Türk Sinemasında Kahramanlar
Bilim ve Sanat Vakfı’nda, Sanat Araştırmaları Merkezi ve Türk Sineması Araştırmaları Projesi bünyesinde “Türk Sinemasında Kahramanlar” başlıklı bir panel düzenlendi. Havva Yılmaz moderatörlüğündeki etkinlik, Küre Yayınları’ndan çıkan Biraz Mağrur Biraz Mağdur: Türk Sinemasında Kahramanlar (Kasım 2017) kitabı çerçevesinde yapıldı. Panelin konuşmacıları Peyami Çelikcan, Mesut Bostan ve Yusuf Civelek idi.
İlk söz kitabın genel değerlendirmesini yapmak üzere Peyami Çelikcan’a verildi. Çelikcan’a göre, Türk sinemasına yönelik ilgi, son yıllarda iyimser bir noktaya giderken, kısıtlı kalan literatüre katkılar devam ediyor. Özellikle yeniden değerlendirmeye alınan Yeşilçam sineması üzerine araştırmalara ihtiyaç ortada. Tuba Deniz editörlüğünde yayına hazırlanan, geçmişten günümüze Türk sinemasından örneklerini ele alan çalışma bu açıdan büyük önem taşıyor. Zira hâlâ tartışılmayan ya da yeterince derinlikli ele alınmamış konular aydınlatılmayı bekliyor.
Peyami Çelikcan tam da bu noktada Türk sinemasının bazı yazarların iddia ettiği gibi yüzeysel değil, sosyolojik-psikolojik açıdan yapılacak analizlere açık olduğunun altını çizdi. Bu tartışmalarda özellikle karakter ve tip ayrımının başat rol oynadığına değindi. Tip denilince öğrenci, patron, işçi, esnaf gibi genel özelliklere sahip, derinliği olmayan bir toplumsal grup akla gelir. Karakter ise bireyselliğin, çatışmaların, derinliğin yansıtılmasıyla mümkündür. Tipler işlenerek karaktere dönüşür, bu karakterlerden bazıları ise ön plana çıkarak kahramana… Her karakter kahramana dönüşmez ama bazıları seyircinin de katkısıyla kahramanlaşır. İşte bu kahramanların analizlerine giden kitap, Çelikcan’a göre farklı veçhelerden ve disiplinlerden sinemaya bakışıyla büyük bir zenginlik içeriyor.
Peyami Çelikcan, kitapta yer alan makalelere de değindi. Türk sinemasında entelektüel yabancılaşmanın serüvenini konu eden Yusuf Civelek’in, kahraman mitine odaklanan Barış Saydam’ın, otoriter ve güçlü konumunun yerine günümüz temsillerinde adeta yere yığılan baba figürüne dair bir makale kaleme alan Metin Demir’in, sinemamızın patron babası Hulusi Kentmen yazısının sahibi Mesut Bostan’ın, destan geleneği ve toplumsal cinsiyet bağlamında irdelenen Kadir İnanır yazısı ile Koray Sevindi’nin, sinemamızdaki Kürt kimliklerine yoğunlaşan Yasin Aydınlık’ın, Şaban karakterinin sosyo-politik ve antropolojik bir okumasını yapan Hüseyin Etil’in, post-Yeşilçam’ın “cinsel özgürlükçü” ikonu Müjde Ar’ı konu eden Hilal Turan’ın, masum rollerinden güçlü bir kadın profiline evrilen Hülya Koçyiğit’in filmografisini kritik eden Havva Yılmaz’ın, kutsal aurasından kopartılarak hastalıklı bir temsile dönüşen annelik meselesi üzerine yazan Tuba Deniz’in, Türk sinemasının güzelleşen çirkin kızlarını analiz eden Nur Şeyda Koç’un, Türk sinemasının hasta erkek temsillerini inceleyen Nuray Hilal Tuğan’ın ve “Bir Kahraman Olarak İstanbul” yazısı ile Ayşe Adlı’nın çalışmalarını Peyami Çelikcan teker teker kritik etti.
İkinci konuşmacı Yusuf Civelek, Yeşilçam’a dair nostaljik ve objektif olmak üzere iki türlü bakışın varlığına dikkat çekerek sözlerine başladı. Civelek’e göre sinema bir nevi edebiyatın devamı niteliğindedir ve toplumsal değişimi yansıtması bakımından değer taşır. Buna ek olarak, filmlerde mekânlar üzerinden kurulan ilişki, modernizmle değişen koşulları da yansıtır. Araba Sevdası romanında yansıtılan koşullar ya da daha geç dönem Yaban’da Ahmet Celal’in köylülerle ve köyle çatışıp yaban olarak etiketlenmesi, Türkiye’nin sosyolojik değişimini imler. Türk sinemasına bu bakış açısının yansıması ise İstanbul’un Kızları ya da Gurbet Kuşları gibi yapımlarla olmuştur. Şehirdeki yabancı, geleneksel-modern çatışması, aydın yabancılaşmaşı gibi motifler sinemanın ilk yıllarından itibaren tartışma konusudur. Cumhuriyet ideolojisinin de etkisiyle, köy kötücül görülür ve daha çok alt sınıfla ilişkilendirilirken; şehir apartmanlar, zenginlik ve medeniyetle eşleştirilir. Ayrıca sinemada ne yapacağı her zaman önceden belli olan, hayal perdesi tiplerini hatırlatan roller de bu zıtlığı destekler.
1970’lerden sonra, özellikle de 1980’lerde sinemanın anlatım dilinin farklılaşması ve şehirlileşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte zenginlik, modernlik imgeleri de normalleşir. Gündelik hayatın ayrıntılarına yer veren ya da kırsalı estetize eden yaklaşımlar yaygınlaşır. En temel tartışma, bir aydın hastalığı olarak yabancılaşma ise konu olmaya devam eder. Aydınlar kırsal dahil olmak üzere her şeyi umutsuzluk içinde görmeye ve bunalıma sürüklenmeye…
Türk sinemasını incelemenin bir bilinçdışını anlama çabası olduğuna dikkat çeken Mesut Bostan, toplumu anlamanın bir yolunun da sinema olduğunu belirtiyor. Makalesinde patron baba imajıyla Hulusi Kentmen üzerine eğiliyor. Konjonktürün de etkisiyle, siyasi figürlerin yansıtılması yasak olduğundan, otorite figürü sinemada daha çok şefkatli, adaletli patron baba olarak sunulur. İşçi baba ise yine toplumun onayına dayanan muhtar, şef, ileri gelen, esnaf gibi rollerle yansıtılır. Genelde işçi-patron zıtlığından beslenen filmler, işçilerin üstünlüğünün onaylanması ile biter. Toplumsal gerginliklerin artmasıyla, işçi babanın dramı zamanla artar, patron babanın üstünlüğü ise kaybolur. Zamanla Hulusi Kentmen’in oynadığı rollerdeki dönüşüm pasif, arabulucu pozisyonda bir babaya dönüşür.
Aslında kitapta ve paneldeki analizlerin temel noktası toplumun nereye doğru evrildiği ve sinemanın hangi yönleriyle bunu perdeye taşıdığına dair derinlikli bir okuma yapmaktır. Yeşilçam’ın ve yeni Türk sinemasının toplumun bütün yönleriyle analiz edilmesi açısından ne kadar önemli olduğunu, filmlerde kahramanlaşan karakterlerin temsil ettiği sosyolojik ve psikolojik zemini tartışan ve bu şekilde sinemaya bir araştırma pratiği olarak da yer veren panelin, yeni sentezlere ve tartışmalara esin vermesi temennidir.