Ahlat Ağacı’na Yansıyan Türkiye Manzaraları
Film orta sınıfın milyona varan okumuş ama işsiz, atanamayan çocuklarının geleceğini sorguluyor. Bu işsiz çocuklar hayallerini gerçekleştirebilmek için Ahlat Ağacı filminde olduğu gibi dedesinin el yazması kitaplarını ya da babasının çok sevdiği köpeğini satacak kadar gözlerini karartmış vaziyette.
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi ile Türk Sineması Araştırmaları’nın birlikte düzenlediği “Ahlat Ağacı’na Yansıyan Türkiye Manzaraları” başlıklı panel yoğun bir dinleyici katılımı ile gerçekleşti. İlk konuşmacı Barış Saydam, Ceylan’ın birçok yönetmenden esinlendiğinin altını çizerek bazı filmlerden örnekler verdi. Bunlardan biri Robert Bresson’un Pickpocket (1959) filminin giriş sahnesiydi. Bresson’un filmlerinde sıklıkla kullandığı “eksiltili anlatım”, Nuri Bilge Ceylan’ın sinema dilinde de önemli bir yere sahip. Mesela İklimler (2006) filminin sonu eksiltili anlatım için iyi bir örnek. Saydam’ın izlettiği diğer görüntü ise Ingmar Bergman’ın Kış Işığı (1963) filminde rahibin Tanrının varlığını sorguladığı kesitti. Bu sahnedeki ışık gibi Ceylan’ın Ahlat Ağacı filminde Sinan ile Hatice’nin çeşme başındaki karşılaştığı sahne soyut anlatıma imkân sağlayan bir derinliğe sahip. Bu sahneyi Batı resminde çokça tasvir edilen Adem ile Havva’nın karşılaşmasına bir atıf olarak değerlendirmek mümkün.
Hüseyin Etil, Nazım Hikmet’in Davet şiirinde “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” ifadesiyle tasvir ettiği Türkiye’nin Nuri Bilge Ceylan sinemasındaki yansımasının Ahlat Ağacı olduğunu, “Ormandan, Ahlat ağacına…” sözleriyle mühürledi. Ahlat Ağacı’nın Ceylan’ın Kış Uykusu (2014) filmi gibi Rusya’nın steplerinden gelen bir hikâye olmadığını, daha buralı ve buradaki insanların meselelerini dert edinmesi açısından önemli bir iş olduğunu vurguladı. Filmdeki Sinan bir “karakter” olarak perdede belirirken çevresindeki diğerleri “tip” (anne, baba, kardeş, aydın, imam, müteahhit) olarak kurgulanmış görünüyor. Son yıllarda Türkiye’deki birçok tartışmanın ekseninde yer alan belediye-müteahhit ilişkisi, taşra ve atanamayan öğretmen-atanmış imam meseleleri Ahlat Ağacı filminde konu ediliyor. Film orta sınıfın milyona varan okumuş ama işsiz, atanamayan çocuklarının geleceğini sorguluyor. Bu işsiz çocuklar hayallerini gerçekleştirebilmek için Ahlat Ağacı filminde olduğu gibi dedesinin el yazması kitaplarını ya da babasının çok sevdiği köpeğini satacak kadar gözlerini karartmış vaziyette. Müteahhit-esnaf-atanmış memur denklemi dışında kalan bu kitlenin taşradaki sıkışmışlığından kaynaklı günden güne artan öfkesinin boyutu filmdeki Sinan’ın “Diktatör olsam atom bombası atarım buraya” repliği ile somutlaşıyor. Sinemamızdaki klişe karşılaştırmalardan olan imam-öğretmen tiplerinin sınıfsal durumlarının Ahlat Ağacı’nda değişmiş olarak karşımıza çıktığını söylemek mümkün Etil’e göre.
Panelin son konuşmacısı Ali Pulcu, Ceylan sinemasının fotoğrafik unsurlarından bahsederek Ahlat Ağacı’nın yönetmenin sinemasında bir kırılma olduğunu diğer konuşmacılar gibi ikrar etti.
Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki bir sahnede polis memuru doktora “Ben senin yaşında olsam bir dakika durmam, çeker giderim” der. Doktorun bu cümleye verdiği karşılık şöyledir: “Nereye?” Ali Pulcu’ya göre bu soru Ceylan sinemasının temel dertlerinden birini ifade eder. Cinayet işlenmeden önceki vakte dönmek mümkün müdür sorusu da yönetmenin temel konularından biridir. Ahlat Ağacı filminde ise “Nereye?” sorusunun cevabına dair kuyu metaforu ön plana çıkar ve Tarkovski’ye de atıfla insanın ancak kendi derununa gidebileceği cevabı verilir. Nuri Bilge Ceylan’ın bu meselelerdeki ciddiyeti ise intikam alırcasına Recep İvedik ve Zeki Demirkubuz’a yaptığı göndermelerden dolayı samimiyet kaybına uğrar. Ali Pulcu sunumunun sonunda Ahlat Ağacı filminin kuyu ve Truva Atı metaforları üzerinden farklı bir okunmasının yapılabileceğini de bir teklif olarak sundu.