Avrupa’dan Başka Bir Dünya: Jan Potocki’nin Anlatımında Doğu (1784)
BİSAV Türkiye Araştırmaları Merkezi’nce düzenlenen ve bu seneki oturumlarını seyahatnamelere hasreden Tarih Okumaları toplantıları çerçevesinde ikinci seyahatname sunumunu, Osmanlı Lehistan ilişkileri üzerine yapmış olduğu çalışmalarıyla tanınan İstanbul Üniversitesi Leh Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hacer Topaktaş’tan dinledik. “Avrupa’dan Başka Bir Dünya: Jan Potocki’nin Anlatımında Doğu (1784)” adını verdiği sunumunda Topaktaş, Jan Potocki’nin 1788 yılında, Varşova’da önce Fransızcası (Voyage en Turquie et en Egypte fait en l’annee 1784) ve ardından da 1789 yılında ise Lehçesi yayımlanan (Podróż do Turcji i Egiptu) isimli eserini tanıtıcı ve değerlendirici mahiyette bir sunum gerçekleştirdi.
Öncelikli olarak günümüzde aralarında çok uzak mesafeler bulunan Türkiye ve Polonya’nın, bundan bir kaç yüz yıl öncesinde sınır komşuları olduğunu vurgulayan Topaktaş bu sayede elçi ve diplomatların, maceraperestlerin, seyyahların, hacıların, tüccarların ve bilim insanlarının Osmanlı ülkesini sıklıkla ziyaret edebildiklerini ifade etmiştir. Bunun bir neticesi olarak, Polonyalılar tarafından çok sayıda seyahatname/sefaretname özelliği gösteren eser kaleme alınmıştır. Aralarında Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi (yay. Hrand Andreasyan, İstanbul, 1964), Edward Raczynski’nin İstanbul’dan Çanakkale’ye Seyahat (İstanbul, 1980) ve Michal Czajkowski’nin Mehmed Sadık Paşa’nın Osmanlı Anıları kitaplarının (İstanbul, 2016) bulunduğu sınırlı sayıdaki eser Türkçeye kazandırılmıştır. Özellikle 19. yüzyılda sayılarında büyük artış yaşanan bu özellikteki çok sayıda eserin Türkçeye çevrilmeyi beklediği, bir kısmının ise hâlâ orijinal dillerinde dahi yeni edisyonlarının yapılmadığı Topaktaş tarafından ifade edilmiştir.
Potocki’nin anlatısını değerlendirmeye geçmeden önce Topaktaş tarafından seyahatnameler okunurken, bunların öznel anlatılar olmaları hasebiyle seyyahların kimliklerinin, seyahat amaçlarının ve mesleklerinin belirleyici olduğunun unutulmaması gerektiği hatırlatılmış; seyyahların kaleme aldıkları eserlerinde her zaman doğruları yansıtmadıkları ve eserlerinde abartılı anlatımları tercih edebildikleri ifade edilmiştir. Seyyahların özellikle kendi kültürlerinde olmayan ve kendilerine farklı gelen hususlara dikkat çektikleri belirtilmiştir. Topaktaş’a göre, seyyahlar, seyahatlerinden önce, gidecekleri bölgeye dair bilgilenmeye çalışmışlar ve gidecekleri yere dair daha önce kaleme alınan eserleri okumuşlardır. Böylece, zaman zaman eserlerinde, kendi gözlemlerinin yanı sıra önceki anlatıların da belirleyiciliği olabilmektedir.
Topaktaş, müellifin kısa bir biyografisini sunmuştur: Buna göre Potocki, hikaye ve drama yazarı, seyyah, politikacı, tarihçi, etnolog, yayıncı, Polonya’nın ilk arkeoloğu, eski dönem Slavistik araştırmacısı, mühendis (Polonya’da balonla uçan ilk kişi) gibi çok yönlü bir kimlik arz eder. Lozan ve Cenevre’de iyi bir eğitim almıştır. Osmanlı topraklarına yönelik seyahatinin yanı sıra Hollanda, İngiltere, Almanya, Malta, Sicilya, Rusya, Sibirya, Moğolistan, İspanya, Tunus, Fas ve Kafkaslara da seyahatlerde bulunmuştur. Polonya’nın ilk taksiminden sonra Rus tebaası olan Potocki, Çin’e büyükelçi olarak atanan Yuri Golovkin’in heyeti ile birlikte Çin’e doğru seyahate başlamış, fakat Çin’in büyükelçiyi kabul etmemesi üzerine geri dönmek zorunda kalmıştır. 1815 yılında ise, yakalandığı melankoli hastalığı dolayısıyla intihar edecektir. Kaleme almış olduğu eserlerinden iki tanesi Türkçeye Zaragoza’da Bulunmuş El Yazması ve Hafız’ın Yolculuğu adları ile çevrilecektir.
Potocki, henüz 23 yaşındayken İstanbul ve Mısır yolculuğuna başlayacaktır. Kerson’dan denizyolu ile çıktığı yolculuğundan ilk durağı İstanbul olmuş; burada iki ay kadar ikamet ettikten sonra bir Fransız gemisi ile önce Mısır’a, ardından da Venedik’e geçmiştir Seyahat izlenimleri annesine yazmış olduğu 20 adet mektubun derlenmesi neticesinde bir kitap hüviyetine bürünmüştür. Topaktaş, bu mektupların yazılış biçiminden, daha sonra neşredilmek üzere kaleme alındıkları sonucuna vardığını ifade etmiştir.
Topaktaş, konuşmasına, seyahatnamede anlatılan detaylar üzerinden devam etmiştir. Potocki’nin gemisi, zorlu bir seyahatin ardından İstanbul’a ulaşır. Şehirdeki ilk durağı Büyükdere olacaktır. İstanbul’a girerken karşılaştığı İstanbul manzarası onu çok etkileyecek ve “hiç bir anlatı onun güzelliğini tarif edemez” diye bir ifade kullanacaktır. Lakin Osmanlıların Grek mirasına sahip çıkmadıklarından şikayet edecektir. Bu tarz şikayetler belki de, bu dönemde Rusya merkezli formüle edilmekte olan “Grek Projesi”nin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, Topaktaş, Potocki’nin Türklerin övülecek yanlarını ifade etmekten çekinmediğini ve 19. yüzyıl seyyahlarında sıkça görülen Doğu’nun kültürünü küçümseyici ve garipseyici ifadelerin Potocki’de yer almadığını belirtecektir.
Potocki, İstanbul’un sosyal ve kültürel hayatına dair anekdotlara eserinde sıklıkla yer verir. İstanbul’un eğlence hayatından bahsederken Müslümanların “Yeni Peygamber”in yasaklarına uymadığını ifade edecektir. İstanbul’un “arka sokaklarına” da değinen Potocki kahvehaneler, meyhaneler ve genelevlerden bahisle İstanbul’un yazılmayan tarihine dair önemli veriler sunmuştur. Dokuzuncu mektubunda Mevlevi dervişlerinden bahsetmiştir; burada kadınların da şarkılara iştiraki meselesi önemli bir detay olarak ortaya çıkar. Potocki, kadın sesinin kalbi neşelendirdiği kanaatindedir. Başka bir sefer ise, Üsküdar’da Rıfai dervişlerini görmeye gidecek, gördükleri karşısında oldukça etkilenecektir. Topaktaş bu durumu, Potocki’nin İslam’la tanışmak hususundaki arzusu olarak yorumlayacaktır.
Topaktaş, Potocki’nin İstanbulluların doğaya ve sokak hayvanlarına olan saygısından çok etkilendiğini ve buna annesine yazdığı mektuplarda yer verdiğini ve Potocki’nin, “kedi ve köpekler insanların cömertliklerinden faydalanıyor. Güvercin ve martılar çatılarda yaşıyor. Kuşların yuvalarına çocuklar dahi hürmet ediyor. İnsanlar ile hayvanlar arasındaki güven bambaşka. Yine Türklerin ağaçlara nasıl saygı duyduğunu bilirsin diyor. Ağaç kesmek en büyük suç. Pek çok yerde ağaç dikimi görmüştür. Dalları uzayanları duvar taşımıyorsa da dikkatlice kesiyorlar. Yaşlı ağaçların da dalları kesilip gövde ve kökleri bırakılıyor.” ifadelerinde bunu net bir biçimde görüldüğünü belirtecektir.
Topaktaş, sunumun ikinci kısmında ise, Potocki’nin Mısır yolculuğu ve Mısır’daki ikametine değinir. Potocki, Mısır’a yolculuğu sırasında Truva’nın olduğu yeri gördüğünü belirtir. Bu anekdot da, yukarıda bahsettiğim, eski Yunan kültürüne olan dönemsel ilginin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Nitekim Topaktaş da, eserin 1821 yılında yeniden basılmış olması ile bu dönemde Yunan İsyanı’nın çıkmış olması arasında bir ilinti kuracaktır. Buna karşın, Potocki’nin Mısır’a dair gözlemleri pek olumlu değildir; Topaktaş bunu Potocki’nin seyahati esnasında şiddetli bir biçimde hastalanması ve Mısır ikametinin büyük kısmında bu hastalıkla boğuşması ile ilgili olduğunu yazacaktır. Ayrıca, Potocki’nin yazdıklarından Mısır’daki sosyal hayatın dışında piramitlere de özel ilgi gösterdiği anlaşılmaktadır.
Sonuç kısmında Topaktaş, Potocki’nin diğer Polonyalı seyyahlardan Doğu’ya yaklaşımı itibariyle büyük ölçüde ayrıldığını ifade edecektir. Potocki, Doğu’nun temsilcisi olarak gördüğü Osmanlı Devleti’nin kültürünü yok sayıcı değil, anlamaya yönelik bir tavır sergileyecektir. Düşmanca tavır ve ifadelerden mümkün olduğunca uzak duracaktır. Kültürel farklılıkları yadsımayacak, sadece her toplumun gerçeği olarak görebileceğimiz etik dışı hallerden şikayetçi olacaktır. Topaktaş, ayrıca Potocki’nin İstanbul ile Mısır’a ilişkin yaklaşımlarının da bir mukayesesini yapmıştır. Potocki’nin İstanbul’daki ikametine dair pozitif ifadelerinin aksine, Mısır’ı tavsifi esnasında hastalık ve güvenlik sorunu gibi gerekçelerle daha negatif ifadeler kullandığını belirtecektir.