Eşitlikçi Anarşilerden İyilikçi Hiyerarşilere: Farklı Uluslararası Düzen Modelleri
Özel Etkinlik toplantı dizisi çerçevesinde Şubat ayında Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Hayriye Asena Demirer’i misafir ettik. Demirer uluslararası düzen modelleri ve yaklaşımlarını eleştirel bir değerlendirmeye tâbi tutan bir sunumla kendi “iyilikçi hiyerarşi” (benevolent hierarchy) yaklaşımını serimledi.
Herhangi bir uluslararası ilişkiler dergisini açtığımızda birçok tartışmanın ‘anarşi’ ve ‘hiyerarşi’ kavramları etrafında döndüğünü fark ederiz. Bu kavramlara dayanan yahut bu kavramların farklı izdüşümlerini kullanan teorik yaklaşımlar esasen egemenlik nosyonu üzerinden hararetli bir tartışma yürütürler. Güçlü aktörün devletler olduğu uluslararası siyaset arenasında, eşit olmayan aktörler arasında eşit bir ilişki varmış gibi tanımlamak mevcut eşitsizliği ortadan kaldırmadığı için öncelikle eşit bir ilişki biçimi değil, hiyerarşik bir ilişki biçimi olduğu gerçeğini itiraf etmemiz gerekmektedir. Egemen devletler arasında formel/yasal bir eşitlik olmasına rağmen uygulamada güç dağılımının farklılığından kaynaklanan bir eşitsizlik var. Demirer mevcut uluslararası düzenin dayandığı ilişki biçiminin “hiyerarşik” olduğu kabulünden yola çıktığını belirterek şöyle devam etti: “Hiyerarşik ilişkiler karşılıklı bir yarara dayanan simbiyotik bir ilişki biçimi üretiyor ve bu ilişki, basitçe devletlerin maddi hesaplarına indirgenemez. Ayrıca bu ilişki biçimi belli oranda iş birliğini mümkün kılabilir.”
Pekâlâ, bu hiyerarşik ve karşılıklı yarara dayanan ilişki çatışma ihtimalini tamamen dışlayan bir şey mi? Demirer’in bu soruya cevabı hayır; zira hegemonyanın nasıl hareket ettiğine bağlı olarak bu ilişki biçimi çözülüp başka bir sözleşme karşımıza çıkabilir. Tek kutupluluk ve hegemonyayı özdeşleştiren realist yaklaşımı eleştiren Demirer tek kutupluluğu kapasitelerin dağılımı ile ilişkilendirirken hegemonyayı ise gücün meşruiyetine ilişkin bir olgu olarak ele aldı. Başka bir ifadeyle, uluslararası sistem tek kutuplu olduğu için devletlerin otomatik bir şekilde hegemonik gücün kontrolü altına girmesi söz konusu değildir; ancak otorite ilişkisini mümkün kılacak meşru bir davranışsal model geliştiyse hegemonya ilişkisinden bahsedebiliriz. Bu tek kutuplu sistemde uluslararası düzeyde meşruiyetin kaynağı nedir sorusunu iki aşamalı olarak şöyle yanıtladı Demirer: (i) İkincil devletlerin kabul edebileceği bir sosyal düzen oluşturmaya imkân tanıyacak normların projeksiyonu; (ii) üstün devlet tarafından ikincil devletlere kendi otoritesinin diğerleri tarafından kabul edilmesi halinde verilen gücü suiistimal etmeyeceği yönündeki ikna edici teminat. Buna bir örnek olarak şunu verebiliriz: Amerika’nın 1991’deki Körfez Harekâtında bir koalisyonla birlikte hareket etmesi askerî olarak bu koalisyona ihtiyaç duymasından ziyade sahip olduğu gücü suistimal etmeyeceğine (orada bulunma maksadını aşacak şekilde kullanmayacağına) dair Ortadoğu devletlerine verdiği garanti sebebiyledir. Ezcümle, hegemonya, kendi gücünü sınırlayacağı garantisi ve güvenini veren büyük bir gücün sağlayacağı nizam-ı âlem fikrinin diğer devletler tarafından cazip bulunması halinde mümkün olabilir.
Tek kutuplu bir sistemin iyi niyetli bir sistem olarak adlandırılmasını mümkün kılan şeylerin ne olduğunu soran Demirer üç temel unsura dikkati çekti: (i) sistem içerisindeki devletlerin memnun kalacağı bir kamu yararı ve güvenlik; (ii) hegemonik gücün ve diğer aktörlerin kendi güçlerini hukukla sınırlamak; (iii) mevcut uluslararası hukukun uluslararası sistemin tüm üyelerine eşit biçimde uygulanacağı garantisini vermek. Eğer bu üç sacayağı yükselmezse, sistem “iyilikçiliğinden” (benevolent) bahsetmemiz imkânsız olur. Şu anda küresel siyaset arenasının durumunun böylesi bir “iyilikçilikten” uzak olduğunu söylemek hiç de abartılı olmaz. İlk olarak güvenlik sadece gücün (kaba kuvvet yahut demirin sertliği) fonksiyonuna indirgeneceği için ciddi bir güvenlik ikilemi ile karşı karşıyayız. İkinci olarak, aktörler arasında yaşam standartlarında bir uçurum ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla hegemonik gücün otorite inşa etmeyi mümkün kılan iyilikçi uygulamalardan çekilmesi ama kendi çıkarları mucibince müdahalede bulunmaya devam etmesi ile sonuçlanan bir momenti yaşıyoruz. Trump’ın “America first” [Önce Amerika] sloganı tam bu momentte olduğumuzun göstergesi olarak karşımızda duruyor. Bu durumda ya yer yer düşük yoğunluklu ve kontrollü savaşlar artacak yahut bu hegemonik gücü dengeleyecek yeni bir gücün zuhur etmesi gerekecek. Uluslararası düzeyde bu iki ucu keskin bıçak momentinde ilk olarak ıskalanan şeyler düzen ve barış olacaktır.