Bir Mevlevi Şeyhi Neden ve Nasıl Tercüme Yapar?: Kemal Ahmed Dede Örneği
Sanat Araştırmaları Merkezi, Eylül ayında Kırkambar Tez-Makale Sunumu programı dâhilinde Betül Sinan Nizam’ı ağırladı. Nizam katılımcılara “Kemal Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Mesnevisi (Menâkıbü’l-Ârifîn Silsilesinin Manzum Halkası)” ismiyle 2012 yılında iki cilt halinde yayınlanan doktora tezini sundu.
Betül Sinan Nizam, sunumuna günümüzde pek tanınmayan Kemal Ahmed Dede’nin hayatından bahsederek başladı. Sahih Ahmed Dede’nin verdiği tarihe göre 1527’de Akşehir’de doğan ve Mevlevî bir aileden gelen Kemal Ahmed Dede medrese eğitimi alır. Dersiâm olarak medreselerde görev yapar. Konya’ya giderek Çelebi Hüsrev Efendi ve onun ölümünden sonra da oğlu Ferruh Mehmed Çelebi’ye intisap eder. Daha sonra icazetle yolculuğa çıkan Kemal Ahmed Dede, 1591 yılında İstanbul’a giderek Yenikapı dışındaki boş bir arazide, bir rivayete göre bir suffe üzerinde, bir rivayete göreyse bir çınar ağacı kovuğunda yedi sene yaşar. Kaynaklarda Kemal Ahmed Dede’nin doğumundan ölümüne kadar süregelen efsanevi olaylar yer bulur.
Yenikapı Mevlevihane’sini yaptıran da Kemal Ahmed Dede’nin bu kerametlerini müşahede ederek ona bağlanan, azledilmiş bir yeniçeri katibi olan Malkoç Mehmed Efendi’dir. Kemal Ahmed Dede buranın ilk postnişinidir. Ne kadar süreyle şeyhlik yaptığı, ölüm tarihi gibi bilgilerin kaynaklarda farklılık gösterdiğini söylüyor Betül Nizam fakat doksan bir yaşında vefat ettiği ve Yenikapı Mevlevihane’sine defnedildiği bütün kaynaklarda yer alan ortak bilgiler. Mütevazı kişiliğiyle bilinen Kemal Ahmed Dede, dervişlerinden farklı görünmek istemediği için yalnız zikir ve mukabele günlerinde kullandığı tek sarığının vefatından sonra türbesine konmasını istemiş. Ne yazık ki 1961’de çıkan yangında türbe, içindeki sandukalarla birlikte yanmış. 2005-2010 yılları arasında yapılan restorasyonda en büyüğü Kemal Ahmed Dede’ninki olmak üzere sandukalar mezarlara tekrar yerleştirilmiş.
Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ, Kemal Ahmed Dede’nin bugüne kalan tek eseri. Tek nüsha halinde Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi Mülhakı’nda bulunuyor. Eser, Ahmed Eflâkî’nin Menâkıbü’l-Ârifîn adlı mensur eserinin manzum bir tercümesi. Betül Sinan Nizam, eseri konuşurken kaynak metni de tanımak gerektiğini söylüyor ve Menâkıbü’l-Ârifîn’i anlatarak devam ediyor. Menâkıbü’l-Ârifîn, Mevlevilik tarihi açısından oldukça önemli bir eser. Mevlânâ’ya çok yakın bir zamanda, 14. yüzyılda Mevlânâ’nın torunu Ârif Çelebi’nin emriyle yazılmış. Ahmed Eflâkî, Mevlânâ’nın yakınlarından dinlediklerini ve hatta Ârif Çelebi’nin menkıbelerini anlattığı kısımda gördüklerini yazıyor. On bölümden oluşan eser Mevlânâ’nın hayatının, menkıbelerinin, sohbetlerinin, ayet ve hadis açıklamalarının bulunduğu oldukça kapsamlı bir yapıt. Mevlânâ’nın babası ve Seyyid Burhaneddin ile başlayan bölümler, Mevlânâ ailesinin şeceresini veren bir bölümle sona eriyor. Bu bölümlerin dışında Ahmed Eflâkî, dönemin geleneğine uygun olarak esere bir mukaddime de yazmış ve eseri ne amaçla, ne şekilde kaleme aldığını anlatmış.
Menâkıbü’l-Ârifîn, önemli görüldüğü için çok kez tercüme edilmiş. Fransızca ve İngilizce tercümeleri de mevcut olan eseri, çok uzun olduğu için Farsça bırakarak özetlemeyi tercih edenler de olmuş. Betül Sinan Nizam, bu tercüme ve özetlerle birlikte edebiyatımızda bir Menâkıbü’l-Ârifîn silsilesi oluştuğunu ve Kemal Ahmed Dede’nin bu gelenekte küçük bir halka olduğunu söylüyor. Kemal Ahmed Dede’nin neden üzerinde çokça çalışılmış bir eseri seçtiğini kendi ağzından öğrenemiyoruz çünkü Menâkıbü’l-Ârifîn’de olduğu gibi bir mukaddime veya sebeb-i telif yazılmamış. Betül Sinan Nizam, eserin içeriğine, üslubuna, tercüme şekline bağlı olarak bu nedenlerin yorumlanabileceğini ve sunumda anlattıklarının kendi çıkarımları olduğunu ekliyor.
Betül Sinan Nizam’a göre, Kemal Ahmed Dede’yi bu tercümeye iten iki ana sebep var. Birincisi, o dönemlerde postnişinlerden bir eser bekleniyor olması. Nizam, bunu bugünkü akademik düzene benzetiyor. Ancak içinde bulunduğunuz akademiye veya tarikata hizmet etmek amacıyla bir eser verdiğinizde o ortamda yer edinebiliyorsunuz. Kemal Ahmed Dede de Mevleviliğe hizmet etmek için tarikat nezdinde çok önemli olan bir eseri tercih ediyor ve tanınırlığını artırıyor. İkinci sebep ise eğitim. Dergahlar dervişlerin tasavvufi ve ahlaki eğitimlerinin yapıldığı yerler olduğundan Kemal Ahmed Dede de bir eğitimci bilinciyle müritlerine Mevlânâ’yı her yönüyle tanıtabileceği kapsamlı bir eseri tercüme ediyor.
Betül Sinan Nizam, Kemal Ahmed Dede’nin Menâkıbü’l-Ârifîn’i tercüme amacına uygun yöntemler kullanarak yeniden şekillendirdiğini anlatarak devam ediyor sunumuna. Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ, muhtasar ve manzum bir eser. Kemal Ahmed Dede tercümesinde eğitirken sıkıcı olmamak, kısa ve öz bir şekilde anlatabilmek için menkıbelerin başı, sonu veya ortasından bölümler atmış. Kemal Ahmed Dede’nin bu seçimlerinin kıstasları bilinmiyor ama Nizam’a göre dönemindekilerin eksik olduğu, ihtiyaç duyduğu kısımları tercüme etmiş. Kemal Ahmed Dede eseri tercüme ederken sadece kısaltmamış, metni genişlettiği yerler de olmuş. Eser bir menakıpname olduğundan olayların dışına çıkması, ekleme yapması mümkün olmasa da tasvir beyitlerinde menkıbeleri destekleyici müdahalelerde bulunmuş. Ayrıca eğitimi ön planda tutarak konu bütünlüğü oluşturmak amacıyla düzenlemeler yapmış, kronolojiye dikkat etmiş. Kaynak metinde rastgele anlatılırken, erek metinde bütün bölümler anlatılan kişinin ölümüyle sonlanmış.
Menâkıbü’l-Ârifîn mensur bir eser ve sadece Kemal Ahmed Dede ve Lokmanî Dede’nin çevirileri manzum yazılmış. Betül Sinan Nizam, Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ’nın başarılı bir çeviri olduğunu fakat nesirden manzuma aktarmanın sıkıntılarının yaşandığını ifade ediyor. Örneğin bazı ayet, hadis ve şiirler vezinden dolayı çevrilememiş ve bu durumda aynen bırakılmış. Kemal Ahmed Dede’nin tercümeyi yaparken manzumu seçmesine üç sebep sıralıyor Betül Sinan Nizam. Birincisi yine eğitim. Manzum eserler akılda kalıcılığı açısından eğitim için uygun. Osmanlı’da da öğretici eserlerin, sözlüklerin manzum yazıldığı biliniyor. Erek metnin manzum olmasının bir diğer sebebi, Kemal Ahmed Dede’nin Mevlânâ’ya ve Mevlevîlik’ e hizmet ederken Mevlânâ’nın yolunu kullanması. Betül Sinan Nizam’a göre Kemal Ahmed Dede, Mevlânâ gibi, müritlerini eğitmek için nazmı kullanarak Mevlânâ’nın yolundan gitme çabasını somutlaştırıyor. Mevlevîlik kültürü içinde tutunabilmek ise üçüncü sebep. O dönemde birçok toplumda şiir nesirden üstün görülüyor. Mevlânâ’nın dahi “beni sevenler, benden şiir beklediler.” dediğini aktaran Betül Sinan Nizam, Mevlânâ ve Kemal Ahmed Dede’yi şiire yönlendiren sebeplerin aynı olduğunu dile getiriyor.
Betül Sinan Nizam katılımcılardan gelen soruları yanıtlayarak sunumu sonlandırıyor. Kemal Ahmed Dede’ye ve Mevleviliğe dair daha fazla bilgi edinmek isteyenler Betül Sinan Nizam’ın tezine internet üzerinden ulaşabilir ve tezini hazırlarken kendisinin de yararlandığı şu üç kaynağa başvurabilir: Esrar Dede’nin Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye’si, Sahih Ahmed Dede’nin Mecmûatü’t-tevârîhi’l-Mevleviyye’si ve Sâkıb Dede’nin Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’ı.