Osmanlı’da Adalet Fikri ve Pratiği
Küresel Araştırmalar Merkezi’nin Küresel Siyaset ve Adalet Konuşmaları Ocak ayı konuğu İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Engin Deniz Akarlı’ydı. Adalet probleminin siyaset, hukuk, iktisadi vb. farklı alanlar ve İslam Dünyası, Batı medeniyeti gibi farklı sosyo-kültürel gelenekler-deneyimler ışığında tartışıldığı konuşma serisinin beşinci oturumunda söz alan Engin Deniz Akarlı, spesifik olarak Osmanlı deneyimine odaklanarak Osmanlı’da adalet fikri ve pratiği ekseninde bir konuşma gerçekleştirdi.
Bir tarihçi olarak Akarlı konuşmasına metodolojik bir ikazla başladı. Belli bir döneme ait toplumsal, hukuksal sistemlerin anlaşılmasının sadece fikirlere odaklanan araştırmalarla ortaya konulamayacağını, bunun yanı sıra yasalar ile pratikler arasındaki dinamik ilişkiye de odaklanmak gerektiğini söyledi. Çünkü fikirler kendi başlarına bir şey yapmazlar. Uygulama içinde fikirlerin gücü, sıkıntıları ve anlamları daha iyi anlaşılır. Ayrıca Osmanlı hukuk geleneğinde yazı olmayan kurallar olan örfü ancak pratikte gözlemleyebilirsiniz. Akarlı’nın konuşması boyunca anlattığı argümanın temel esprisi, Osmanlı hukuk sisteminin temelinde yattığını düşündüğü “adalet mülkün temelidir” anlayışının pratikte ne anlama geldiğini açıklamakta ifadesini bulur. Ona göre adalet, yerinden çıkmış olanın yerine iadesi, hakkın verilmesi, ihkak-ı hakk’tır, hukukun (hakların) gözetilmesidir. Bunu yaparken, denge esastır. Aksama olurda denge bozulursa, dengeyi yeniden kurmak ve adaleti sağlamak gerekir. Osmanlı adalet düzeni, hem icra yetkisine sahip idarecilerle halk arasında hem de halkın çeşitli unsurları arasında uzlaştırıcı bir köprü niteliğindeydi ve esasen bu maksadı hedefleyen bir hukuk/adalet anlayışına dayanıyordu.
Akarlı’nın kısaca özetlediği sistemin temel niteliği şöyledir: Kazaskerler, kadılar ve naipleri, her şeyden önce arabulucu hakemlerdi. Çatışan, anlaşmazlığa düşen tarafları uzlaştırmak, çarşı ve pazarların düzenini, ahenkli bir şekilde işlemesini mümkün olduğunca sağlamak, kendilerinden beklenen başlıca iş idi. Böyle olunca, Osmanlı adalet düzeni ve düzenlemeleri ortaya şöyle bir durum çıkarıyordu: Pazar ve çarşılarda, üretim, dağıtım ve hatta tüketim ilişkilerinin düzenlenmesine ilişkin nizam, yönetmelik ve kurallar, bunlardan doğrudan doğruya etkilenen insanların doğrudan doğruya katılımlarıyla belirleniyordu. Bu anlamda mahkemeler, uzlaşma, uzlaştırma; anlaşma, anlaştırma yoluyla kurallar geliştiren kurumlar, ortamlardı. Fakat aynı zamanda uzlaşmayı ve anlaşmayı mümkün kılacak temel hukuk ilke, kavram ve hatta fer‘i hükümlerinin hukuk sürecine taraf olanlar arasında yaygınlaşıp yerleşmesini mümkün kılıyordu. Böylece, farklı adalet ölçüleri, şer‘i/fıkhi esaslar çerçevesinde birbirine yaklaşıyordu. Hakların yerli yerine konulabilmesi için geliştirilen düzen birleştirici ortak bir zemin oluşmasına yardım ediyordu. Adalet mîzânı bu zemine oturuyordu. Bu arada hükümet edenlerin ne ölçüde adil veya zalim oldukları hakkında da insanların fikir yürütmelerini mümkün kılıyordu.
Sistemin temelinde yatan temel yönelimleri tespit ettikten sonra Akarlı, anlaşmazlıkların çözüldüğü, ihkak-ı hakkın gerçekleştiği yerleri ifade etti. En temelde topluluk düzeyindeki anlaşmazlıkların çözümü durmaktadır. Toplulukların örf ve adetlerinin (usul-i kadim) bir ölçü oluşturduğu bu yapı içindeki reisler/ihtiyarlar bu ölçüler çerçevesinde uyuşmazlıkları çözerler. Aynı zamanda her türden topluluk (esnaf toplulukları, mahalle, köy) ya da cemaat (Dürzi, Yahudi, Hıristiyan) kendi sorunlarını kendi içinde çözüyordu. İkinci olarak kadı ve naiplerin riyaset ettikleri şeriat mahkemeleri, Osmanlı hukuk düzeninin bel kemiğini oluşturuyordu. Üçüncü olarak ise divan-ı hümayunun kazaskerler riyasetinde yürütülen adli, kazai işleri söylemek gerekiyor. Bir tür üst mahkemeydi. Kazaskerler (ve divanın görevlendirdiği başka kıdemli kadılar), hukuki ilkelerin yorumunda yetkin ve birbiriyle çatışan hakları uzlaştırmayı mümkün kılacak uygulamaları benimseyebilecek bilgi ve deneyime sahip uzmanlardı. Bu düzeyde ele alınan davaların ve uyuşmazlıkların esasen (ve usulen) umumi maslahat’ı (maslahat-ı amme’yi) ilgilendiriyordu. Ayrıca Akarlı, tüm bu aktarımlardan sonra Osmanlı hukuk ve adalet düzenin temel niteliklerini özetledi. Toplumu oluşturan çeşitli unsur ve topluluklar arasındaki töre, adet ve örf farklılıklarını tanıması itibariyle çoksesli; her düzeyde, yargı süreci birbiriyle çatışan, anlaşmazlık halinde olan veya çatışması ve anlaşmazlığa düşmesi muhtemel olan taraflar arasında uzlaşmayı özendirmesi itibariyle uzlaştırıcı; ortak paydalar bulmayı teşvik edici ve karşılıklı rızaya, taahhüde ve mukaveleye dayalı niteliği itibariye mukaveleci olmak gibi genel niteliklere sahiptir. Buna ek olarak Akarlı, Osmanlı hukuk düzenin katılımcı, süreç birliğinde ısrar edici, hakla mesuliyetin için içe geçtiği, hukuk ve devletin ayrıldığı ve mutlak olmayan bir hak anlayışına dayalı bir hukuksal sistem olduğunu tespit etti.
Konuşmasının sonuna doğru Akarlı genel olarak hukukun anlamına değindi. Bu anlamda hukuk bir toplumun insanları arasındaki ilişkileri, alışverişleri düzenlemenin yanı sıra, o toplumda kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bütün değişikliklere rağmen, bu değişikliklerin ortasında, belli bir düzen ve süreklilik duygusunun oluşmasında önemli bir rol oynar. Bu duygunun oluşabilmesi için hukukun kuramsal ve uygulamada bir “gelenek” olarak işlemesi gerekir. Yani hukuk, zaman içinde sınanmış, yaygın kabul görmüş, genel olarak toplumun ortak yararına hizmet ettiği ve evrensel olduğu için sorgulanmaması gereken bazı temel hak, adalet ve davranış ilkelerinden ve normlarından yola çıktığı iddiasını taşır. Ama aynı zamanda hukuk, bu iddiasının geçerliliğini sürekli değişim karşısında kanıtlamak, dolayısıyla dayandığı ilke ve esaslardan büyük tavizler vermeden bu değişikliklere bir şekilde ayak uydurmak zorundadır. Yoksa hukukun (evrensellik ve genel toplum yararının koruyucusu olduğu) iddiaları yavaş yavaş boşlukta kalır, inandırıcı dolayısıyla birleştirici olma halini/özelliğini/gücünü yitirmeye başlar. Hukukun bu niteliği çerçevesinde Akarlı, Osmanlı hukuk sistemini değerlendirerek konuşmasını tamamladı: Osmanlı tecrübesi bize, hukukun toplumsal dengeleri ve uyumu (bunların illa eşitlikçi olması gerektiği varsayılmadan) özendiren, kolaylaştıran, davaların ortak bazı kavram ve kurallar kılavuzluğunda hallini mümkün kılan tarafını gösteriyor.