Uluslararası İlişkilerde Adalet Sorunu ve İslam Dünyası
Küresel Araştırmalar Merkezi’nin Küresel Siyaset ve Adalet Konuşmaları altıncı oturumu İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim görevlisi Hasan Kösebalaban’ın sunumuyla gerçekleştirildi. Adalet mefhumunun kendisine eğilen önceki oturumlardan farklı olarak bu oturumda kavramın uluslararası ilişkiler disiplinindeki yeri İslam dünyası ekseninde ele alındı.
11 Eylül sonrası süreçte Amerika’daki atmosferi yakından tecrübe eden ve terörizm ile adalet meselesini bir nedensellik içerisinde gören Kösebalaban konuya Samuel Huntington’ın Political Order in Changing Societies başlıklı kitabı üzerinden giriş yaptı. Latin Amerika’daki sosyal ve siyasi değişimi inceleyen Huntington’a göre gelişmekte olan ülkelerde orta sınıfın yükselmesini siyasi reformlar izlemiyorsa bu ülkelerde ciddi bir toplumsal ve siyasi kriz ortaya çıkmaktadır. Başka bir deyişle, Huntington’a göre ekonomik modernizasyonla siyasi modernizasyon aynı anda desteklenmezse, bu durum kaosa neden oluyor. Bu noktada ise rejimlerin iki seçeneği söz konusu: Ya reform kapısını hafiften aralayarak ya da toplumu baskı altına almak. Fakat, halkın son derece gelişmiş ekonomik koşullara sahip olduğu, buna rağmen katılımcı bir siyasi kültürün bulunmadığı kaldığı Suudi Arabistan gibi istisnalar göz önüne alındığında, bu teori açıklayıcılığını yitirmekte.
İslam dünyasında terörizm meselesine geldiğimizde karşımıza dört tür yaklaşım çıkıyor: (i) rasyonel seçim teorisi; (ii) bireysel ölçekte, psikolojik analiz; (iii) siyasi koşullara odaklanan bağlamsal analiz; (iv) ideolojinin gücünü merkeze alan metinsel analiz, yani belirli metinleri okuyan kişilerin terörizme yönelmesi. Fakat Huntington Latin Amerika’daki modernleşme tecrübesini sosyal ve ekonomik faktörler üzerinden açıklarken, İslam dünyası söz konusu olduğunda, medeniyetler çatışması tezi üzerinden kültür merkezli bir analiz yapmakta. Kösebalaban bu noktada itiraz ediyor: İslam dünyasındaki siyasi şiddet konusunda kültürcü bir yaklaşımın açıklayıcılığı son derece sınırlı ve aldatıcı. Kendi önerisi ise söz konusu şiddetin kaynağının adaletsizliğe dair algılarda aranması. Bu bağlamda öncelikle tartışılması gereken şey siyasi otoriterinin krizi, yani onun parçalanmışlığı (contextual). İkinci olaraksa, sorunun arkasında bir temsil eksikliğinin yatıyor oluşu: Müslüman halkın hem yerel hem de küresel anlamda temsil edilemiyor olmasının sebep olduğu adaletsizlik algısı. Uluslararası sisteme bakıldığında, İslam dünyasıyla ilgili sorunları ve adaletsizlikleri temsil gücüne sahip bir Müslüman devletin olmayışı, dahası hâlihazırdaki Müslüman devletlerin böyle bir gayretinin bulunmayışı uluslararası sisteme dair adaletsiz algısının temel nedeni. Daha çok milli refleksler gösteren Müslüman devletlerin, ABD Başkanı Trump’ın başörtüsü yasağına yönelik tepkisizlikleri durumu tasvir eden en çarpıcı olay. Kısacası, temsil meselesi söz konusu olduğunda İslam dünyasında ciddi parçalanmışlık söz konusu.
Kösebalaban’a göre buradaki sorun, adalet mefhumuna pek yer verilmeyen uluslararası ilişkiler literatürüyle de ilgili. Ana akım teorilerden realistler güç ve güvenliği temel odak konusu haline getirmişken, liberaller ise John Rawls ile konuya değinmiş, fakat uluslararası bir konu olarak değil, bir iç siyaset meselesi olarak görmüşler adaleti. Ayrıca literatür analiz birimi olarak çoğunlukla devleti alıyor, fakat küreselleşme süreciyle birlikte bireyin etki alanı artıyor ve devlet zayıflıyor. Kendi başlarına, örneğin sosyal medyada bir şeyler okuyup şiddete başvurabilen kişiler bunun en büyük kanıtı.
İslam dünyasında adaletsizlik algısından kaynaklanan siyasi şiddetin üç temel nedeni bulunuyor Kösebalaban’a göre: (i) insanlarda, sömürgeciliğin devam ettiğine dair algı; (ii) devlet otoritesinin dağılması; (iii) temsil mekanizmasının bulunmaması, yani ekonomik modernizasyona paralel olarak bir siyasi modernizasyonun ortaya çıkmaması. Fakat bu üç faktörü sömürgeciliğin etkileri olarak bir şemsiye altında toplamak mümkün ve Müslüman yazarlar da özellikle bu hususa değiniyor.
Peki, İslam dünyasına yön verebilecek İslami bir uluslararası ilişkiler teorisinden bahsedilebilir mi? Kösebalaban buna yönelik bazı girişimleri reddetmemekle birlikte, mevcut yaklaşımların teorik olarak son derece zayıf oldukları kanaatinde. Zira söz konusu yaklaşımlar, uluslararası ilişkiler disiplininin kendisiyle pek ilgisi olmayan yaklaşımlar. Bu tartışmalar literatür içerisinde yürütülmediği sürece de marjinal kalmak durumunda ve bu yüzden de bir etkide bulunması beklenmemeli.
Kısacası, Kösebalaban’a göre İslam dünyasındaki terörizm probleminde en temel gerekçe insanların adaletsizliğe maruz kaldıklarına dair duygu. Bununla birlikte, asıl amacının kesin bir iddia dile getirmekten ziyade İslam dünyasındaki şiddet meselesini adalet kavramı etrafında tartışmaya açmak olduğunu söyledi. Benzer bir yaklaşıma sahip olan Richard Falk da İslam dünyasındaki şiddet konusuna salt kültürel bir perspektiften bakmayı reddetmiş ve bunun yerine temsil meselesinden ve adaletsizlikten bahsedilmesini gerekli görmüştü. Bundan sonra yapılması gereken ana akım uluslararası ilişkiler teorileri içinde adalet meselesine yer açacak bir yaklaşım geliştirmek. Kösebalaban bunu sonraki nesiller için önemli bir vazife olarak görüyor.