Gergin Dostluk: Edebiyat Sinema İlişkisi
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi ve Türk Sineması Araştırmaları (TSA) tarafından düzenlenen Edebiyat Sinema isimli program dizisinin Kasım ayı başlığı “Gergin Dostluk: Edebiyat-Sinema İlişkisi”ydi. Hayal Perdesi Sinema dergisi genel yayın yönetmeni Celil Civan’ın konuk olduğu toplantıda, edebiyat-sinema ilişkisinin düşmanlıkla dostluk arasında seyreden halleri konuşuldu. Edebiyat sinema ilişkisine dair farklı yaklaşımlarım ele alan Celil Civan, 1970’lere kadar bu ilişkinin gerginlik ekseninde döndüğünü, 70 sonrasında ise dostluğun ön plana çıktığını söyleyerek bu değişimi nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte değerlendirdi.1970 öncesinde yapılan dönem uyarlamaları, niceliksel bir değerlendirmeye tabi tutulur ve niteliksel değerlendirme daha sonra yerleşir. Tartışmaların bu şekilde yön değiştirmesi akademi/edebiyat çevrelerinin ilgisinin Fransız yeni dalgası sayesinde sinemaya yönelmesiyle açıklanabilir. Post-yapısalcı anlayış doğrultusunda filmle metin arasındaki farklar bir imkan olarak karşımıza çıkar. Sinemanın icadından bu yana edebiyatı koruma refleksinden kaynaklı farkları ortaya koyma tavrı uzlaşmacı bir tutuma evrilir. Dolayısıyla 1970’ler, sinema edebiyat ilişkisinde de gerginliğin var olduğu fakat bunun bir dostluk kurulmasına engel olmayacağı fikriyle yeni bir yorum getirir. Değişen tutum, bu kez iyi bir uyarlamanın hangi ölçütlere göre belirleneceği sorunsalını getirir.Sinema anlatım olanakları açısından metinlerarasılığa imkan tanımaktadır fakat aynı zamanda tahayyülü baltalayan bir yanı vardır. Sinemanın kitlesel bir sanat olması nedeniyle bireysel roman filme dönüştürüldüğünde edebiyat olmaktan çıkar. İç ses gibi unsurların beyazperdeye yansıtılma problemleri uyarlama işini zora sokar. Bire bir uyarlama yönetmenin esere herhangi bir katkısını kabul etmez, onu işlevsizleştirirken sanatçı olma özelliğini yok eder. Ortaya çıkan ürün metnin görsel düzleme çekilmesinden ibarettir. Öyleyse sinema edebiyatı yalnızca hammadde olarak kullanabilir ya da Bazin’in ifadesiyle “kitabın yedeği olmanın ötesine geçerek onun yerini alma gayesini güdebilir.” Yine de senaryo mantığıyla yazılmış bir Dan Brown kitabının uyarlaması mümkün ve kolayken Kafka, Camus gibi yazarların eserlerin uyarlamak ne derece mümkündür? Bu durumda devreye giren “romanın ruhuna sadık kalmak” biraz muğlak bir ifade olarak bizi nasıl bir sonuca götürebilir?Sinema en başından itibaren edebiyattan faydalanır. Fakat uyarlama söz konusu olduğunda yalnızca kitap uyarlamalarından bahsedilir. Oysa akla gelen ilk fikrin filme dönüşene dek geçirdiği senaryo, yönetmenlik, oyuncu performansı, görüntülerin kurgulanması gibi süreçler kendi başlarına uyarlama özelliği taşımaktadırlar. Uyarlama biçimlerine bakarsak üç türlü adaptasyondan bahsedilebiliriz; serbest uyarlama şeklinde ödünç alma, filmin anlatısının metne sinemasal açıdan bakması ve fikirsel olarak metni temel alan fakat olay anlatısıyla ondan uzaklaşan uyarlamalar. Sınırların bu denli genişletilmesi metinler için dönüştürülebilir ve dönüştürülemez ayrımını daha geçirgen bir hale getirir. “Romanın ruhuna sadık kalarak” yapıldığı söylenen bir uyarlama yönetmene daha geniş bir hareket alanı verse de bu kez metinden uzaklaşma durumu karşımıza çıkar. Edebiyat bir yandan kendi varlığını sinemaya ihtiyaç duymaksızın sürdürürken diğer yandan onu destekleyebilecek güçtedir. Fakat yine de bir roman filme çekildiğinde yeni formu itibarıyla bu yalnızca bir film olur. Burada farktan ziyade dostluğu öne çıkarmak daha çok imkan sağlar. “Kitabı gibi değildi” demektense metni ve filmi kendi bağlamları içinde değerlendirmek daha işlevseldir.