Eski Köye Yeni Roman: Köy Romanının Tarihi, Kökeni ve Sonu (1950-1980)
Irmak, köy roman(cı)ları ile köy hakkında eser veren veya köyde geçen romanlar yazan Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Kemal Tahir gibi toplumcu gerçekçi yazarları birbirinden ayırarak başlıyor işe.
Mahmut Makal’ın Bizim Köy’ünün (1950) kitap halinde yayımlanmasından Fakir Baykurt’un türü Almanya’da yaşatmaya çalıştığı ilginç Duisburg üçlemesine –Yüksek Fırtınalar, Koca Ren, Yarım Ekmek– kadar otuz yılı aşkın bir zaman Türk edebiyatının en başat türlerinden biri olan köy romanı, edebiyat tarihindeki bu önemli yerine rağmen çerçevesini çizen bir okumadan ve onu bütünüyle değerlendiren bir çalışmadan yoksundu. Türkiye’de toplumsal gerçekçilik tartışmalarının köprübaşında duran, 12 Mart romanları öncesi belki de Türk edebiyatındaki ilk (proto-)politik tür olan köy romanı, Erkan Irmak’ın Eski Köye Yeni Roman kitabıyla ilk defa bütün tarihiyle birlikte değerlendiriliyor ve tanımlayıcı bir okumaya kavuşuyor. Aslında Irmak’ın kitabı konu hakkındaki ilk çalışma değil. Kitapta da belirtildiği üzere Gündüz Akıncı’nın Türk Romanında Köye Doğru (1961) ve Ramazan Kaplan’ın Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Köy (1988) adlı eserleri köy meselesine eğilirler ancak bunlar bir tür olarak “köy romanını” tefrik etmezler. Aksine, bir tema olarak Türk romanında köyü inceleyen bu çalışmalar daha sonra köy romanı deyince akla gelen birbiriyle uyumsuz ve kafa karışıklığına yol açan birçok nitelemenin de kaynağını oluşturmaktadır. Bu yüzden bilhassa Fakir Baykurt’un romanlarını merkeze alan Irmak, köy roman(cı)ları ile köy hakkında eser veren veya köyde geçen romanlar yazan Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Kemal Tahir gibi toplumcu gerçekçi yazarları birbirinden ayırarak başlıyor işe.
Medeniyet Araştırmaları Merkezinin Kitâbiyat toplantı dizisinin konuğu olarak konuşan Irmak, bir örnek olarak Orhan Kemal’in çok bilinen Bereketli Topraklar Üzerinde romanını veriyor. Bütün çalışmalarda köy romanı olarak geçen bu romanın yalnızca birkaç sayfasının köyde geçtiğini belirten konuşmacı, yapıtın asıl meselesinin Çukurova’daki değişen çalışma koşullarının ve yeniden şekillenen kent ve kapitalizm ilişkilerinin şehre göçen köylüler üzerinden anlatılması olduğunu belirtti. Böyle bakıldığında Reşat Nuri’nin Çalıkuşu, Yakup Kadri’nin Yaban’ı gibi romanları da köy romanı kategorisine sokabileceğimizi söyledikten sonra haklı olarak bunların kimse tarafından köy romanı görülmediğini, ancak köylülerle karşılaşan şehirli karakterlerin meselelerini tartışan “şehirli romanı” olarak tasnif edilebileceğini ifade etti.
Köy romanının ortaya çıkmasında Köy Enstitülerinin rolüne değinen konuk, enstitü mezunu yazarların köy hakkında yazmalarının en azından 1960’ların ortalarına kadar bir tercih değil de kaçınılmaz bir sonuç olduğuna değindi. Köy temalı romanlar denince akla gelen Kemaller (Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir) için köyün her zaman daha büyük bir meselenin gösterilmesinde araçsallaştığını belirten Irmak, enstitü mezunu romancılarda ise köyün tekil ve dışa kapalı aktarımının ön plana çıktığını söyledi. Yani yorumlamaktan ziyade fotoğraflayan, dönüştürmek yerine betimleyen bir anlatıma sahiptirler. Bu romanlardaki Kemalizm vurgusu ve Aydınlanmacı fikirlerin tervici ise yegâne ideolojik boyuttur. Toplumcu gerçekçi yazarlar gerektikçe köyden yararlanmış, 1970’li yıllara gelince de yeni şehirli işçi sınıfıyla ilgilenmeye başlamışlardır. Enstitülü romancılar ise böyle bir yönelimi gerçekleştirmeyecek, tabiri caizse köy romanı yazmaya mahkum kalacaklardır.
Millileşme yolundaki pek çok edebiyat gibi modern Türk edebiyatı da erken tarihlerde yüzünü köye dönmüştür. Bazı zaman toplumun kirlenmemiş, pirüpak özünü temsil eden kimseler olarak köy ve köylüler yüceltilmiş, bazı zamansa tam aksine yeni rejimin kendilerinden istediği hamleleri ve ilerlemeyi gerçekleştiremedikleri ve eski yaşam biçiminde kalmayı ısrar ettikleri için tekdir edilmiştir. Yakup Kadri’nin Ankara’sı hayal ettiği köylü ütopyasıyla birinciyi örneklerken, yine onun yazdığı Yaban ise cumhuriyetin vaat ettiklerinin kıymetini hâlâ anlayamamış yoz köylüleri anlatır. Daha sonra 90’lardaki “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?” tartışmasına kadar bu bir yandan romantize etme bir yandansa tahkir etme yönündeki ikili tavrın örneklerini sık sık göreceğizdir. Köy romanı türünü ve geleneğini bunlardan ayıran şey romantik idealleştirme ve cehaletle itham arasında salınan ve hep şehirli yazarlar tarafından anlatılan köylülerin bu türle birlikte iki ucu da savrulmayan bir tasvire kavuşmaları ve kendini köylü olarak gören yazarlar tarafından anlatılmalarıdır. Bunun da ilk örneğini Mahmut Makal’ın Bizim Köy’ü teşkil eder. Köye yönelik bu yeni bakış Makal’la başlayacak ve etkileri 1980’lere kadar sürecek Türkiye’ye mahsus bir köy edebiyatını oluşturacaktır. Mahmut Makal’ın Bizim Köy’ünün köy notları türündeki ilk eser olmamasına rağmen köy romanının başlangıcı kabul edilmesini bu sebebe bağlayan Irmak, Cahit Beğenç’ın 1948’de yani Makal’dan iki yıl önce yayımlanan yine Bizim Köy adlı romanının ya da Muhtar Körükçü’nün Makal’ın kitabıyla aynı yıl yayımlanan Köyden Haber’inin köy romanına kaynaklık edemediğini söyledi. Çünkü Beğenç’in romanı cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tesadüf edilen romantik köycü söyleme yaslanırken, Körükçü’nün notları da köy romanı ile köy temalı romanlar arasındaki farkın ilk örneğini oluşturur. Yaşar Nabi’nin sözleriyle “Evvela Mahmut Makal, köyü, onun içinde doğup büyümüş bir köylü gözüyle görerek bize anlatmıştı. Muhtar Körükçü ise köyü bir şehir çocuğu, aynı zamanda bir memur gözüyle görüyor ve bize anlatıyor”.
Bunlarla birlikte köy romanındaki yaşlı bilge motifinin, olay-zaman-mekân üçlüsünün kullanımının ve dinin yadsınmasının türün sabitelerinden olduğunu açıklayan Irmak, bunları örnekleyerek konuşmasını sonlandırdı. Bu üçlünün köy romanını hem köy temalı romanlardan ayırmak hem de köy romancılarının enstitülerde aldıkları eğitimin edebiyatlarını belirleyiciliğini göstermek açısından aydınlatıcı olduğunu ekledi.