Kimlik, Tanınma Mücadelesi ve Şarkiyatçılık
Kimlik yapı bağımlı lakin maddi olmayan bir insan ihtiyacıdır. Maddi değildir ancak zarar verildiğinde maddi zarara benzer etkiler yaratır. Bu nedenle kendini gerçekleştiremeyen kimlik bir tanınma sorununa, yanlış tanınma ise bir yabancılaşmaya yol açmaktadır.
Fırat Mollaer’in kitabının alt başlığı Edward Said’in İzinde ifadesini taşıyor. Kitap, modern toplumların en zor ve can alıcı sorunlarından birini tartışıyor: Kimlik ve tanınma mücadelesi. Meseleye postkolonyal kuram çerçevesinde ve Said’in çalışmalarının izinde yaklaşan Mollaer, genelde kimlikçi düşünce ve kimliksizleşme yanlısı olmak üzere iki kampa ayrılmaya meyilli bu etik-politik konuya eleştirel çokkültürlülük tarafından katkı sunmayı amaçlıyor. İlgili kitap Mollaer’in Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde hazırladığı doktora tezine dayanıyor.
Nisan ayında Medeniyet Araştırmaları Merkezinin konuğu olan Mollaer, bir yandan kitabını anlatırken bir yandan da çokkültürcülüğün ve kimlik siyasetinin bölüşüm ve sınıf politikalarına taban tabana zıt olduğuna inanan bir araştırmacıdan bu kimlik taleplerinin demokratik imkânlarının hakkını vermeye çalışan bir akademisyene geçişini anlattı.
Kimliğin soyut evrenselcilikten deneyime, yani felsefi anlamından sosyo-politik yeni anlamına doğru geçirdiği değişimden bahseden Mollaer, özellikle kimlik hareketlerinin öncüleri olan 1960’ların siyah ve feminist hareketlerinin sosyal taleplerini özetleyerek bunların liberal gelenekteki “çıkar grubu” ya da Marksist jargondaki “sınıf” gibi tanımlardan başka olarak bir tanınma talebini ve politikasını getirdiklerini söyledi. Buna göre kimlik yapı bağımlı lakin maddi olmayan bir insan ihtiyacıdır. Kimliğin tanınması karşısındaki engeller bağlı olduğu yapılardaki değişiklerle giderilebilir. Maddi değildir ancak zarar verildiğinde maddi zarara benzer etkiler yaratır. Bu nedenle kendini gerçekleştiremeyen kimlik bir tanınma sorununa, yanlış tanınma ise bir yabancılaşmaya yol açmaktadır. Burada Charles Taylor ve Honneth’e değinen konuşmacı, bu çağdaş tanınma teorisyenlerinin “kendini gerçekleştirme” merkezli kimlik anlayışlarının Nancy Fraser’ın psikolojikleştirme eleştirisine maruz kaldıklarını aktardı. Fraser’a göre Taylor ve Honneth’in yaklaşımları kimliği kendini gerçekleştirmeye indirgeyip bölüşüm meselesinden uzaklaştırarak psikolojikleştiriyor. Halbuki bu iki uçtan da kaçınmak gerektir çünkü bu durum kimliğin şeyleşmesine yol açma tehlikesini barındırır. Fanon’un zenci-beyaz ikiliğinde “siyah ruhun” yüceltilmesinde, idealize edilen bu siyah ruhun beyaz adamın eseri olduğunu söylemesi ve milliyetçi bilincin tuzaklarına karşı uyarması buna örnek verilebilir.
Edward Said’i Fanon’la başlayan bu eleştirel kimlik düşüncesinin ardına yerleştiren Mollaer, onun farklılıkları transandantal bir sentezle aşmak yerine kontrapuntal şekilde yaşatmayı yeğlediği düşüncesini kimlik kavramına yaklaşırken kendine rehber ediniyor. Saidyen terminolojinin sürgün, kntrapuntal, ironi, dünyevilik/sekülerlik, kökenlere karşı başlangıçlar gibi kavramlarını kullanıyor.
Said düşüncesinde kimliğin hem söylemsel hem de gerçek olabileceği bir hatta işlediğini hatırlatan konuşmacı, bunu düşünürün hümanizm ve antihümanizm arasındaki muğlak konumuna bağlıyor. Said fikriyatının kimlik konusundaki önerisinin sürgün kozmopolitanizmi olarak tanımlıyor. Mollaer’in kitabına bir bütün olarak bakıldığında eserin kimlik kavramını karmaşıklaştırmaya çalıştığı ve meseleye Saidyen bir noktadan öneri sunmaya gayret ettiği söylenebilir.