Hegel ve Heidegger’de Dünyanın Tarihselliği
Medeniyet Araştırmaları Merkezinde Erdal Yılmaz’ın Galatasaray Üniversitesi ve Paris Panteon Üniversitesinde Zeynep Direk ve Jean François Kervegan denetiminde tamamladığı “Hegel ve Heidegger’de Dünyanın Tarihselliği” başlıklı tezini dinledik.
Erdal Yılmaz konuşmasına bir filozofu nasıl anlamak gerektiğine dair hermenötik/metodolojik sorun ile başladı. Yılmaz’a göre üç tür okuma mümkündür. Filozofun iç tutarlılığına ehemmiyet veren ve çoğu zaman soyut kalan “sistem içi okuma”, öncesi ve sonrası ile tarihsel sürece ağırlık veren ve filozofun orijinalliğini azaltan “tarihsel okuma”, ve sonradan gelen okumalar ve bunlarla yakınlık-karşıtlık üzerinden yorumlar üzerinden yapılan başka bir “tarihsel okuma” Yılmaz, kendi tezinde bu üç okuma biçiminin sentezi olan, tutarlılığa saygılı ancak gerilim ve tutarsızlıklardan da kaçmayan, dönemsel farklılaşmalara da duyarlı, bir tür “aporetik okuma” yöntemini benimsediğini ifade etti.
Bu yöntemsel belirlenimden sonra dünya sorununa geçerek Kant’tan evvel dünyanın, üzerine felsefi anlamda düşünülen bir problem olmadığına dikkat çekti. Kadim dönemden beri var olan, fizik evrenden metafizik evrene geçen, zamansal olmayan bir bütün olarak tasarlanan mundus, kozmos, universitas gibi metafizik dünya kavramlarının dışında Kant’ta, tecrübe ile ilişkisi içerisinde ontolojik varlığı koşulların düzenleyicisi olarak kabul edilmesi gereken düzenleyici bir idea olarak dünya kavramı karşımıza çıkar.
Erdal Yılmaz’a göre Hegel’de, özneye bağlı düzenleyici idea olarak dünya kavramı, evvelce oluşmuş doğal ve tinsel (dini, kültürel ekonomik, siyasi) mirastan müteşekkil canlı bir bütün olarak karşımıza çıkar. Öyleyse Hegel’de dünya kavramı tarihseldir ve bu tarihselliğin mihveri özgürlüktür.
Heidegger ise, Kartezyen özne-nesne karşıtlıklarının ötesinde öznenin orada-olmaklığı (Dasein) üzerinden dünya kavramını anlamaya çalışır ve orada-olmaklığın zamansallığına vurgu yapar. Yani iki filozofta da dünyaya dair temel problem, orada-hazır-olan (yeryüzü) ile zamansal-tarihsel dünya arasındaki farkın nasıl açımlanması gerektiğidir. Dasein ve Geist’ın dünyaya form verme gücünü nasıl açıklamak gerekir sorunu öne çıkmaktadır.
Öncelikle Hegel ile sunumunu sürdüren Erdal Yılmaz, Hegelci sistemde dünya probleminin (mantık ve doğadan ziyade) Geist momentinde açığa çıktığını söyledi. Ansiklopedi’de Geist subjektif tin (soyut ve formel), objektif tin (kültürel ve tarihsel ikincil doğa) ve mutlak tin diye sınıflandırılır. Burada doğal dünyadan tarihsel dünyaya geçişi görmekteyiz. Bunu trouver déjà là un monde (orada hazır olanda dünyayı bulmak) diye adlandırdı Yılmaz. Yani Geist’ten hareketle dünya yaratılmaz, dünyadan Geist’e gidilir. Subjektif tin bir dünyanın oluşmasına yol açar (engendrer un monde). Objektif tinin sistem içerisindeki görevi soyut ve bireysel olan subjektif kavrayışları kurumsal formlarda sabitleyerek bir dünya yaratmak suretiyle özgürlüğü realize etmektir. Nihai olarak (sanat-din ve felsefe) ile tarihsel kurumsallaşmış objektif dünyanın sınırlarında kalarak sonsuzluğu bulduğumuz, Erdal Yılmaz’ın Hegel’den alarak deyimleştirdiği şekliyle dünyada kalarak dünyadan özgürleşme (se libérer du monde dans le monde) mutlak tinde gerçekleşir. Öyle ise Geist’ın bu son aşamasıyla dünyadan bir koparak özgürlüğü ideal bir dünyaya taşıma değil de, tarihsel etapları içererek (Erinnerung) tin, doğal dünyadan geçerek sonsuzluğa ulaşırken kendini evinde hisseder. Sonuçta Hegel sisteminde dünya tarihsel olarak özgürlüğün açımlanması şeklinde kendisini açar.
Heidegger ise Sein und Zeit eserinde Dasein’in özünü dünyada-olmaklık (in der Welt sein) olarak belirler. Burada Erdal Yılmaz üç kavrama hususan dikkat çeker: Dünya, Dasein ve -da olmaklık. Bir yerde olmaklık dünyanın uzamsallığına, Dasein ise dünyanın zamansallığının tarihselliğine işaret eder. Heidegger dünyayı analiz ederken “çevreleyen dünya”yı analiz ederek dünya fenomenine geçiş yapar. Dünyayı anlamlı olma ve ehemmiyet açısından analiz eder. Bu analizde dünyanın açılma yöntemi Angst’tır (havf). Epistemolojiyi merkez alan modern Batı geleneğinin aksine dünya ile ilişkimiz teorik değil pratik bir ilişkidir. Şeyler pratik olarak bizim için yerli yerinde iken, kaygı deneyimi bizim şeyler arasındaki konforumuzu bozar ve esas olarak teorik açılım da bu pratik huzursuzluktan sadır olur. Bu nedenle dünya içerisinde olmak teorik olarak bunu bilmekten önce gelir. Dasein’e bağlıdır. Zira Heidegger’e göre “taş dünya yoksunudur, hayvan dünyaya asılıdır, Dasein dünyaya açılır”. Öyleyse Dasein’in zamansallığı dünyayı mümkün kılar. Heidegger’de Dasein’in dünyasının zamansallığı orijinal zaman anlayışı (geçmiş, gelecek ve şimdi’nin kendi dışına doğru olduğu üç ekstatik durum olarak birlikte düşünüldüğü) üzerine temellenir.
Sunumunun sonunda Heidegger’in Hegel yorumunu eleştirdi Erdal Yılmaz. Heidegger, Hegel’in zaman anlayışını Kartezyen düşüncenin geçmiş, şimdi ve geleceği bir sıralı dizi gibi gören vülger zaman kavrayışının en son temsilcisi olarak görür. Hegel’in zaman anlayışını sürekli kendini tekrar eden şimdilerin bir toplamı olan alelade zaman kavrayışı olarak kategorize edip mahkum eder.
Hegel’de merkezi kavram geçmiş iken, Heidegger’de geleceğe açıklık üzerinden geçmiş ve şimdi anlaşılır (avenir-étant-été presentifiant). Birincisinde zaman reel iken ikincisinde zaman ekstatiktir. Dolayısıyla birinde zamansallık diyalektik diğerinde ekstatiktir. Hegel’de “ölüm tedirginliği” vasıtasıyla doğal zamandan tarihsel zamana geçilir, yok olma korkusu zamanı başlatır sadece. Heidegger’de ölüme yönelik olmak zamana tüm anlamını verir. Hegel’de dünya köle-efendi diyalektiği ile başlayan, tarihsel olarak oluşan ve kendini açan bir dünya söz konusuyken Heidegger’de kendini bu oluşmuş Hegelci dünyanın işleyen dünyasallığının haz dolayımında kendini tam olarak açımlaması ile dünyanın kendini ifşası söz konusudur.