Genetikten Epigenetiğe: İnsan Doğası Kavramının Biyolojik İçerimleri

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nde yeni yılın ilk konuğu Esra Kartal Sosyal oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Bölümü mezunu Soysal, yüksek lisansını yine aynı bölümde tamamladıktan sonra doktorasını Medeniyet Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden “Genetikten Epigenetiğe: İnsan Doğası Kavramının Biyolojik İçerimleri” başlıklı teziyle aldı. Akademik ilgi alanları arasında bilim felsefesi, biyoloji felsefesi ve biyoetik alanları yer alıyor. Tezgâhtakilerin bu oturumunda Soysal’ın doktora tezini dinledik.

Tezini nasıl belirlediğini anlatarak konuşmasına başlayan Soysal, bunun ayrıca otobiyografik bir yanı olduğuna da değindi. Soysal, genetik temelli olabileceği söylenen bir rahatsızlıktan ötürü tedavi ararken Bruce H. Lipton’ın The Belief of Biology kitabıyla karşılaşmış. Henüz doktoraya başlamamışken bu kitabın onda epigenetiğe dair bir tecessüs uyandırarak konu hakkında yeni okumalara teşvik ettiğini söyledi. Tezinde ise bilhassa son on yılda oldukça gelişen epigenetik araştırmalarının ve deneysel çalışmalarının genetik biliminin yaklaşık yarım yüzyıldır sahip olduğu teorileri değiştirecek, dönüştürecek ya da tamamlayacak bir pozisyona ulaşıp ulaşmadığını araştırıyor. Ayrıca hem fen bilimlerinin hem de sosyal bilimlerin ortak konusu “insan doğası” kavramına epigenetiğin getirdiği yenilikleri incelemek, böylece halen birbirlerinden çok ayrı olan yaşam bilimleri ve toplum bilimleri arasındaki etkileşime katkıda bulunmak bu tezin nihai amaçlarından biri.

Genetik paradigmanın epey bir vakittir mevcut sorgulanamazlığının ve deterministik kibrinin epigenetik paradigmayla yadsındığını; çelişkilerinin, sınırlarının gösterildiğini; önemli sorunların tashih edildiğini ve eksiklerin tamamlandığını söyleyen Soysal, epigenetikle beraber kültür-çevre fenomeninin kuvvetli bir etken olarak tartışmaya dâhil edildiğini söyledi. Bunun da insan doğasına bakışı baştan sona değiştirebilecek bir etken olduğunu ifade etti.

Modern biyolojinin Charles Darwin ile ve onun klasik evrim teziyle başladığı bilgisini hatırlatan Soysal, genetik paradigmanın Mendel’in kalıtım yasalarını yeniden keşfiyle başladığını fakat modern sentez denilen, o kalıtım yasalarının genetik paradigmaya bağlanacak şekilde yorumlanmasının 1930’lara tekabül ettiğini söyledi. Epigenetik paradigma ise ancak 1970’lerin deneysel çalışmalarındaki verilere dayandırılabiliyor. Epigenetik mekanizmalar henüz çok yeni olduğu için sınıflandırması ve yerli yerine konulması, dolayısıyla da anlaşılması halen çok güç bir konu.

Doğa-kültür dikotomisini tezde ayrı bir bölüm olarak ele aldığını söyleyen Soysal, bu soruna genetik-epigenetik tartışmasından yaklaştığını, yani insanın doğuştan getirdiği özellikler mi yahut edinilmiş özelliklerinin mi insan doğasını daha çok belirlediğini tartıştığını ifade etti. DNA’nın ikili sarmal yapısının kâşiflerinden James Dewey Watson’ın “Kaderimiz yıldızlarda arardık ancak artık biliyoruz ki bu genlerimizde gizli” aforistik sözünü aktaran Soysal, DNA araştırmalarının ve “İnsan Genom Projesi” gibi devasa projelerin yaşamın sırrını çözmeye iddialı yaklaşımlarını ve her şeyin genetik dizilimde gizli olduğuna inanan genetik determinizmlerini eleştirirken genetik ve çevre arasındaki ilişkinin, epigenetik araştırmalarına dayanarak, asla tek yönlü olmadığını vurguladı. Yine de şu an çevresel verilerin genetik üzerindeki etkileri sayısallaştırmadığımızın ve ölçemediğimizin altını çizdi. Epigenetik teori bir yandan bize genetik paradigmanın sınırlılıkları hakkında önemli ipuçları veriyor fakat öte yandan bu ipuçlarını daha sonuna kadar takip edemiyoruz.

Genetik ve epigenetik her ne kadar iki karşı tarafmış gibi sunulsa da aslında bunların birbirini tamamlayan çalışma alanları olduğunu söylemeliyiz. Epigenetik, çevrenin genetiği/biyolojiyi bastırdığı ve sınırlandırdığı bir konu değil; hatta belki onun vasıtasıyla biyolojinin çevreye açıldığı bir husus olarak görülmelidir. Buradaki karşıtlığın tartışma için pratik bir fayda gözeterek ortaya konduğu belirtilmeli. Öte yandan, epigenetik araştırmaları henüz başlangıç aşamasında olduğundan ve dahi verileri biyoloji alanına mezcedilemediğinden bu iki alanın birleşik olarak anılması için daha vakit var diyebiliriz.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir