Ümmet mi, Millet mi? Çağdaş Müslüman Toplumlarla Kimlik Krizi
Abdullah Ahsan: Ulus-devlet tecrübesi ile Müslüman toplumlarda bir kimlik krizinin ortaya çıkmıştır. Bu kriz, ulus-devlet içerisinde yaşayan Müslümanların kendilerini tanımlarken öncelikle İslam’a mı yoksa ulus kimliğine mi referans verecekleri konusunda yaşadıkları kafa karışıklığına işaret ediyor.
Küresel Araştırmalar Merkezi’nce düzenlenen Kitap-Makale Sunumları’nın Mart ayındaki oturumunun konuğu İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Abdullah al-Ahsan idi. Ahsan “Ummah or Nation” başlıklı konuşmasında, yine aynı ismi taşıyan ve 1992 yılında yayınlanan kitabını ve Müslüman toplumların kimlik krizi iddiasını, kitabın yazım tarihinden sonra gerçekleşen gelişmeler ve üzerinde çalıştığı revizyon çalışmaları ışığında değerlendirdi.
Konuşmasına kitabın hazırlanış dönemi hakkında bilgi vererek başlayan Ahsan, kitabın yazımına katkı sağlayan araştırmalarının ‘80li yıllarda, Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezinden önce gerçekleştiğinin altını çizdi. Ahsan, kitabın ana temasını İslam ve Batı medeniyetleri arasındaki ilişki olarak tanımladı ve ulus devlet tecrübesi ile Müslüman toplumlarda bir kimlik krizinin ortaya çıktığı iddiasını yineledi. Bu kriz, ulus-devlet içerisinde yaşayan Müslümanların kendilerini tanımlarken öncelikle İslam’a mı yoksa ulus kimliğine mi referans verecekleri konusunda yaşadığı kafa karışıklığına işaret ediyor.
Konuşmanın ilk argümanı ümmetin hakkında tartışılmaya değer ve bugünle alakalı bir konsept olduğu idi. Ahsan, Cemil Aydın’ın The Idea of Muslim World [Müslüman Dünyası Fikri] kitabına atıfla Müslüman Dünyası fikrinin pratikte karşılığı olmadığı iddialarını eleştirdi ve ümmet fikrinden vazgeçilmemesi gerektiğini savundu ve ayrıca ümmet fikri ve birliği hakkındaki tartışmaların değerli olduğunu belirtti. Ahsan’ın bir diğer iddiası ise sömürgeciliğin sadece yönetimin Avrupalı kuvvetlerce devralınması olarak ele alınmaması gerektiği oldu. Yazar, Malik bin Nabi’ye referansla kolonileşme tecrübesinin hem yönetim sathında kolonileşme hem de zihnen, fikri sömürgeleşme olarak görülmesi gerektiğini savundu. Ummah or Nation kitabının da tartışmalara bu çerçevede yaklaştığının da altını çizdi. Dolayısıyla, Ahsan’ın çizdiği çerçeve sömürge tecrübesini hem ekonomik hem de zihni düzlemde ele almakta.
Abdullah al-Ahsan’ın eleştirdiği bir diğer görüş ise Müslüman dünyadaki milliyetçilik tecrübesinin Batı’ya referansla tanımlanması. Ahsan’a göre, Müslüman toplumlardaki milliyetçilik Batı tipi milliyetçiliğin Müslüman versiyonu olarak ele alınmamalı. Diğer bir deyişle, Müslümanların yaşadığı tecrübe genelgeçer bir milliyetçilik şablonunun dini sembollere süslenmiş hali olarak görülmemeli. Ahsan bu tezini Namık Kemal’in görüşleri üzerinden örneklendiriyor. Namık Kemal tipik bir milliyetçi olmadığı gibi, Osmanlıcılığı büyük oranda ümmet üzerinden tanımlıyordu. Dahası, Bernard Lewis, Namık Kemal’in fikirlerini sınıflandırmakta zorlanmış ve kendisinin fikirlerinin tutarsız olduğu iddia etmişti. Ahsan’a göre Lewis’in bu çabasında başarısız olmasının sebebi, Müslüman tecrübeye Batılı kalıplarla yaklaşmasından kaynaklanıyor. Ahsan benzer bir örneği Mısırlı düşünür Mustafa Kamil üzerinden de veriyor. Mustafa Kamil’in milliyetçiliği büyük oranda İngiliz kolonyalizmine karşı gelişirken, bu tepkiyi Osmanlı’ya yöneltmiyor ve milletin çerçevesini ümmet üzerinden oluşturuyor. Dolayısıyla, Ahsan Müslüman toplumların tecrübesine kendi dinamikleri içinde yaklaşılması gerektiğini iddia etmekte.
Ahsan, konuşmasında ümmet-ulus çıkmazına çözüm olarak hem Hz. Peygamber’in Medine Vesikası’nı, hem de Muhammed İkbal’in görüşlerini işaret etti. Hz. Peygamber’in kabile kimliklerini yok saymadığı gibi, İkbal de ulusların yok sayılmaması gerektiğini savunuyor. Ahsan, İkbal gibi, Müslüman toplumların yan yana gelmesi ile oluşan Müslüman Milletler Cemiyeti’nin “ümmet krizini” çözebileceği kanaatinde. Söz konusu Müslüman toplumlardaki gayri-Müslimlerin haklarını teminat altına almak içinse Ahsan düalist bir yapı öneriyor ve yine Medine Vesikası’nı, Osmanlı’daki Millet Sistemi’ni ve hatta Pakistan’ın 1956 anayasasını işaret ediyor.
Bununla beraber, Ahsan özellikle tüm bu tartışmalardan uzak duran elitlerin zihni sömürgeleşmeye tabi olduğunu ve Batılı eğitimin etkisinde kaldıklarını iddia ediyor. Söz konusu çevrelerin özellikle ulus fikrini vurgulamasını Batı’nın entelektüel dönüştürücü etkisine bağlıyor ve bu çevrelerin kendi ülkelerinin geçmişinden de haberdar olmadığının altını çiziyor. Tüm bu çerçeve içerisinde, Ahval Müslüman dünyada üç ana hatta işaret ediyor: Ümmet fikrine işaret eden İslamcılar, ulus fikrini savunan milliyetçiler ve otoriter bir yönetimi savunan krallar veya otoriter liderler.
Ahsan son olarak Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezine ve sonrasına Müslüman dünyanın aldığı savunmacı pozisyona değindi. Ahsan bu teze cevap olarak ümmet fikrini zedeleyen, görmezden gelen tezler yerine, çoğulcu ve günün şartlarına uygun bir çerçevenin gerekliliğine işaret etti. Bu bağlamda Ahval, İkbal’in Müslüman Milletler Cemiyeti fikrine benzer fikirlerin yeniden canlandırılmasının gerekliliğini savunarak konuşmasını sonlandırdı.