Osmanlı Dünyasının Kadın Banileri: Gülnuş Sultan
Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi ve İstanbul Şehir Üniversitesi Şehir Araştırmaları Merkezi işbirliğiyle yürütülen Şehir-Mahalle Konuşmalarının Kasım ayında gerçekleştirilen üçüncü oturumunda “Osmanlı Dünyasının Kadın Banileri: Gülnuş Sultan” başlıklı sunumuyla Muzaffer Özgüleş’i dinledik. Özgüleş’in, esas itibariyle mimarlık tarihi anabilim dalında yaptığı doktora tezine dayanan, bununla beraber bir yıllık bir çalışmanın ardından revizyonlarla The Women who Built the Ottoman World: Female Patronage and the Architectural Legacy of Gülnuş Sultan ismiyle basılan kitabına dayanan sunumda genel olarak Osmanlı kadın sultanlarının inşa faaliyetlerinden, özel olarak ise Gülnuş Sultan’ın hayatı ve inşa/onarım sponsorlukları tartışıldı. Konuşmasına Osmanlı’nın kadın banilerinin, yakın geçmişteki birkaç çalışma dışında belirli ön yargılar nedeni ile göz ardında kaldığını fakat akademik çalışmalar açısından çok verimli bir alan olduğunu belirterek başladı Özgüleş. Keza Gülnuş Sultan’ın da Hürrem ve Kösem Sultan gibi figürlerin gölgesinde kaldığı için hak ettiği ilgiyi görmediğini söyleyen Özgüleş’in çalışması söz konusu boşlukları doldurmaya dönük olarak atılmış önemli bir adım olarak göze çarpıyor.
Osmanlı kadın banileri açısında Hürrem Sultan’ın bir dönüm noktası teşkil ettiğinin altını çizen Özgüleş bu hususu şöyle açıkladı: Hürrem Sultan öncesindeki hanım veya valide sultanlar şehzadeleri ile birlikte sancaklara gidiyorlardı. Dolayısıyla yapı faaliyetleri de bu bölgelerde görülüyordu. Öte yandan bu dönemde valide sultanlar daha ziyade oğullarının itibarlarını pekiştirmek, iktidarlarına zemin hazırlamak için bu faaliyetler içerisinde rol alıyorlardı. Şehzadelerle sancağa gitme geleneğini ilk defa ve kalıcı bir şekilde bozan ise Hürrem Sultan oluyor ve biz Hürrem Sultan’dan itibaren İstanbul’da valide ve hanım sultanların yapılarını görmeye başlıyoruz. Bu tarihten itibaren artık padişah eş ve anneleri çocuklarının iktidarını desteklemek için değil, saltanatı temsil etmek için yapısal faaliyetlerin içerisinde yer almaya başlıyorlar (Hürrem, Kösem, Nurbanu, Safiye, Hatice Turhan ve elbette Gülnuş sultanlar öne çıkan isimler). Bu yeni dönem literatürün kadınlar saltanatı olarak adlandırdığı devir ile örtüşmektedir. Özgüleş’e göre I. Ahmet devrinde tahta çıkma usulünün değiştirilerek “ekber evlat” sistemine geçilmesi, haseki ve valide sultanların etki ve önemlerini artıran bir başka husus olarak dikkat çekiyor. Kadınlar saltanatı olarak adlandırılan dönemin temel karakteristiklerinden birisinin de inşa faaliyetleri açısından padişahlar ile valide sultanlar arasında bir rol değişimi yaşanması olduğu ve bu dönemde padişah ismiyle anılan yapılara rastlanılmamasına işaret eden Özgüleş, bu durumun altında yatan temel sebebin ganimet kazanılmaksızın yapılan Sultan Ahmet Camii Külliyesinin inşa sürecinde yaşanan meşruiyet tartışmaları olduğunu ve bu rol değişikliğinin 17. yüzyıl boyunca sürdüğünü belirtti (Kösem Sultan Çinili Külliyesi, Nurbanu Sultan Atik Valide Külliyesi, Hatice Turhan Sultan Yeni Cami Külliyesi).
“Saltanatlı kadınlar” halkasına dahil olmakla beraber ve belki de/hatta son halkası olmakla beraber, 17. yüzyılın ikinci yarısının tarih yazımında “gerileme” dönemi ile örtüştüğü için araştırmalardan nasibini yeterince alamaması Gülnuş Sultan’ın da bir ölçüde karanlıkta kalmasına yol açmış. IV. Mehmet döneminde haseki sultan (1664-1687), II. Mustafa ve III. Ahmet dönemlerinde valide sultan (1695-1715) olarak sarayın en nüfuzlu (padişahla birlikte av partilerine ve seferlere katılması hasebiyle de muhtemelen en sıra dışı) kadınlarından birisi olan Gülnuş Sultan’ın inşa, dönüşüm ve onarım faaliyetleri itibariyle seleflerinden hiç de geride kalmadığını Özgüleş’in ilgili çerçevede anlattıkları sayesinde görmek mümkün. Doğrudan sadrazam atamalarına müdahil olması, ordu için hazırlanan bir alemin üzerine isminin yazılması gibi arşiv verilerinin yanı sıra dönemin kroniklerinde de (Silahdar Tarihi, Raşit Tarihi) rastlanan örnekler Gülnuş Sultan’ın nüfuzu ve etkinliği hakkında fikir verirken onun yapı faaliyetlerinin -sadece- bir listesi de neden “kadınlar saltanatı”nın son halkası olduğunu ortaya koyacaktır.
1. 1672 Kamaniçe (Ukrayna’da Kamianets-Podolski) seferinden sonra camie çevrilen Saint Nicholas kilisesi (Osmanlı tarihinde ilk ve son defa bir haseki sultanın ismi kiliseden camie çevrilen bir yapıya veriliyor).
2. Mekke’da imaret ve darüşşifa (Daha önce sadece Hürrem Sultan Mekke gibi muteber bir yerde bir inşa faaliyetinde bulunmuştu).
3. Valide sultanlığının hemen başında Sakız adasının tekrar fethi münasebetiyle camie çevrilen kiliselerden birisine onun ismi veriliyor (1695).
4. Edirne’de namazgahlı bir çeşme (1696).
5. Galata’da Yeni Cami (1696): Özgüleş’in arşiv kayıtlarından pek çok detayını ortaya çıkardığı ve Galata’nın ilk ve tek saltanat camii olan bu yapı bugün Hırdavatçılar Çarşısının bulunduğu alanda, kendisinde önce tahrip olan Saint Fransizco Kilisesinin yerine yapılmış. Mimari açıdan Gülnuş Sultan’ın talebiyle Arap camiine benzeyen bir üsluba sahip olan cami 20. yüzyıl başında atıl hale gelmiş ve Menderes döneminde ortadan kaldırılmış.
6. 1699’dan itibaren muhtelif tarihlerde Galata’da beş çeşme.
7. İznik’te Hersek ve Boyalıca arasındaki kaldırım ve köprüler.
8. Cezayir’in Oran şehrinde kiliseden dönüştürülme bir camii.
9. Edirne, Menemen, Mekke, Kastamonu, Anadolu Hisarı, Kestel’de bulunan bazı yapılarda tamiratlar.
10. Üsküdar’da Yeni Valide/Valide-i Cedid Camii: Kadın banilerin Üsküdar’a duydukları ilginin devamı mahiyetinde telakki edilebilecek olan bu külliye aynı zamanda Gülnuş Sultan’ın muhtemelen intisap ettiği Celveti Şeyhi Divitçizade Mehmed Efendi’ye (v. 1679) yakın olma arzusunun (vasiyetinde bu arzusunu açık bir şekilde belirtmiş Gülnuş Sultan) da bir tezahürüdür. Dolayısıyla bu külliyenin yerini bugün Şeyh Mustafa Devati Camii olarak adlandırılan yapı tayin etmiştir. Bu camii, aynı zamanda müteakip yıllarda Osmanlı mimari üslubuna damga vuracak olan barok tarzının ve lale devri bezemelerinin ilk örneklerinin görülmesi itibariyle de ayrıca bir önemi haizdir.