İstibdat’tan I. Dünya Savaşı’na Kadar Osmanlı’da Sinema
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi, Türk Sineması Araştırmaları Projesi ile birlikte Belgelerle Osmanlı’da Sinema Atölyesine bağlı olarak alanında uzman isimleri ağırlamaya devam etti. Kırkambar-Özel Etkinlik başlığı altında düzenlenen konuşmaların ikinci konuğu Ali Özuyar’dı.
Özuyar sözlerine Osmanlı’da sinemanın hikâyesinin Avrupa’yla eşzamanlı yürütüldüğüne değinerek başladı. Sinema ilk olarak canlı fotoğraf şeklinde adlandırılır. Canlı fotoğrafların perdeye aksetmesini sağlayan alet sinematograftır. Mucitleri ise Fransız Lumière Kardeşlerdir. Bu aletin keşfedilmesinden önce de birçok deneme yapılır. Bunlar sinematografa giden yolu açan öncülerdir. Sermet Muhtar Alus anılarında 1895’te ilk defa şahit olduğu “Kinetoskop”u anlatır. Onu uzunca bir sandığı andıran ve üstünde bir bakacı bulunan alet şeklinde tanımlar. Bu bakaca bir göz kapatılarak bakıldığında hareketler izlenebilmektedir. Lumièrelerin gösterim yaptıkları sırada Fransa’yı iyi bir şekilde takip eden Osmanlı basınından Servet-i Fünun’da sinematograf üzerine uzunca bir makale yayımlanır. Osmanlı daha ilk günlerinden itibaren sinematografa dair edinilen tecrübe hakkında hatırı sayılır bilgiye sahiptir. Lumièreler dünyanın dört bir yanına operatör kameraları göndermeye başlar ve filmlerin çekim süreci başlar.
1896’da önemli bir isim İstanbul’a gelir: Mösyö Janin. Gümrükten sinematografını geçirmekte zorlanır. Manivelalı aletlerin o dönemde Osmanlı’ya girmesi yasaktır. Durumun açığa çıkması için üç ay gibi bir süre geçer. Bu sürede devlet memurları sinematografın ne olduğu üzerinde ciddi bilgiler edinirler ve sonunda olumlu bir sonuç elde edilir. Ardından Ressam Henri Delavallée 12 Aralık 1896’da Sponeck’te halka açık ilk gösterimi gerçekleştirir. Bunun ardından Sponeck’teki gösterim sayıları artmaya başlar. Yine Henri, 1897’de gösterimleri Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesine taşır. Bu tarihlerde birçok ülkeden sinemacı sinematograf gösterimleri için Osmanlı topraklarına gelir. Bu gösterimler sadece İstanbul’da değil, taşrada da yapılır.
Vehimli bir padişah olan II. Abdülhamit bazı yasaklara başvurur. Ancak diğer taraftan sinemaya düşkünlüğüyle de bilinen biridir. Hatta Le Figaro gazetesi kendisini senarist ve tiyatrocu şeklinde tanımlar. Sarayda birçok oyun sahneler. Onun için sinema dünyadaki olayları Yıldız Sarayına taşıyan bir araç görevi görür. Örneğin Çin’de yaşananları merak eder ve oradaki olayları içeren filmleri talep ettiği bir yazı gönderir. Ayşe Osmanoğlu da anılarında iki Fransız hokkabaz tarafından gösterimler yapıldığı bilgisine yer verir.
Sinema aynı zamanda ciddi bir propaganda aracıdır. 1903 yılında Fransa’nın Pathé stüdyosunda ilk propaganda filmi Osmanlı Mezalimi gösterilir. Bu film o dönemde Avrupa’da neredeyse en çok gösterilen filmdir. Bu gibi filmlerin ortaya çıkardığı durumlar 1903’teki ilk imtiyazname gibi hukuki düzenlemeleri gerektirir. Osmanlı sinemayı yaşayarak öğrenir. Örneğin 1902 yılında Yunanlı sinemacı Dimitri, Mersin’de Manolin Gazinosunda bir gösterimde yıllar önce ölen sultan Abdülaziz’in at üstündeki suretini perdeye yansıtır ve bu seyirciler tarafından şaşkınlıkla karşılanır. Biraz da rahatsızlık yaratır, rencide edici bulunur. Şikâyetlerin ardından filmin programdan çıkarılmasına karar verilir.
İlerleyen zamanlarda iyi bir fotoğrafçı ve iyi bir tüccar olan Weinberg, sinemayı endüstri haline getiren Pathé’nin İstanbul’daki temsilcisi olacaktır. Bu birliktelik 1908’de Tepebaşı’nda ilk sinema salonun da açılmasına da öncülük eder. 1914 yılına kadar Türk tebaadan sinema işine soyunan hiç kimse yoktur. İlk isimler genç hukuk talebesi Cevat Bayer ve arkadaşı Murat Beyler’dir. Şehzadebaşı’nda sonradan adı Milli Sinema olarak değişen Imperyal Sinema’yı açarlar. Ayrıca Ankara Üniversitesi İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde muhafaza edilen belgelere göre Sirkeci’de Ali Muhsin Bey’in açtığı Türk Sineması adında bir sinema da mevcuttur. Hatta ilanlarında bu sinemadaki filmlerin sadece orada Türkçe yazıyla gösterildiği ifadelerine yer verilir. Aynı dönemde birçok sinemada Türkçe ara yazı görmek isteyen gençlerin propagandaları da yükselecektir.
Türkiye’de sinemanın tarihinin başlangıcı üzerinde kesin ve net bir bilgi bulunmamaktadır. 1907 yılında çekilen Manaki Kardeşlerin filmleri ilk olarak kabul edilse de aslında 1899 ile 1907 arasında sinema konusunda neler olup bittiğini net şekilde ortaya koyamamamız sebebiyle bu ifadeye mecbur kalınır. Bu dönemde yardım cemiyetleri de sinemayla içli dışlıdır. Osmanlı Donanma Cemiyeti, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti, Hilal-i Ahmer, Türk Ocakları gibi. Bu cemiyetler genelde iane gelirlerini arttırmak için sinematograf gösterirler. İlk sinema dergisi de 1914’te Müdafaa-i Milliye Cemiyeti tarafından çıkartılır.
Özuyar sinemanın propaganda aracı olarak kullanılmasının 1914-1918 arasında yaygınlaştığını ifade etti. Henüz tasnif edilmemiş olanlar arasında tarihimizi belirleyecek belgelere rastlanabileceği ekseninde konuştu. Son olarak da kendi sinema ilgisine dair bilgiler veren Özuyar katılımcılarla yeni çıkan kitabının ardından ikinci cilt olarak tasarladığı kitabına başladığı bilgisini paylaştı.