Karanlıkta Uyananlar

Paylaş:

“Türk işçisi anayasanın bekçisidir.”

 

Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi ile Türk Sineması Araştırmaları 6 Ekim 2018 tarihinde  2. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi 3. Film ödülünü alan Karanlıkta Uyananlar (1964) filmi üzerine bir açık oturum düzenledi. Altın Portakal Yaşam Boyu Onur Ödüllü (2010) film yönetmeni Ertem Göreç’in katılımıyla gerçekleştirilen açık oturum; film yönetmenleri, oyuncular, sinema yazarları, akademisyenler başta olmak üzere yoğun bir katılımla gerçekleşti.

Ömer Lütfi Akad’ın yapımcılığını üstlendiği, senaryosunu Vedat Türkali’nin yazıp yönetmenliğini Ertem Göreç’in yaptığı film “Türk Sinema tarihinin ilk politik filmi” olarak anılmaktadır. Türkiye’de ilk sendikal hareketin ve işçi sınıfının görünürlük kazanmasıyla sinema tarihimizde önemli bir yere sahip olan filme yönelik ilgi, aradan geçen yıllar içerisinde günden güne artmıştır. Filmle ilgili yapılan açık oturumda filmin çekildiği dönemdeki sınıfsal durum ve film üzerine konuşuldu.

Yönetmenliğe film montajcılığından geldiğini söyleyen Ertem Göreç, “Seyircisiz film yapılamaz” diyerek söze başladı. Bir filmin hangi siyasi ortamda ve ne şartlarda yapıldığının önemli olduğunu, Karanlıkta Uyananlar’ın 1961 anayasasının oluşturduğu özgürlük ortamında toplumsal gerçekçilik akımının etkisi altında yapılan on filmden biri olduğunu söyledi. Bu akımdaki beş yönetmenin takım kaptanı Metin Erksan’dır. Toplumsal gerçekçilik akımındaki diğerlerini Gecelerin Ötesi, Yılanların Öcü, Susuz Yaz, Otobüs Yolcuları, Kızgın Delikanlılar, Halit Refiğ’in Şehirdeki Yabancı, Şafak Bekçileri fimleri Duygu Sağıroğlu’nun Bitmeyen Yol ve Lütfi Akad Hudutların Kanunu fimleri olarak sıraladı. “Metin Erksan’ın Karanlık Dünya filmi ilk toplumsal gerçekçi filmdir” dedi. Filmdeki vatandaşların bir kısmı mağarada yaşıyor, bir kısmının ayağında ayakkabı yok, ekinler ise verimsiz. Sansür kurulu bu filmi geçirmiyor çünkü böyle bir ülke yok diyorlar.

Oturumu yöneten Barış Saydam’ın “Bir filme toplumsal gerçekçilik dememiz için gereken şeyler bellidir. Atıf Yılmaz’ın Suçlu filmi ile sizin bahsettiğiniz filmler arasında nasıl bir fark var?” sorusu üzerine Göreç, Suçlu filminin içerdiği aşk temasının ön planda olması nedeniyle, tamamıyla toplumsal gerçekçiliğe uyan bir film olmadığını söyledi. Yurtiçi ve yurt dışında çeşitli yerlerden gelen taleplere göre filmi gidip gösterdiklerini söyledi.

Barış Saydam, oturumun ilk devresinde “sınıf var mıdır yok mudur” tartışmasının yapılacağını, ikinci devrede ise film hakkında konuşulacağını belirterek katılımcılara “Filmin çekildiği tarihte Türkiye’de gerçekten işçi sınıfı denilebilecek bir sınıf var mıydı?” sorusunu yöneltti.

Eriş Akman  “Ülkemizde halen bir sınıf bilinci oluşmuş değil. O yıllarda sanayileşmiş değildi Türkiye. Bir avuç entelektüel var. Amerika çok kararlı ülkemizi hükmüne almaya. Sanayici yok, tüccarlık var. 1960’larda Almanya’ya gidenlerle işçi sınıfı oluşmaya başlıyor. Biz savaşçı ve köylü bir milletiz. Tarihteki başarımız bunun sonucunda. Bir avuç vatansever ve akıllı insan sayesinde bu günlere gelmişiz. Bu filmde de açıkça görülüyor sınıf bilinci yok. İşçi sınıfı olacağız diye bir zorlama var filmde. Sendikanın ne olduğunu anlamamış insanlar var” diye görüşlerini beyan etti.

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Şükran Esen “İşçi sınıfı bilinci olmaması demek işçi sınıfı olmadığı anlamına gelmez. 1923’te Cumhuriyet kurulduğundan beri bu ülke yönünü Batıya çevirmiştir. 1923’ten 1960’a kadar çok büyük gelişme yok ama bir çalışan sınıfı var.  Kalabalıklar işvereninin iki dudağına sıkışıklar. Böyle olmamalı deyip sendika kurdukları zaman sınıf bilincine de ulaşacaklar. Bilincinin olmaması, sınıfın olmadığı anlamına gelmez” dedi.

Ertem Göreç, Esen’e cevaben “Sınıf dediğimiz şey Hasan Özcan’ın deyimiyle kısaca şudur: İşçi ve işveren iki kesim var. İkisi de farkında değil sınıf olduklarının. Buna kendiliğinden sınıf deniliyor. Filmde Mümtaz Öner daha önce boya taşımış, işçiymiş, patron olmuş; sonra iflas ediyor, tekrar işçi oluyor. Hindistan’daki gibi kast sistemi değil ama geçişken bir sınıf var Türkiye’de”.

Oyuncu Gülsen Tuncer ise tartışmaya şu sözlerle katkıda bulundu: “Ertem Göreç’in beş filminde asistanlığını yaptım. Günümüzde sorunların çözümü için birbirimizi anlamamız ve birbirimize şefkat ile bakmamız gerekiyor. Geçmişe de bir annenin çocuklarına baktığı gibi bakmalıyız. Kötücül olmamalıyız.  Filmin yapıldığı dönemin şartları göz ardı edilemez. Orhan Kemal’in hayatı en iyi örnektir. Seçkin bir Osmanlı ailesi iken İttihatçılar ile anlaşamıyorlar ve Halep’e gidiyorlar. Sonra Cumhuriyet’i kuranlarla pek anlaşamıyorlar ve burjuva çocuğuyken kendini çırçır fabrikasında işçi olarak buluyor Orhan Kemal. Rusya gibi değiliz. İşçi sınıfıyız hepimiz. Emeğimizle para kazanıyoruz. Kimsenin hakkını yememek, onuruyla yaşamak en önemli etik değerlerimizdir. Herkes işçi sınıfının bir üyesidir. Emeğinin karşılığını şiddete başvurmadan almalı”.

Sinema yazarı İhsan Kabil “Ortadan konuşmak istiyorum. Senarist Vedat Türkali o yıllarda,  1960’dan sonra eserlerini git gide artan bir ideolojik çerçeve ile oluşturdu. Türkiye’de gelişmesi talep edilen bir sosyalist düşüncenin temsilciliğini üstlendi ve sinema aracılığıyla bir bilinç yaratmaya tevessül etti. Angaje sinema denilecek bir örnek ortaya çıkmış oldu. Sınıf bilinci o dönemdeki filmde yoktu. Ama senarist o dönemki entelektüel görüşüyle öyle bir kurgu yaptı. Diğer sanat dallarında da böyle bir sınıf bilinci oluşturmak için çalışmalar yapıyordu” sözleriyle tartışmaya dahil olurken Marmara Üniversitesi’nden Ayşe Koncalar, yönetmen Levent Kurumlu, Mehmet Gün, yönetmen Engin Ayça gibi isimler de tartışmaya katıldı.

Filmin içeriğinin tartışıldığı ikinci kısımda ilk sözü Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Şükran Esen aldı. Özetle “Filmde insan ilişkileri ortaya dökülüyor ve bir sınıf bilinci oluşmadığı ama oluşması gerektiği gösteriliyor. Filmde hem gerçek hem de olması gereken tipler var. İşçi sınıfının sömürülmesi gibi yabancı güçler üzerinden patronun da sömürüldüğünü görüyoruz. Aydın ve sanatçı eleştirisi var filmde. Sanatçıların kendilerini bu toplumun dışında bırakan tuzu kuru bir grup oldukları başarılı bir şekilde ortaya serilmiş. Mevcut sanatçıları sarsacak bir film olmuş. Yalnız filmin sonu yanlış, düzeltilmeli. Haklarını alamayacaklarını bilmeleri gerekiyordu. Açık uçlu bir son var. O ya da bu patron sömürüyor. Sürü olmanın zararını bu filmle anlıyoruz. Toplumu iyi tanıyan bir senaryosu var. Hem sanatçı hem de işçi sınıfını eleştirmiş” şeklinde konuşan Esen’in ardından yönetmen Engin Ayça “İyi bir sinemacı öncelikle iyi bir seyirci olmalı. Finali beğendim ve gerçekçi buldum. O filmdeki insanlar hayalciler ve bizler de öyleyiz. Kazandıkları bir şey yok. Filmin finalindeki “Tüm Türkiye karşınızda!” söylemi gerçek değil, bir hayal” dedi. 

Engin Çağlar ise “Ertem Göreç ile bir filmde çalıştık. Karanlıkta Uyananlar ismi iyi bir seçimdir. İşe karanlıkta kalkıp gidenlerden ziyade filmin karanlık bir döneme işaret ettiğini düşünüyorum. 1961 anayasası ile bir özgürlük havası esti ama 1968’den sonra filmlere iyice sansür geldi. Ben bugün de işçi sınıfının olduğuna, kapitalist olduğumuza inanmıyorum. Kitaptaki yazımda da belirttim, o dönemdeki durumun şimdi de Türk insanına tatbik edildiğini söyledim. İşçi sınıfı bilincinin kazanılmasının mümkün olmadığını, patron sınıfının ve öğrenci sınıfının da olmadığını, zengin bir azınlığın devam ettiğini, işsizliğinin arttığını, sinema oyuncularının da işsiz olduğunu söyledim” dedi.

Yönetmen Levent Kurumlu da filmin sonunu beğenenlerden olduğunu belirterek konuşmasına başladığı konuşmasını “Patronların işbirliğini filmin sonunda görmeliydik. Böylece işin gerçeği ortaya çıkardı. Biz de hayalciliğe kapılmazdık. “Türk işçisi anayasanın bekçisidir” sloganı var filmin afişinde. Hangi anayasanın? 27 Mayıs darbesi anayasası. Halit Refiğ’in Kemal Tahir ile olan kitabında 27 Mayıs’ a ne kadar sıcak baktıkları ama çok geçmeden nasıl da hayal kırıklığına uğradıklarını görüyoruz. Bu afişe baktığımda büyük bir sanatçı sezgisi görüyorum. Bana 27 Mayıs’ı değil de Kemal Tahir’in Devlet Ana romanındaki bin yıllık yasayı çağrıştırıyor” diyerek sürdürdü.

Oturum yönetmen Engin Ayça, oyuncu Gülsen Tuncer gibi isimlerin katkılarıyla devam etti. Kapanış kısmında Ertem Göreç insanların Yeşilçam sayesinde vizyonunun genişlediğini söyledi. Karakter ve tip meselesinin başlı başına bir tartışma konusu olduğunu belirtti ve kısa bir anıyla toplantıyı bitirdi. Sine-İş Sendikası’nda Lütfi Akad ile birlikte işçilerin haklar için iki yıl çalıştıklarını, bir sene film çekmediklerini ve iki yıl mücadele sonunda set işçilerinin yüzde iki yüz elli zam almalarını sağladıklarını söyledi. Aralarından bir işçinin hayatlarında ne kadar büyük bir değişim yaptıklarını anlattığında çok etkilendiğini, insanların hayatına katkı sundukları için çok mutlu olduklarını gözyaşları içinde anlattı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir