Anadolu’da Nevzuhur Bir Yabani
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi ve Türk Sineması Araştırmaları’nın (TSA) birlikte düzenlediği Edebiyat Sinema isimli program dizisinin ilk konuğu “Anadolu’da Nevzuhur Bir Yabani” isimli sunumuyla Hasanali Yıldırım’dı. Yıldırım, öncelikle sinema ve edebiyatın ortak kaynağı olan sanat ile sanat eseri üzerinden bu iki farklı disiplinin aralarındaki ilişkiden genel hatlarıyla bahsettikten sonra Anayurt Oteli filmi özelinde bir değerlendirme ortaya koydu.
Gündelik yaşantıdaki ifadeleri paranteze alarak insanın ürettikleri üç ana başlıkta; bilim, sanat ve felsefe şeklinde isimlendirilir. Özellikle aydınlanma sonrası bilim ile felsefe arasındaki ilişki daha bir sağlamlaşır. Bu süreçte sanatın bu iki disiplinden ayrışması da daha bir belirginleşir. Her ne kadar sanatı değerlendirirken bilimden, felsefeden ve sanatın kendi dinamiklerinden yararlanılsa da, aslında bu, felsefeyi veya bilim yöntemlerini arka plana yerleştirmek demektir. Bu noktada sanat, felsefe ve bilimin yapamayacağını üstlendiği için bu kadar bağımsız ve ayrıcalıklı bir yerdedir. Sanatın, felsefe ve bilimdeki bilgiler ile yaklaşımları kullanarak onların genel geçer yargılarını olaylara, olgulara uyarlamada ve tüm bunları örneklemede sergilediği farklı tutum onu diğerlerinden ayırır ve bunun yanında sanat, felsefe ve bilime 20. yüzyıla gelinceye değin pek malzeme sunmaz. Son yıllarda ise bu etkileşimin gitgide arttığı görülür.
Edebiyat ve sinema, sanatın iki farklı dalını temsil eder. Ancak önce söz, yani önce edebiyat vardır. Edebiyat en yalın anlamıyla sözlü veya yazılı ifade tarzıdır, bu öyle bir ifadedir ki, meramını doğru anlatmaktansa etkileyici ve kalıcı anlatmayı hedefler. Uyarlama dendiğinde de anlaşılması gereken romandır. Roman, bir karakter üzerinden bu yaşanan dünyaya alternatif bir dünya yaratmak ve aynı zamanda bu dünyayı anlamaya yarayan, damıtılmış, dondurulmuş, çerçevelenmiş nitelikli bir kelebek gibi tekrar tekrar incelenebilecek bir metne dönüştürülmüş, insanların kendini, çevresini ve tanrısını anlamasına yarar sağlama iddiasındaki ifade tarzıdır. Hakiki kimliğine Fransa, İngiltere, Almanya, Avrupa ve Amerika’da kavuşan bu disiplinin rakibi ise şiirdir. Çünkü ortaya çıkışıyla şiiri yerinden etmeye sıvanır.
Roman nasıl ki şiiri yerinden ettiyse, romanın tahtını sarsan da sinemadır. Sinema, hareketli bir görüntü olmak bakımından fotoğraf, heykel, müzik, opera gibi dallara referans vermek durumunda kalan, bir ayağı edebiyatta, bir ayağı dışarıda bulunan sentetik bir türdür. Roman bir kişi tarafından yazılırken, sinema edebiyatın zıddına birden fazla kişinin katkısını gerektiren bir disiplindir. Çünkü her bir unsur, onun anlam katmanına katkıda bulunur. Tüm bunlara rağmen edebiyat ve sinema iki düşman kardeştir. Habil ile Kabil’dir aslında. Birbirlerinden yararlanmaları ve birbirlerini yönlendirmeleri bir yana, aralarındaki rekabet ve husumet hâlâ devam etmektedir.
Alışveriş edebiyatın lehine gelişmiştir. Uyarlamalar bunun bir örneğidir. Uyarlamaların tuhaf bir kaderi vardır. Bir eser edebiyattan sinemaya uyarlandığında başarılı örnekler bulmakta zorlanılır. İyi edebiyat çoğunlukla kötü veya vasat bir sonuca yol açar. Zaman zaman bunun istisnaları vardır. Bu da, bir edebiyat eseri sanki hiç yazılmamış, bir gazete haberinde yer almış gibi disiplinlerin kendi anlayışlarına göre yeni bir kimliğe ve kişiliğe dönüştürüldüğünde ortaya çıkar. İlginç bir şekilde başarısız romanlar, polisiyeler, ucuz aşk romanları daha başarılı uyarlamalara zemin hazırlar. Hollywood, Japonya, Türk sineması vs. nereye bakılırsa bakılsın, durumun bu şekilde seyrettiği görülür. Çünkü edebiyat öyle bir ifade tarzıdır ki başka formda ifadeye imkan tanımaz. O romanda veya herhangi başka bir türde nasıl ortaya çıkmışsa öyledir. Ondan ilham alarak eserler ortaya konulabilir, film de çekilebilir ama diğer türlü işin rengi değişir. Başarılı edebiyat uyarlamalarından fikir düzeyinde yararlanıldığında ancak bu sonuç elde edilir. İyi bir edebiyat eserine yeni bir şey eklenemez ve çıkarılamaz; eklendiğinde şizofrenik bir yapı ortaya çıkar, eksiltildiğinde de canından can gider. O zaten kendi mükemmeliyetiyle tebellür eden bir şeydir.
Örneğin Kerime Nadir romanları veya Malta Şahini gibi eserlerde sürükleyicilik, entrikalar ve olaylardan etkilenen karakterler görülür. Bu tür eserlerde karakterler ciddi dönüşümler geçirmezler. Oysa duygu aktarımı en zor şeydir. Eserdeki duygulanım çalkalanmaları arttıkça edebilik ile sanatsal nitelik de artar, sinemaya ve başka bir türe uyarlama da zorlaşır. Karakterlerin yaşadıkları duygulanım tahayyül edildiğinde ve sinematik açıdan aktarılmaya başlandığında romantiklik de baltalanır. Bu yüzden yönetmenin, duygu kıvrımlarını sinemada ifadece edebilecek bir yeterliliğe sahip olması da beklenir. Bu da, Avrupa sinemasında birçok örneği bilinmekle birlikte Türk sinemasında sık rastlanılan bir durum değildir.
Tüm bu edebiyat ve sinema anlayışlarının aktarılmasının ardından Anayurt Oteli filminin giriş kısmı kare kare durdurularak katılımcılarla birlikte izlenilip üzerine konuşuldu. Yarı değerli bir taş anlamındaki Zebercet ismi ve buraya ait, bir ayağı eskide, aynı zamanda buradan çekilmiş ve kendisine hak ettiği değer verilmeyen, yanıltıcı bir değere sahip filmin karakteri üzerinden yönetmenin tercihleri ele alındı. Başarılı, kayda değer edebiyat ürünlerinin önemli bir kısmı klasik dönemde veya klasik anlayışla yazılmış eserlerdir. Modern zamanlarda yazılan eserlerin hepsi modern değildir. Modern kabul edilebilmeleri için modern anlayışla kaleme alınmaları gerekir. Anayurt Oteli ise modern bir eserin modern tarzda ele alınmasını başaran nadir örneklerdendir. Film, Türk sinemasının duygu anlatabilen üç-beş filminden biridir. Ancak filmin iç malzemelerini doğru anlayıp sağlıklı yorumlamaya çalışmak gerekir çünkü böyle eserlerin yanlış anlamaya müsait durumları da vardır. Hasanali Yıldırım’a göre buradaki “anayurt” ifadesi de rastgele seçilmemiştir. Bu Anadolu Beylerbeyliği’nin sınırlarına işaret eden bir ifadedir. Bu açıdan psikolojik yapıdaki filmin siyasi göndermeleri de bulunur. Hatta film için sıkı bir Cumhuriyet eleştirisidir denebilir. Zebercet bir Cumhuriyet bireyidir çünkü. O, ne kasabadaki insanlar gibi, ne de farklı şekilde yaşayabilen uyumsuz biridir. Kaç göbektir Anadoluludur ama kendi kültürüne yabanileşmiş ve köylüden farklı olarak bu yabaniliğini hisseden ama çözümünü bilmeyen bir karakterdir. Zebercet tiplemesinin o günde ortaya çıkmasına rağmen, bugün de çevremiz Zebercet’lerle doludur ve hepimiz farkında olalım veya olmayalım bir miktar Zebercet’izdir.