Beşir Fuat’ın Victor Hugo ve Voltaire Biyografilerinde Özne, Edebiyat Eleştirisi ve Yazınsal Uzlaşım
Beşir Fuat biyografilerinin, özellikle Victor Hugo’nun kendi dönemindeki örneklerinden ayrılan en belirgin özelliği Ahmet Mithat’ın Fatma Aliye biyografisi gibi birer panegyric (gazel/övgüsel) ya da Ebuzziya Tevfik’in biyografileri gibi betimsel (descriptive) tür örnekleri olmamalarıdır.
Medeniyet Araştırmaları Merkezi ve Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin müşterek düzenlediği “Türkiye’de Biyografi” toplantı dizisinin konuğu İsa İlkay Karabaşoğlu oldu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı programında hazırladığı yüksek lisans tezini sunan Karabaşoğlu, Türk edebiyat tarihinin en karanlık şöhretli figürlerinden Beşir Fuat’ın biyografilerini inceliyor. Konuşmacının sunumundan derlediklerim şöyle:
Master tezimi yazarken birçok negatif yargı üzerinden yola çıktım. Bunlardan birincisi Türkiye’deki baskın görüşe göre yaşam-yazımı türlerinin her zaman bir “doğruluk” vesikası sunduğu ya da sunması gerektiğiydi. Yaşam-yazımı türleri üzerinde öyle bir uzlaşım var ki meslekten araştırmacıları hariç tutarsak okurun en “doğrudan” yanaştığı ve -mesela kurmacanın aksine- yazarın ve metnin oyunlarına karşı bütün şüpheci silahlarını ve temkinli tavrını bıraktığı bir tür olarak beliriyor. Öncelikle bu doğrudanlığı askıya alıp Beşir Fuat’ın biyografilerine de bir şüphe hermenötiği ile yaklaşmayı denedim. Yani dolayımlarını ve metinselliğini göstermek istedim.
İkincisi, Orhan Okay aracılığıyla yayılan -ama kökünün Ahmet Mithat’ta olduğuna inandığım- “ilk eleştirel biyografi” tezidir. Bunun peşine düştüm ve ne demek istendiğini anlamaya çalıştım. Gördüm ki aslında Orhan Okay’ın kastettiği methin karşıtı olan “yergi”. Ondan ödünç alanlar ise muhtemelen bunu Aydınlanma’nın meşhur “kritik” mefhumu olarak anladılar. Burada bir anlaşmazlık var fakat kimse bunun farkında değil ve aynı önerme sürekli tekrarlanan bir ekonomi içinde büyütülüyor. Tamlamanın başındaki “İlk” sendromuysa başka bir mevzu. Türk edebiyatı tarihi yazımının bütününe sirayet etmiş bir talihsizlik. Her yerde ilk arama çabası metnin kendisine yaklaşmayı engelleyen ve yeni yorumları peşinen caydıran bir ilginin ürünü.
Üçüncüsü, bu ilkiyle doğrudan bağlantılı, Beşir Fuat’ın kitaplarına gerçekten bir biyografi gözüyle bakmak gereğini duydum. Biyografinin çok aşikâr bir tür olarak kabul edildiğinden çoklukla doğru-yanlış değerlendirmelerinin içine hapsedilmesi benim için rahatsız ediciydi. Mesela tezi yazdığım sırada bir Osmanlı araştırmaları dergisinde 19. yüzyıl Osmanlı biyografi yazıcılığı üzerine bir makale çıktı ki başlığından da belli olduğu üzere tam da benim çalışma konuma hitap ediyordu. Heyecanla alıp okudum ama hüsrana uğradım desem yeridir. Aynı yaklaşım burada da baş göstermişti.
Daha sonra vakıfta (BİSAV) “Türkiye’de Biyografi” toplantı dizisine başladık. Son oturumda Refia Sultan ve Sadullah Paşa biyografilerinin yazarı Ali Yıldız’ı konuk ettik. Oldukça keyif aldığımız toplantılar oldu ancak bu seri vesilesiyle kendimce bir şeyi tasdik etmiş oldum: Artık burada anladım ki Türkiye’de biyografi tarihçilerin işidir. Biyografiye dair sorular ve sorunlar da tarih araştırmalarına mahsustur. Tezkireler üzerine çalışmaları incelerseniz onların da tarihçi gözünü kullandıklarını fark edebilirsiniz. Ancak neticede biyografi de öykü, şiir, roman gibi bir türdü ve dışındaki göndergesel dünyaya atfen olduğu kadar kendi içinde de değerlendirilmeliydi.
Artık neredeyse bir “kneejerk” eleştiri ama Batılı ve modern sıfatlarının biyografi türü bağlamında bir değerlendirmesini yapmak istedim çünkü bu konudaki tezler 19. yüzyıl Osmanlı biyografisini açıklarken, başka pek çok konuda olduğu gibi, geleneksel-modern ikiliğini kullanıyorlar. Buradaki sorun araştırmacıların özcü tutumundan kaynaklanıyor. Özellikle 19. yüzyıl burjuva biyografisini miyar kabul ederek yapılan yargılar elbette Osmanlı biyografi yazıcılığını anlamakta pek yardımcı olmayacaktır çünkü ona dışarıdan bakmaktadırlar. Tabii bu perspektiften sıyrılmanın çok zor olduğunun teslim etmek gerekir. Fakat en ummadığınız anda kendinizi Batılı, modern, birey gibi sözcüklerle düşünürken yakalıyorsunuz ve ünlü 19. yüzyıl gerçekçi biyograflarının üslubunu değerlendirirken buluyorsunuz. Elbette bundan sıyrılalım derken bütün bir müktesebatı da görmezden gelelim, yokmuş gibi davranalım hatasına da düşmemek gerekir; bu da ayrı bir özcülük. Sağlıklı olanın bunların farkında olarak yapılan bir mukayese olduğunu düşünüyorum. Ben de bunu yapmaya çalıştım. Bunun için bu sefer temel biyografik öğeleri es geçmeden “Yazar nedir?” sorusunu sordum. Özneye ve kendiliğe bakışı incelemeye çalıştım. Victor Hugo biyografisinin ana meselelerini klasikler-romantikler tartışması ve romantik özne tasavvurunun kuruluşu oluşturur. Edebiyat eleştirisi bunlarla birlikte gündeme gelir. Romantik öznenin ortaya çıkışı edebi biyografinin eleştirelliğini birçok açıdan belirler. Öncelikle romantik özne toplum içinde aykırı bir figürü temsil ettiğinden biyografi toplumsal eleştirel bir vasıf kazanır. İkincisi, romantikler yenilikçi bir anlayışı temsil ettiklerinden kendilerinden önceki edebiyattan kendilerini ayrıştırırlar. Bu da biyografinin araştıracağı edebi eleştirel yönü teşkil eder. Bu ikisi pek çok zaman birbirinin yerine geçecek şekilde işlenir. Romantik yazarın imaj ekonomisinde sanat ile sanatçının kişiliği birbirinin içine geçer, yekdiğerine dönüştürülebilir imgeler haline gelirler. Gautier’nin Romantizmin Tarihi gibi Hugo dönemine şahitlik eden kaynaklardan faydalanan Beşir Fuat’ın da teslim aldığı bu ekonomiyi sürdürdüğünü görebiliriz. Bu yerine geçmenin anahtar kelimesi “müceddit”tir. Beşir Fuat’ın biyografik yazar öznesi bir müceddit olarak belirir. Beşir Fuat bir yandan yaratıcı yazar imgesine sahipken diğer yandan katı bilimci ve gerçekçi bir edebiyat savunusu yaptığı için biyografide bunun gerilimini de görürüz.
Biyografi okuma ve alımlama pratiklerinin diğer türlerden, mesela romandan farklılaşması, Victor Hugo’nun başarısındaki en önemli etkenlerdendir. Henüz herkes Hugo’nun ölümüyle müteessir iken Beşir Fuat’ın bu biyografik ilişkiyi işlevselleştirmesi oldukça akıllı bir tercihtir.
Beşir Fuat biyografilerinin, özellikle Victor Hugo’nun kendi dönemindeki örneklerinden ayrılan en belirgin özelliği Ahmet Mithat’ın Fatma Aliye biyografisi gibi birer panegyric (gazel/övgüsel) ya da Ebuzziya Tevfik’in biyografileri gibi betimsel (descriptive) tür örnekleri olmamaları, Orhan Okay’ın yanlış olmasa da elverişsiz adlandırmasıyla “ilk tenkitli biyografi”, yani eleştirel olmalarıdır. İfadesi basit olsa da bu yargı önemli çünkü “öznellik” de burada beliriyor. Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi’nde ortaya koyduğu üzere hukuk, sanat, edebiyat alanları aşkın bir yasa tarafından koşullanmamaları vesilesiyle kategorize edilemeyen bir yargının, yani öznelliğin alanında işler. Şerif Mardin Osmanlı aydınları açısından bu eleştirelliği daimon mefhumuna başvurarak açıklar. Mardin bu kavram aracılığıyla Osmanlı aydınlarını “ansiklopedizm” ile “kritik söylem kültürü” arasında ikiye ayırır ve sırasıyla “literati” ve “intellectus” olarak gruplar. Beşir Fuat Hugo ve Voltaire kitaplarındaki öznel, fikrî eleştirelliğiyle yeni iletişim araçlarının belirmesine katkıda bulunduğu “intellectus” sınıfına dahilken, Ahmet Mithat Bir Muharrire-i Osmaniye’deki övgü söyleminden çıkıp Beşir Fuat biyografisinde yazarı kendince müsriflik ve evlilik dışı ilişkisiyle eleştirirken aslında Sabri Ülgener’in ifadesiyle “dedikodu-taşlama-hiciv” söylemini benimser.
Yazınsal uzlaşımda öncelikli olarak söylem türlerini kullanıyorum. Söylem türlerini en geniş manasıyla kullanıyorum. Bunlar basit birincil söylemleri içerdiği gibi karmaşık yazınsal söylemleri de dahil eder. Bu söylemler oldukları gibi temsil edilmeyebilirler, bununla birlikte metinde ayırt edilebilir analiz birimleri olmalarına dikkat edilmesi gerekir. Yukarıdaki hiciv örneğini sürdürürsek, Ahmet Mithat Efendi Beşir Fuat biyografisinde Beşir Fuat’ı eleştirirken doğrusu bir kimse incitilmek istendiğinde klasik edebiyatlarda “aydınların” en sık başvurduğu yöntemi izler: Eleştirilecek kişiyi grotesk biçimde hicvetmek ve onu toplumun değer sistemlerine aykırı göstererek küçük düşürmek. İkinci olarak da karşı çıktığı önermeyi en ucuna kadar götüren bir cedel mantığı izler. Bu yüzden geleneksel ulemaya yakın bir tavır sergiler. Ahmet Mithat’ın aksine Beşir Fuat Victor Hugo’da bilhassa süreli yayınlarla gelişmiş nesnel makale söylemini benimser. Victor Hugo’nun özel yaşamında karısıyla veya babasıyla ilişkisini yazarın düşünsel gelişiminin bir parçası olarak sunar. İlki edebiyat eleştirisini tezkirelerde olduğu gibi öznenin yazdıklarından bağımsız, kişi aleyhinde bir diskur olarak icra ederken ikincisi biyografi öznesinin hayatıyla uğraşırken onun fikirleriyle bütünleşmiş toplumsallığını kurmaya çalışır. Zaten bu sayede biyografisini etkili bir edebiyat eleştirisine genişletebilmiştir. İkinci olarak biyografların işlevselleştirdiği söylem türlerinin nasıl bir kendilik kültürünü yansıttığını göstermek istedim. Beşir Fuat biyografi öznesini kronik biçimde, doğumdan ölümüne ve dışarıdan bir gözle anlatır. Özneyi fikirleriyle birlikte edebiyat tarihi içinde konumlandırmaya çalışır. Biyografilerde sıkça görülen murakabe, içe-bakış ve duygulara yer vermediği gibi çevresiyle ilişki halinde bir büyüme hikâyesi de sunmaz. İlgilendiği “yazar” Hugo’dur. Ancak Hugo ne kadar toplumsallığıyla ele alınsa da bu koşullar tarafından belirlenmiş olarak değil, kendi bireyselliğiyle sunulur. Yani Beşir Fuat modern toplumsal bir özne tasarlar ve edebiyat eleştirisini de buna mukabil olarak dışarıdan ama öznel olarak kurar. Bunun tam kontrastında Ahmet Mithat Efendi’nin biyografileri durur. Bir Muharrire-i Osmaniye’de otuz üç yaşına kadarki Fatma Aliye’yi okurken onun kimliğinin oluşumunu “hocaları” üzerinden ve hangi kitapları tetebbu ettiği itibarıyla görürüz. Bu, İslam toplumlarında yazılan en erken biyografilerden başlayıp daha sonraki yüzyıllarda kendini ısrarla sürdürmüş bir unsurun varlığına işaret eder: Muhaddislerin ve kelamcıların biyografilerindeki, yani bilgin tabakatlarındaki girdilere bakılırsa bir alimin kimliğine dair en belirgin verilerin ailesine ya da dostlarına değil de hocalarına, okuduğu kitaplara ve aldığı derslere ilişkin olduğu fark edilir. Ahmet Mithat’ın biyografisi de gelenekli türün bu yapısı üzerine inşa edilmiştir. Burada özne dışarıdan ve ilişkisel biçimde, sosyal bir kendilik olarak kurulmuştur. Tabii burada Fatma Aliye’nin evde eğitim görmesinin de etkisi vardır.
Beşir Fuat edebiyat tarihindeki şöhretini yalnızca kitaplarının burada belirtilen vasıflarına borçlu değildir –maalesef bu şöhretin büyük bir kısmı yazarın intiharından kaynaklanıyor. Fakat bilhassa Victor Hugo başarısını biyografi ve okur arasındaki özel ilişkiye borçludur. İnsanlar Beşir Fuat okumak için değil, Hugo’nun hayatını okumak için biyografi okudular. Yani biyografi okuma ve alımlama pratiklerinin diğer türlerden, mesela romandan farklılaşması, Victor Hugo’nun başarısındaki en önemli etkenlerdendir. Henüz herkes Hugo’nun ölümüyle müteessir iken Beşir Fuat’ın bu biyografik ilişkiyi işlevselleştirmesi oldukça akıllı bir tercihtir. Bu manada Beşir Fuat’ın sadece kendi düşüncelerinin keskinliği değil, biyografiye mahsus türsel özellikler de Victor Hugo’nun tartışmalı serencamında pay sahibidir. Bu vesilesiyle aslında edebiyat alanındaki tek failin yazar veya okur gibi insan özneler olmadığını, türler ve okuma alışkanlıkları etrafındaki yazınsal uzlaşımların, yani yapısallıkların da ne kadar belirleyici olduğunu bir kez daha görüyoruz.
Nihayet, her biyografinin aynı zamanda otobiyografik bir metin olduğundan yola çıkarak özdeşleşme kavramı üzerinden Beşir Fuat’ın biyografik özneleriyle kurduğu empatik, dolayısıyla bir dereceye kadar otobiyografik ilişkiyi incelemeye çalıştım. Beşir Fuat bu eserlerde başka yazarların hayatlarını anlatırken bir yandan da genç bir yazar olarak Osmanlı matbuatındaki imajını oluşturmaktadır. Öznesiyle özdeşleşme hususunda ikili bir tavra sahip olan Beşir Fuat, bir taraftan Hugo’yu (romantizm) Zola’dan (realizm) ayırmak istemekte, bununla birlikte ikisini de müceddit yazar olarak kavramasından ötürü aynı zamanda onları yenilikçi yazar formunda birleştirmek istemektedir. Metinde bu ikili yaklaşımın tansiyonu vardır ve bana göre Beşir Fuat’ın eleştirelliğinin önemli bir tarafı da bundan ileri gelmektedir. Doğrudan birini savunan, diğerinin konuşmasına fırsat vermeyen monolojik bir pozisyona değil, tereddütten kaynaklanan diyalojik bir konuma sahiptir.