Geç Kalan Ev
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği, moderatörlüğünü Celâleddin Çelik ve Halil İbrahim Düzenli’nin yaptığı Ev ve Mimari konuşmaları program dizisinin 13. Oturum konuğu “Geç Kalan Ev” adlı sunumuyla Ömer Selçuk Baz’dı. Çelik, Ömer Selçuk Baz’ın Türkiye’de yaptığı ilk çalışmaların büyük yapılar olduğuna dikkat çekerek “geç kalan ev” başlığının buradan ilham alındığını belirtti. Nitekim Baz Türkiye’ye döndükten sonra burada bir ev projesi yapması için mezuniyetinin üzerinden tam on sekiz yıl geçmesi gerekmiş.
Ömer Selçuk Baz, lisans öğrenimi sırasında birçok konut projesi yapacağını düşündüğünü ifade etti. Lisans bitirme projesinin bir bilim, kültür ve sanat merkezi olduğunu ifade etti. Türkiye’deki lisans eğitiminin ardından, Viyana Teknik Üniversitesi’nde yüksek lisansa başlayan Baz, öğrenciliği sırasında aynı zamanda Viyana’da Atelier Stelzhammer’da konut ağırlıklı olmak üzere ofis projelerinde çalışmış. Burada altı yıl çalıştığını ve buranın çok sıkı bir teknik ofis olduğunu belirten Baz, özellikle bu ofisin yüksek mimarı Walter Stelzhammer’ın kendisine çok şey kattığını söyledi. Stelzhammer’ın 1980’lerin başında Fethiye’ye gelerek arazi satın aldığını, burada kalma fırsatı bulduğunu ve bu fırsatın kendisine mimarlık pratiği açısından eşsiz bir imkân sunduğunu söylemeden geçmedi.
Bu kısa anekdotun ardından ofisin özelliğinin büyük oranda konut projesi üzerinde çalışması olduğunu vurguladı. Bunun çalışmaların önemli bir bölümünün belediyeye ya da yatırımcılara sosyal konut olarak yapıldığını, geri kalanların hepsinin tek ev olarak tasarlandığını belirtti. Ona göre tek konut mimarisi ile onun dışında kalan mimarlık alanları arasında çok rahat bir ayrım yapılabilir.
Selçuk Baz, Stelzhammer’ın ofisinde sürekli tekrar eden bir “low rise high density” tipolojisinin kullanıldığını ifade ederek Stelzhammer’ın bu tipoloji ile meşhur olduğunu ve bu tipolojinin yatay ama çok kompakt bir çerçevede olduğunu ifade etti. Bu tipolojiyi inanılmaz sıkıştırılmış bir yapı olarak görürken böyle bir yapı yapabilmek için bazı odaların bir avluya bakması gerektiğini söyledi. Çalıştığı ofisin atrium-avlu tipolojisine benzer yaptığı beş tip daha olduğunu vurguladı. Ancak her defasında bu yapıların yeni bir icat olmadığını, aslında daha öncesinde bulunmuş bir tipolojinin farklı şekilde yeniden yorumlanması olarak görülebileceğini ifade etti.
Halil İbrahim Düzenli’nin “Avusturya’da sosyal konut ve mülkiyetin kamuya ait olma meselesine ilişkin gözlemleriniz nelerdir?” sorusuna Selçuk Baz, Viyana’nın bir mülk zengini olduğundan bahis açarak eğer Viyana’nın merkezinde ya da periferisinde ev kiralamak isterseniz belediyeye dilekçe yazmak suretiyle durumunuzu belirtmeniz gerektiği, dolayısıyla kamu mülkiyetinin oldukça fazla olduğu cevabını verdi. Ardından Avusturya’da bir mimarlık ofisi açarsanız, 7-8 yıl belirli düzeyde ve büyüklükte evler yapılabileceğini, ancak bunu yaptıktan sonra büyük projeler alınabileceğini ifade etti. Normalde lineer bir hiyerarşide bu durumun böyle olması gerektiği, bu kurgunun zihnen mantık çerçevesinde bir yapıya oturduğunu belirtiyor. Nitekim bir tek ev yapılabilmesi için kendisine ev sipariş edebilecek bir sosyal, kültürel ve ekonomik örüntünün gerekliliğinden bahisle bu üçünün varlığının ev yapımını sağladığı sonucuna varıyor. Bizim ülkemizdeyse ekonomik koşullar uygun olsa bile o sınıfta birisinin tek ev siparişi verecek kadar kültürel bir altyapısının olmadığını söylüyor. Dolayısıyla Türkiye’de hiyerarşik düzlemin de boşa düştüğünü belirtiyor. Kısaca Türkiye’nin konutla başlayıp ölçekler arası düzenin kurulabileceği bir yer olmadığından bahsediyor.
Selçuk Baz Türkiye’ye dönme sebebi olarak Merkez Bankası Bursa Şube Binası’nı gösterdi. 2005 yılında yarışma projesi olarak yaptığı bu yapıyı ketum, sert, suratsız ve çoğunlukla içine dönük bir yapı olarak yorumladı. 2009 yılında bir yarışma projesi kapsamında yoğun sanayi bölgesi içinde Dilovası İMES 6 Camii’ni tasarladığını ancak bu projeden vazgeçilerek daha klasik bir cami yapıldığını belirtti. 2012’de ise Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da yine bir cami projesini daha kazandığını ve bu sefer inşa edildiğini belirtti. 2011 yılında Biga’da Troya ve onun mitolojik unsurlarına dair bir müze projesine imza attığını belirten Selçuk Baz, bu yapıyı çok büyük ölçekli bir bina değil ama programının ve konusunun karmaşıklığı açısından zor bir yapı olarak belirtmektedir. Troya’nın ardından daha radikal bir müze olarak adlandırdığı Kapadokya Bölge Müzesi işini üstlenen Selçuk Baz, Kapadokya “algı bulutunu” ziyaretçilere sunmak üzere arazinin kendisini bir müze olarak düşünerek arazinin içinde her şeyi “recycle” bir şekilde ele alarak bir giriş yapısı inşa ettiğini ifade ediyor.
Selçuk Baz, mikro ölçeğe inildiği zaman neler olabileceğini göstermek için yaptığı konut tiplerinden birkaç örnek de verdi. Türkiye’de yapılan konut tipinin daha çok yazlıklar olduğuna değindi. Yaptığı üç projeyi; Çeşme, Çinili Köy ve İzmir’de Boyalık evlerini tanıtan Selçuk Baz, bu projelerin hepsinde kendi dünyasını kurguladığını ifade etti. 2017 yılı Aralık ayında ise Marmaris’te kendisine gelen bir projeden bahsetti. İşverenin ne istediğini bilen, rafine birisi olduğunu ve kendine ait bir mekân istediğini belirterek bu evin çiziminden yapımına kadar her aşamasından uzun uzadıya bahsetti.
Halil İbrahim Düzenli’nin “Keşke ev üzerine çalışsaydım ama bir sebepten dolayı görünür büyük bir şeyler üretmek zorunda kaldım mı diyorsunuz? Bir de bunu çoğaltma potansiyeli üzerine düşünseydim, bir mahalle oluştursaydım gibi bir ön düşünceniz var mı? Nihai noktada kendinizi fazla mı tasarımcı buluyorsunuz?” sorularına cevaben kendisine ev yapsa belki çoğaltılabileceğini ama yaptığı evlerin “eşsiz” olduğunu ve Türkiye’de detayın çok mümkün bir şey olmadığını ifade etti. Diploma projesindeki kurgu ile Troya müzesindeki tasarımların aynı olduğunu ifade ederek bir mimarın bir tane projesi olduğunu ve bunun farklı versiyonlarını icra edip durduğunu ifade etti. Tasarımcı nedir sorusuna bir şeyler çizmeye, kurgulamaya başladığı anda tasarımın kaçınılmaz olduğunu ve bu noktada tartışılabilir olan şeyin sadece “kendini bir şeyler yapmaktan ne kadar geride durdurabilirsin” sorusu olduğunu belirtti. Çoğaltılabilme mevzuundaysa sosyal konutun Türkiye’de hiç olmadığını, sosyal doku için bir mekânın bu coğrafyada çok eksik olan bir unsur olduğunu belirtti.
Baz’a göre mimarlıkta yeni, özellikle sosyal konutta, sürekli tekrar eden tipolojilerin yavaş yavaş üst üste konarak bunun bir mekânsal dönüşüm ve gelişim olarak tarif edilmesidir. Tarihte de böyle olmuştur. Baz, öğrencilikte tasarlamaya ve düşünmeye yeni bir şey yapmak lazım diye başladıklarını ancak bu başlangıcın yeni bir şey yapmamanın garantisi olarak görüldüğünü ifade etti. Ona göre yeni gibi görünen her şey zaten öncekilerin başka şekilde bir araya gelmiş biçimleridir.