Doğumunun 80. Yılında Cinuçen Tanrıkorur
Cinuçen Tanrıkorur’un ruhuna ve hayatına biraz olsun sarkabilmek adına, anılarında dillendirdiği, Cemil Meriç’le tanışmasının ardından kendisine gönderdiği kartta yazılı sözlere kulak vermeli ilkin:
Canım efendim, alev alev bir sesti bu. Vecdin, sevginin, gönlün sesi. Tutuşturmuyor, aydınlatıyordu. Fecir pırıltısı gibi. Tanımıyordum sizi. Bir akşam zindanımı nura boğdunuz. Sonra da her güzel şey gibi hâtıra oldunuz. Serap mıydınız, gerçek miydiniz? Nerden geliyordunuz? Kadim ve muhteşem bir medeniyetin enkaz-ı tarumarı altında gülümseyen bir kor muydunuz? Zarafetinizle Lale Devri’nin musahiplerini hatırlatıyordunuz. Belli ki elest bezminde tanışmıştık…
Sanat Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği, Celâleddin Çelik’in moderatörlüğündeki Doğumunun 80. Yılında Cinuçen Tanrıkorur Paneli de kendisiyle muhabbette bulunmuş gönüllerin 80. doğum gününde çevresindeki en yakınlarıyla, onun ektiği tohumlarla ustalaşarak yollarına devam eden Tanburi Doç. Dr. Murat Salim Tokaç, Dr. Timuçen Çevikoğlu, Udi Necati Çelik’in bir araya gelerek hem bu büyük ustayı yad etmek, hem de onun hatırasını musiki severlere aktarmak gayesiyle gerçekleştirildi.
Panel, Celâleddin Çelik’in 2000 yılında vefat eden Cinuçen Bey’in, aradan 18 sene geçmesine rağmen, bunca yıldır onu tanıyan, bilenlerin dilinden düşürmediği bir insan olduğunu hatırlatan tasviriyle açıldı. Çelik’e göre o, biraz farklı bir müzisyendir. Doğru bildiğini en sivri diliyle söylemekten çekinmeden yazabilen, ifade edebilen ve müzikle uğraşırken sadece müzikle uğraşmayan biridir. Cinuçen Tanrıkorur için müzik sadece müzik değildir. Bir enstrümanı bir ucundan tutup müzik icra edilmez. Müzik, bütünün bir parçası, parçalanamaz bir kültürün unsurudur.
Ardından sözü devralan Murat Salim Tokaç konuşmasına, doğumundan ölümüne kadar kendisinde ne olduğunu bilmesi gereken bir insan olarak toplumla bağını hiçbir şekilde kopartmadan, bir yüzünü de semazenin tek ayak üstünde noktasını belirleyip bütün etrafındaki alanıyla ilgili oluşumları aktarmak düşüncesiyle kendisine bir yol ve dert edinip, onu da son nefesine kadar taşıyan bir insandan sözedilmesi gerektiğine vurgu yaparak başladı. Tokaç için daha dün aramızdaymış gibi kültür sanat ortamlarında hâlâ yaşayan bir kişiliktir Cinuçen Bey. Ta çocukluktan beri o sohbetlerin içinde bulunmuş biri olarak baba dostudur öncelikle.
O emaneti kendisine aktarıldığı gibi çevresindekilere sakınmadan aktarabilen biridir. “Hocalığın bir insan hayatında doğru rota olarak bilinen, ilgili alanın kuralları içerisinde yürümeyi bozmayacak bir önderlik olduğunu dile getirirdi” diyen Tokaç bir örnekle devam etti: Bir ud yapımcısı Çorum’dan ziyarete gelir. Udu elindedir. Cinuçen Bey sözü patlıcandan uda getirip bu udu sobaya atarsa patlıcanların iyice közlenebileceğini söyler. Yani başka hiçbir işe yaramayacak kadar kötüdür. Karşısındakini aşağılamaktan ziyade ifadeleri oldukça nettir. En acı ilaç gibidir üstat. Bu yapısı nedeniyle yanlış anlaşılmış, hatta sevilmediği de olmuştur.
Latinceden Fransızcaya birçok dili akıcı şekilde konuşabilen entelektüel bir kimliktir Tanrıkorur. Bu minvalde ikinci konuşmacı Çevikoğlu, geçtiğimiz yüzyılda, o sıkıntılı dönemde Cinuçen Bey gibi bir şahsiyete ihtiyaç olduğunun altını çizdi. Ondan gerektiği gibi yararlanılıp yararlanılamadığı tartışma konusudur. Bir ilim kültürle, sanatla oluşur. O sanatın nevi de çok önemlidir. Bu anlamda Dede Efendi’nin son dönem yaşadıkları ve cumhuriyetin kurulduğu dönem dikkat çekicidir. Çünkü cumhuriyetin ilk elli yılında Türk müziği öğretilemez hale gelir. Öyle bir dönemin sanatkârıdır işte Tanrıkorur.
İsmi ebcet hesabıyla doğum yılını verecek şekilde konulan ve bu bakışla, böyle bir ailede yetişen biridir aynı zamanda. Musikiye iki buçuk yaşında başlar. Annesi udidir. Üstün yetenekli, duyduğunu unutmayan bir şahsiyet. İyi bir edebiyat okuru ve düşkünü. Ömrü hastalıklarla geçer. 18’inde kanserle mücadeleye soyunur. Birçok udinin yetişmesine vesile olur. Uda en uygun telleri arar bulur, ürettirir. 500’den fazla bestesi vardır. Kimsenin taklidi, geçmişin bir tekrarı değil, geçmişten güç alan kendi zamanının müziğidir yaptığı.
Müzik muhatabını kendine benzetir. Bir süre sonra onun gibi yaşanmaya, yiyip içmeye ve giyinmeye başlanılır. Müzik insanın üzerinde çok etkindir. Çünkü bir şeyler taşır. O yüzden dinlenilen her müziğe bakılmalı, ne taşıdığı üzerine düşünülmelidir. Müzik bir lisan, Cenab-ı Hakk’ın elest bezminde ruhlarla konuştuğu dildir. Cinuçen Tanrıkorur tüm bunların farkında. Hayatın her safhasında böyle bir titizliğe sahip. Bu bir dava adamlığıdır ve sadece müzik davası değil, müzikle taşınan değerlerin davasıdır. Doğruları söylemek, doğruları söyleyen için zordur. Herkes haklı olduğunuzu bilir ama kimse sevmez sizi. Bu aşk ile kemal musikisidir. Aşk olmayınca da hiçbir şey olmaz. Hocanın tüm meziyetleri bir yana en önemli özelliği ise çok iyi bir “hoca” olmasıdır. Son derece verici, duruş sahibi, mütevazı ve bildiğini esirgemeyen bir şahsiyettir. Konuşmasını, böyle bir hocayı tanımak, anlamak ve ondan istifade etmeye devam etmek adına Türkiye’nin vefa göstermesini dileyerek bitiren Çevikoğlu sözü Necati Çelik’e bıraktı.
Necati Çelik ise Tanrıkorur’la ilk tanışma anlarını anlatırken “gümüş saçlı adam” diye bahsetti dostundan. Dostu, arkadaşı, hocasıyla otuz sene bir arada geçen bir ömür için “Biz yaşadık onunla. Onun hiç kitabını okumasam da yaşadım onları. Herkesin çaldığından faklıydı tarzı. Kendi ifadesiyle udburi olmaya, Cemil Bey’in tamburla yaptığını uduyla yapmaya çalıştı. Her attığı perde o derece temiz ve doğruydu. Yine de kafasındaki müziği tam anlamıyla icra edemedi. Ona göre en mükemmel enstrüman insan sesi ve insan sesine en yakın olarak da neydi. Udu da insan sesine benzetmek için çok uğraştı. Cinuçen Ağabey’le attığımız her adım bir hatıradır, anlatmakla bitmez. Çocuklarıma Amerika’dan mektup yoluyla Türkçe dersi verirdi, ödev isterdi. Öğrettiğini sağlam öğretebilen, Türklükten gurur duyan bir kişilikti” cümlelerini kurdu.
Arabayı çok iyi kullanan biri, yolu bilmiyorsa bu bilgisi hiçbir işe yaramaz. İşte Cinuçen Bey musikiyi öğretirdi, ud çalmayı değil. Ona göre bir kadının namusu saçının telinde değilse, bir makam da bir perdeyle kaim değildir. Hicaz farklı şekilde de yapılabilir. Önemli olan Hicaz tadını en iyi şekilde verebilmektir. En çok şiirini bestelediği şairse Memduh Cumhur’dur. Birçok şiirini bestelediği diğer bir isim, o sırada salonda bulunan Mustafa Tahralı da söz alarak Cinuçen Bey’in hem musiki, hem de insani anlamda yetişilemeyecek vasıflara haiz nevi şahsına münhasır bir insan olduğuna ve kendisinin de farkında olduğu bir yönüne, Allah’la dostluğuna dikkat çekti.
Panelin sonunda katılımcıların sorularının cevaplandırılmasının ardından Cinuçen Tanrıkorur’un bestelerinden oluşan bir konser icra edildi. Solist Bora Uymaz, Udi Necati Çelik, Neyzen Yavuz Akalın, Kemençeci Hasan Esen’di. Üstat hakkındaki konuşmalar yine kendi sazı sözüyle son buldu. Kendi vasiyetiyle “Udi Bestekâr” ifadesi yer alan hece taşındaki şu kısa beyit gibi: “Kapılır sûziş-i gönlüm bu tahassür seline / yüreğimden gelir âhım sazımın her teline.”
Mekânı Cennet olsun.