Edirne Üç Şerefeli Cami ve Belgeler Üzerinden Erken Dönem Onarımları
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Kırkambar Tez Sunumu kapsamında Şubat ayında mimar Feyza Köse’den “Erken Osmanlı camileri içerisinde Edirne Üç Şerefeli Camii ve Belgeleri Üzerinden Cumhuriyet Dönemine Kadar Geçirdiği Onarımlar” başlıklı tezini dinledik. Köse, özellikle elde edilen arşiv belgeleri ışığında yapının 18. ve 19. yüzyıllar içinde geçirdiği onarımları tespit ederek zaman içinde özgün yapısının ne kadar korunduğunu ve geçirdiği onarımların aynı zamanda hangi yapısal problemlerden kaynaklandığını saptamayı hedeflediğini, bu süreçte literatür taraması, yazma eserlerle seyahatnameler, arşiv belgelerinin incelediğini belirtti.
Üç Şerefeli Camii’nin en dikkat çekici özelliğinin toplumsal hafızamızda yer eden merkezi kubbeli ve avlulu anıtsal Osmanlı cami mimarisinin ilk örneği oluşu olduğunu vurguladı.
II. Murat dönemine genel olarak baktığımızda devlet hem ekonomik hem de bürokratik olarak güçlenip gelişmiştir. Osmanlı güçlü bir devlet olma yolundadır. Özellikle Balkanlar’da kalıcı olarak genişlemiştir. Osmanlı toprakları farklı coğrafyalarda gelişirken özellikle Orta Asya, İran, Bizans uygarlıklarının etkileri ile Osmanlı kültür ve geleneği olgunlaşmıştır. Bu dönemin nüfusuna bakıldığı zaman müthiş bir çeşitlilik barındırmaktadır. Moğol akınları nitelikli insan guruplarını batıya doğru sürüklemiştir. Köse’nin belirttiğine göre erken dönemde en fazla yapı inşa edilen dönem II. Murat dönemi olmuştur. Hatta çok fazla yapı inşa ettirdiği için II. Murat “Ebu’l hayrat” unvanını almıştır. En çok Edirne, Bursa ve Gelibolu da inşa çalışmaları yapılmış. Bu yapılar cami, medrese, hamam, bedesten, zaviye, türbe ve kervansaray şeklinde olmuştur.
Bu dönem camilerini incelediğimizde Osmanlı camilerinin İslam coğrafyasındaki diğer devletlerdeki cami mimarisiyle kıyaslanamayacak bir ilerleme gösterdiği görülmektedir. Selçuklularla başlayan bu ilerleme yeni düzen ve biçim arayışları ile özgün sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Köse genel anlamda bu dönem camilerin üç tipte sınıflandığını anlattı. Tek kubbeli camiler, tek mekânlı mescitler, zaviyeli camiler. Bunların dışında Edirne Üç Şerefeli Camii’nde merkezi kubbe planlı ve anıtsal boyutu ile yeni bir ulu cami tipi olarak ortaya çıkıyor.
Feyza Köse caminin ilkin Yeni Muradiye, Yeni Cami ve Cami-i Cedid gibi isimlerle anıldığını, Selimiye Camii’nin yapımından sonra da Üç Şerefeli Camii adı ile bilindiğini ifade etti. II. Murat’ın yapıya büyük önem atfettiğini, Macaristan savaşına gitmeden önce adak olarak adadığı ve temellerini kendi elleri ile attığını aktardı. Yapının mimarının kim olduğu konusunun ulaşılan kaynaklarda tartışmalı olduğunu belirtti. Tarih-i Âli Osman’a göre mimarının Muslihiddin, yardımcısının mimar Şahabettin olduğu, Örfi Mehmet Ağa Tarihi’nde yine mimarının Muslihiddin yardımcısının Şemseddin olduğu yazmakta. Beşir Çelebi’nin risalesinde Edirne sarayını yapan, elleri ve ayakları sakat, sedye ile taşınan yetenekli bir mimar olduğu yazmaktaymış. Bu bilgiden Evliya Çelebi de bahsetmiş. Evliya Çelebi ayrıca yapıdaki hayranlık uyandıran süslemeleri İran’dan gelen ustaların kendi getirdikleri boyalarla yaptıklarından bahseder. II. Murad’ın ustalara çok cömert davrandığı, bunu duyan ustaların inşaatta yer almak istedikleri kayıtlarda vardır. Camiin vakfiyesi günümüze ulaşmamıştır. II. Murat madenlerle zengin Kratova bölgesini camiin giderlerinin karşılamak için vakfetmiştir. Konuşma, bu doğrultuda yapının özellikleri ile devam etti.
Buna göre camiin mimari özellikleri şöyle: Cami batıdan doğuya doğru yükselen eğimli bir araziye yerleştirilmiştir. Enine gelişmiş dikdörtgen plan şemalı yapı ana mekân ve avlu olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Avlunun köşelerinde dört minare yer almakta, Osmanlı mimarisinde o döneme kadarki en geniş açıklıkta kubbeye sahip cami, merkezi ana mekâna sahip cami geleneğinin öncüsü sayılmaktadır. Avlusunun revaklı iç avlusu yine bir ilk olma özelliğini taşımaktadır. Minareleri erken Osmanlı döneminde dört minare uygulamasının yapıldığı ilk örnek olmakla birlikte minarelerin her biri farklı biçim, ölçü ve süsleme örneklerine sahiptir.
Yapının teknik özellikleri ise şöyledir:Altıgen kasnak üzerine oturan merkezi kubbenin enine genişleyen dikdörtgen mekânı örttüğü ilk plan örneği yani ilk altıgen planlı cami örneğidir. Merkezi ana kubbe kasnağı dışarıdan 24 köşelidir ve çevresinde kubbeyi destekleyen payanda kemerleri bulunmaktadır. Bu payanda kemerleri Osmanlı mimarisinde uygulanmış olan ilk payanda kemerleri olma özelliğini taşımaktadır. Tanyeli’nin tespitine göre “demir kubbe kuşaklama” uygulaması ilk olarak bu camide görülmüştür. Hem mihrapta hem minberde zengin taş süslemeleri vardır. Dikkat çekici kalem işi uygulamaları bulunmaktadır ancak Köse’ye göre zaman içerisinde cami birçok onarımdan geçtiği için bu kalem işi uygulamaların hangi dönemlere ait olduğu konusu tartışmalıdır. Yapının mevcut kalem işleri incelendiğinde son yapılan restorasyon uygulamalarında çağdaş restorasyon anlayışına göre kalem işi yüzeylerde özgün uygulamalar açığa çıkarılarak küçük bölgeler halinde gösterilmektedir. Süheyl Ünver 1949 yılında cami kubbelerindeki kalem işleri hakkında bir makale yayınlamış ve avludaki 14 kubbenin iç kısmında tespit ettiği özgün kalem işlerini bu makalesinde yazmıştır. Konu ile ilgili başka bir araştırmacı olan Demir, Ünver’in tespit etiği kalem işlerinin aslında özgün olmadığını, 1762 onarımında orijinal ana çizime uyularak farklı bir üslupla, 18. yüzyılın zevk ve tekniğine uygun olarak yenilendiğini bildirmektedir.
Köse’nin tezinde belirttiği gibi camiin çok zengin ahşap süslemeleri mevcuttur. Özellikle pencere kapaklarında çok çeşitli kündekâri örnekleri bulunmaktadır. Taç kapı kitabesi özgün fakat son cemaat yerinde olanların özgün olmadığı görülmektedir.
Genel olarak camiye baktığımızda Edirne Üç Şerefeli Cami Osmanlı mimarisinde özel bir yere sahip. Ayverdi Üç Şerefeli Cami için “Osmanlı mimarisinin zirveye giden yolunda bir dönüm noktası” olduğu yorumunu yapmaktadır. Doğan Kuban ise onu “geleneksel İslam camii plan şemasının gelişerek tek kubbeli merkezi mekân geleneği ile birleşmesinin göstergesi” olarak yorumlamıştır. Mihrap önü kubbesinin zaman içerisinde dönüşerek, giderek merkezi mekânı örtmesi diğer İslam ülkelerinde rastlanmayan bir gelişme olarak görülmektedir. İlk defa yeni fikirlerin test edildiği bir tecrübe oluyor Üç Şerefeli Cami. Camiin inşası ile beylikler ve erken dönem Osmanlı mimarisinin mekânsal tecrübeleri tamamlanmış, ayrıca bu yapıda uygulanan birçok yeni özellik İstanbul’un fethinden sonra anıtsal boyutlardaki Osmanlı yapılarında uygulanmıştır. Köse, camiin 27 metre çapındaki anıtsal kubbesi İslam mimarisinde altıgen plan üzerine oturan ilk örnek olduğunu özellikle vurguladı.
1754 yılında Edirne’de büyük bir deprem oluyor ve yapı çok büyük zarar görüyor. O depremden sonra bir keşif listesi hazırlanıyor. İlk keşif listesi uygulanmıyor sonra ikinci bir liste hazırlanıyor ve bu liste uygulanıyor. Bu listelerin bulunduğu belgeleri Ekrem Hakkı Ayverdi yayınlıyor. Köse yayınlanan bu belgelerde camiin zarar gören yapı elemanlarını ve ne şekilde onarıldığını ayrıntılı bir şekilde gördüğünü ifade etti. Ayrıca günümüze ulaşmayan ama adı geçen yapı elemanları da onarımların maliyeti ile birlikte bu listelerde yer alıyor. Bu depremde camiin dört minaresi, birinci şerefesi, son cemaat yeri de yıkılmıştır. Ayrıca kuzey batı yan kubbesi de yıkılmıştır. 1764 sonrası yapılan onarımda minareler tekrar yapılırken şerefe altı mukarnas detaylar düz silme olarak geçilerek özgün yapısına aykırı hareket edilmiştir. Son cemaat yeri tonoz iken kubbe olarak yenilenmiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi elindeki bilgilere göre bir restitüsyon çizmiştir. Bu çizimlerden yapının günümüze ulaşmamış yapı elemanlarını öğrenmekteyiz.
Feyza Köse 19. yüzyıl onarımlarına geldiğinde ise bu döneme ait bilgilere ulaşmak için vakıflara ait 450 adet belgeyi tespit etmek durumunda kaldığından bahsetti. Bu belgelerde genel bakım onarımla ilgili verileri elde ettiğini; bu onarımların tesisat, cam ve çerçeve, avize bakımı, halı değişimi gibi işleri kapsamakta olduğunu ifade etti. Bu dönemdeki en önemli müdahale burma minaredeki onarım olmuş. Bunun dışında suyolları ve su terazisi gibi camiin alt yapısına ilişkin diğer onarımlar tespit edilmiş. Bulunan belgelerden Balkan savaşında caminin depo olarak kullanıldığını öğreniyoruz. Yine bu belgelerde caminin batı cephesine bitişik dükkanların olduğu, bu dükkanların yangın geçirdiği ve yangından sonra dükkânların cami çevresini çirkinleştirdiği gerekçesi ile verilmiş bir istimlak kararı bulunduğu bilgisini ediniyoruz.
Köse arşivleri incelerken paratoner uygulamasına ait bazı yazışmalar bulduğunu belirtti. Camie yıldırım düşmesi ve yangın geçirme tehlikesine karşı paratoner yapılması kararının olduğunu belirtti. Bu dönemde yapılmış en büyük, en maliyetli ve hakkında en detaylı bilgiye sahip olduğumuz onarım, genel bakım ve dekorasyon ağırlıklı iç sıva ve süslemeleri kapsayan 1890 ve 1893 yıllarındaki onarım olmuştur. Yine bu dönemdeki yazışmalara baktığımızda Edirne valiliğinin camiin bir asırdır onarım geçirmediğini, acil onarıma ihtiyacı olduğunu merkezdeki vakıflara bildirdiğine dair belgelere rastlıyoruz. Bu belgelerde belediye mühendisiyle birlikte bir keşif listesi hazırlanıp gönderildiği ve sarayın hendesehanesinden gelen onayla camiin onarımına başlandığı ifade ediliyor. Burada bizim için önemli olansa o dönemde yapılmış çizimlerin günümüze ulaşmış olmasıdır. Bu çizimlerden yapının günümüze ulaşmamış bazı bölümlerini de gördüğümüz için öncesi ve sonrası arasındaki farkları tespit etmekte kolaylık sağlanmıştır.
Edirne Üç Şerefeli Cami mimarlık tarihimizde birçok ilki bünyesinde barındıran bir yapı olmuştur. Bu anıtsal yapının zaman içerisinde geçirdiği onarımların ne boyutta olduğunu Feyza Köse’nin tezi için yaptığı arşiv çalışmaları sayesinde detaylı bir biçimde açığa çıkmıştır.