleridir. Remzi ve İnkılâp Yayınları bu yayınevlerinin iki önemli örneğidir. 1950 sonrasında ise sosyo-politik canlanmaya bağlı olarak matbuat dünyası da gelişmiş, farklılaşmış ve çeşitlenmiştir. Çok satan serisi bu dönemde Türkçe okurla buluşmaya başlamıştır. Bedir, Altın, Tekin gibi farklı tandanslarda pek çok yayınevi bu dönemde kurulmuştur. İlgili dönemde gerek popüler yayınlar gerekse politik yayınlar büyük oranlara yükselmiştir. 1950-75 yılları arasında yayınlanan başlık sayısında çok büyük bir artış söz konusu olmakla birlikte, 1975-80 arasında ise politik süreçlerin keskinleşmesiyle yayınlarda ciddi bir düşüş gözlemlemek mümkündür. Bu dönemin önemli bir diğer karakteristiği ise önemli gazetelerin yayınevi kurmalarıdır. Cumhuriyet, Milliyet, Tercüman gibi gazetelerin kurduğu yayınevleriyle yayının kitleselleşmesi daha da artmıştır.
Erken’in belirttiğine göre 1980 öncesinde yayınevleri aynı zamanda sosyal buluşma mekânları olarak da öne çıkmaktadırlar. Yayınevi etrafında oluşmuş kültür dünyası, seksen öncesinin tipik niteliğidir. Dağıtımcı, kitapçı, yazar, yayıncı, okur; her biri matbuat dünyasının asli unsurlarıdır. Erken’e göre bu yapı, seksen sonrasında iki temel dinamiğe bağlı olarak bir kırılma geçirmiştir. Bu dinamiklerden biri, devletin baskılarıdır. 12 Eylül sonrasında devletin uygulamaları yayınevlerinin kapatılmasına ve kitaba dair olumsuz bir atmosferin oluşmasına katkı sunmuştur. Ancak üretimin mantığını değiştiren asıl neden, artan baskı rejimi olmamıştır. En temel etken, üretim araçlarında yaşanan gelişmedir: Ofset baskı yöntemi ve bilgisayarın üretim sürecine dâhil olması. Masaüstü yayıncılık denen yayıncılık türü bu dönemde ortaya çıkmıştır. Litografya döneminden kalma hurufat sistemi ofset baskıyla değişmiştir. Üretim sürecinde yaşanan gelişmeler mesleki yapıyı derinden sarsmış ve klasik dönemin “dizgicilik”, “mizanpajcılık” gibi pek çok iş kolu ortadan kalkmıştır. Üretimin bu yönde gelişmesi ve piyasa güçlerinin daha da büyümesiyle birlikte, yeni aktörlerin ortaya çıkması tetiklenmiştir. Metaların dolaşımı başlı başına bir sektöre dönüşmüş ve klasik dönemin tekelleri kırılmıştır. Dağıtımcı, kitapçı ve yayıncı üç ayrı iş kolu hâline gelmiştir. Büyük dağıtımcılar 1980 seksen sonrasında ortaya çıkmaya başlamıştır. Kitabevleri olgusu da bu dönemin bir diğer önemli gelişmesidir. Pandora ve Mefisto gibi önemli kitabevleri bu süreçte açılmıştır. Basının mekânsal değişiklikleri de Cağaloğlu’ndaki matbuat dünyasını temelden sarsmıştır. Önceki dönemin belli mekânlarda cisimleşmiş ve görece daha cemaatsel üretim ve tüketim ilişkileri, yeni dönemde piyasalaşmış ve toplumsallaşmıştır. Piyasalaşmanın önemli bir diğer göstergesi de kitap fuarlarıdır. Erken, 1980 sonrasının bütün bu gelişmelerinin hâlen içinde olduğumuz yayıncılık tipinin oluşumuna kaynaklık ettiğini söyledi. Piyasanın genişlemesi ve aktörlerin çoğalması rekabetin derinleşmesine, bu ise yayınevlerinin yeni stratejiler geliştirmesine neden olmuştur. Yayınevleri yeni trendler oluşturmaya başlamışlardır. Çok satan yazarlar çağı başlamıştır; Orhan Pamuk, Ayşe Kulin, Elif Şafak, İskender Pala gibi isimler olarak öne çıkarılmıştır. Gazetelerin kitap ekleri de önemli bir diğer enstrümandır. İlgili dönemde, Doğan Holding en kurumsal ve rasyonel örgütlenmeyi temsil etmektedir. Doğan Holding; Doğan Kitap, D&R ve Radikal Kitap ekiyle piyasanın en güçlü aktörüdür.
Son dönemde internetin üretim sürecine dâhil olmasıyla başlayan internetten satış dönemi matbuat dünyasını temelden sarsmıştır. O nedenle pek çok iş kolu yokolmanın eşiğindedir. Giderek genişleyen dijitalleşme süreci bizleri giderek matbuatın kıyısına getirmektedir. Matbuat dünyasının sosyolojik analizinden ziyade tarihsel betimlemesini tatminkâr bir şekilde gerçekleştiren Erken, tezinin en zayıf noktasının ampirik malzeme ile teorik çerçeve arasındaki rabıtanın gerektiği gibi kurulamaması olduğunu belirterek bir özeleştiriyle sözlerini noktaladı.