Yükselen Bir Güç Olarak Türkiye’nin Küresel Yönetişim Politikası
Küresel Araştırmalar Merkezi Tezat programının Şubat ayı konuğu Şükrü Aydın oldu. Aydın 2017 yılı Kasım ayında, Marmara Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler (İngilizce) anabilim dalında savunmuş olduğu “Assessing Global Governance Policy of Turkey as a Rising Power: Motivations, Strategies, Instruments” (Yükselen Bir Güç Olarak Türkiye’nin Küresel Yönetişim Politikasının İncelenmesi: Motivasyonlar, Stratejiler, Araçlar) başlıklı yüksek lisans tezi üzerine bir konuşma gerçekleştirdi.
Kavramsal çerçeve olarak “küresel yönetişim” ve “yükselen güç” kavramlarının analizini yapan Aydın, küresel yönetişim kavramının nasıl tanımlanması gerektiğini ve günümüzde hangi ülkelerin küresel yönetişimde yükselen güç olarak kabul edildiğini, literatürdeki kaynaklar nezdinde Türkiye’nin küresel yönetişimde yükselen güç kavramı çerçevesinde nasıl konumlandırıldığını açıkladı. Daha sonra ulus devletin inşasından itibaren tarihsel süreçte Türk dış politikasının küresel yönetişim kavramı çerçevesinde analizini yapan Aydın, önceki dönemlerde daha pasif politikalarla hareket eden Türkiye’nin AKP döneminde, özellikle Davutoğlu’nun metodolojik ve operasyonel politikaları çerçevesinde daha aktif bir küresel yönetişim politikasına yöneldiğini ve bu bağlamda bölgesel ve küresel ölçekte yükselen bir güç olarak addedilmeye başladığını belirtti.
Özellikle küreselleşmenin artan etkisinin sonucunda deterministtik-pozitivist uluslararası ilişkiler teorilerinin güncel “yeni dünya düzeni”ni açıklamada yetersiz kalmaya başlamasıyla küresel yönetişim kavramının ortaya çıktığını belirten Aydın, Thomas Weiss gibi bazı akademisyenler tarafından bu kavramın bir tür “yeni dünya düzeninin kurulması için kurtarıcı olarak görüldüğünü belirtti. “Küresel yönetişim” kavramının 1992 yılında James Rosenau tarafından ortaya atıldığını ve günümüz uluslararası siyasetini tanımlamada en önemli kavramlardan biri olduğunu ifade eden Aydın, artan küresel ortak sorunların çözümü için devletlerin, uluslararası örgütlerin, uluslararası sivil toplum kuruluşlarının ve uluslararası şirketlerin bir araya gelerek çözüm bulma çabasının bu kavram çerçevesinde değerlendirildiğini ifade etti. Bu bağlamda bakıldığında, aktif politikalar üreten aktörlerin sürecin yönetiminde daha ön plana çıktığını ve yumuşak güç, demokrasi, siyasi açıklık ve uluslararası entegrasyonun bu süreçte etkili olduğunu açıkladı. Kısacası “küresel yönetişim” kavramının uluslararası düzeyde temsil yetkisi bulunan aktörlerin bir araya gelerek dünya siyasetinin yönetiminde ortak bir liderlik mekanizması geliştirilmesi olarak açıklanabileceğini ifade etti.
Yükselen güç kavramının da aynı şekilde literatürde 2001 sonrası kullanılmaya başlandığını ve BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkelerinin 2009 yılında ilk zirvesinin gerçekleşmesiyle birlikte siyasi bir boyut kazanarak uluslararası sistemde önemli bir kavram haline geldiğini belirten Aydın, yükselen güçler sayesinde örneğin G20 yapısıyla küresel yönetişimin daha kapsayıcı bir hal aldığını ifade etti. Türkiye’nin henüz BRICS ülkeleri içerisinde yer almamasına rağmen artan diplomasi çabaları, ekonomik gelişmeleri ve Doğu-Batı medeniyetleri arasındaki önemli konumu sayesinde yükselen bir güç olarak literatürde görülmeye başladığı belirtildi. Özellikle Türkiye’nin bu konumu Ziya Öniş ve Mustafa Kutlay’ın belirttiği “near-BRICS” (BRICS-yakını) ve Richard Fontaine ve Daniel Kliman’ın ifade ettiği “global swing state” (küresel düzeyde salınan devletler) kavramları çerçevesinde analiz edilerek bölgesel ve küresel boyutta AK Parti döneminde gelişen bir devlet imajı oluşturduğuna vurgu yapılmıştır. Nitekim MIKTA (Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve Avustralya) yapısının kurulmasıyla, Türkiye’nin yükselen güç statüsü küresel boyutta önem kazanmıştır.
Şükrü Aydın, tezinin ana bölümünde Türk dış politikasında özellikle 2005 sonrası küresel yönetişimde Türkiye’nin kullandığı motivasyonlar, stratejiler ve araçlara odaklanarak Türkiye’nin küresel yönetişim politikası algılamasında gerçekleşen değişimi vurguladığını söyledi ve konuşmasını da bu çerçevede ele aldı. Türkiye’nin G-20 ve BM gibi yeni gruplar içerisinde artan ilgisi ve aktif rolü ve MIKTA ve BRICS ülkeleriyle gelişen yakın ilişkileri, yeni küresel yönetişim aktivizmi ve çeşitlenen stratejileri ile birlikte bu süreçte kullandığı araçları detaylı bir şekilde açıkladı. Türkiye’nin özellikle küreselleşmenin en yoğun düzeyde yaşandığı 2000 sonrası dönemde, bölgesel ve küresel ölçekte daha görülür bir hale geldiğine ve küresel yönetişimde aktif roller almaya başladığına dikkat çekti.
Türk dış politikasında AKP döneminde en büyük motivasyon olarak İslami arka plana sahip bir partinin iktidara gelmesi olduğunu belirten Aydın, bu sayede önceki dönemlere Orta Doğu’ya ve diğer bölgelere yönelim konusunda duyulan çekincenin ortadan kalktığını belirterek Türkiye’nin çoğu bölge ve örgütte artan aktif rolünün bu çerçevede açıklanması gerektiğini vurguladı. AKP dönemini Türk dış politikasında kullanılan stratejiler olarak Davutoğlu’nun geliştirdiği stratejik derinlik, komşularla sıfır sorun politikası, karşılıklı ekonomik bağımlılık politikalarının, operasyonel ve metodolojik prensiplerin özellikle 2012 yılına kadar başarılı olduğunu vurguladı. Bunun yanı sıra bölgesel ve küresel örgütlere aktif katılım ve alınan önemli roller, bölgede barışçıl bir düzenin sağlanması için arabuluculuk faaliyetlerinin ve ilerde oluşabilecek sorunların önceden barışçıl bir şekilde çözülmesi için “Medeniyetler İttifakı” gibi yeni girişimlerdeki Türkiye’nin rolünden bahsedildi. Yukarda belirtilen motivasyonlar ve stratejiler çerçevesinde AKP dönemi Türk dış politikasında yumuşak gücün önemli bir araç olarak kullanıldığını belirten Aydın, özellikle diplomatik misyonların artışıyla Türkiye’nin daha fazla ülkede görünür olduğunu, kamu diplomasisi, insani diplomasi ve kültürel diplomasi araçlarıyla ciddi manada faaliyetler yapılarak Türkiye’nin bölgesel ve küresel boyutta yükselen gücünün pekiştirildiğini belirtti.
Küresel yönetişim ve yükselen güç kavramları çerçevesinde Aydın’ın tezinde tartıştığı husus küreselleşme çağında Türkiye’nin uluslararası siyasette daha iyi konumlandırılması için ürettiği stratejiler ve araçlar çerçevesinde özellikle 2012 yılına kadar ciddi atılımlar yapıldığı ve bu bağlamda Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası siyasette yükselen bir güç olarak görülmeye başlandığıdır. Ancak Arap Baharı ile birlikte gelişen iç ve dış dinamikler, Türkiye’nin stratejileri ve araçlarının efektif bir çözüm bulamaması sebebiyle 2012 sonrası sekteye uğramıştır. 2015 sonrasında ise gerek PKK/YPG gerekse IŞİD tarafından artan terör eylemleri, ayrıca darbe girişimi ve FETÖ paralel devlet yapılanmasıyla uğraşmak zorunda kalan Türkiye 2015 yılına kadar kullanmış olduğu “yumuşak güç” kavramının yanına “askeri güç” kavramını da ekleyerek içerde ve dışarıda güvenlik politikalarına yönelmeye başlamıştır.