Dindarlık mı Rasyonellik mi: İslami ve Konvansiyonel Bankalarda Mevduat Sahibi Davranışı
Ahmet Faruk Aysan: İktisatçılar için de rasyonalite, artık 70’lerde olduğu kadar önemli değildir. Araştırmalar teori üretmek yerine, büyük veriler ve bu verilerin nasıl işlendiği konusuna önem vermektedirler.
Küresel Araştırmalar Merkezi 2019 etkinliklerine İstanbul Şehir Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Dekanı Prof. Dr. Ahmet Faruk Aysan’ın makale sunumu ile başladı. Aysan, 2017 yılında Journal of Comparative Economics’de yayımlanan “Dindarlık mı Rasyonellik mi: İslami ve Konvansiyonel Bankalarda Mevduat Sahibi Davranışı” olarak Türkçeye çevirdiğimiz makalesinin sunumunu gerçekleştirdi.
Teorik tartışma, ekonometri ile yapılan hesaplamalar ve veri sonuçlarının değerlendirildiği üç kısımdan oluşan makalenin, Aysan öncelikle teorik tartışma ile giriş yaptı. Rasyonellik, felsefi kökenleri eskilere dayanan ve tanımlanması zor kavramlardan bir tanesidir. “Kimler rasyonel olarak tanımlanabilir?”, “Rasyonellik neye göre ve kim tarafından belirleniyor?”, “Rasyonel olmak zorunda mıyız?” gibi birçok soruyu da beraberinde getiren kavram, farklı disiplinler tarafından değişik şekillerde tanımlanabilir. İktisat alanında da önemli bir tartışma konusu olan rasyonellik felsefi kökenlerinden ziyade daha çok hayata bakan tarafları ile tartışılmaktadır. Daniel Kahneman, Richard Thaler, George Akerlof, Robert Shiller gibi iktisatçılar rasyonellik üzerine yaptıkları çalışmalar ile Nobel ödülü almışlardır.
Aysan, tarihsel olarak bakıldığı zaman, iktisadın rasyonellikten çoğulculuğa doğru kaydığını söylemektedir. Bunu göstermek için, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayarak günümüze kadar olan, iktisat içerisinde devam eden ana akım tartışmaların bir çerçevesini çizmiştir. Buna göre, ilk iktisatçılar, tüm aktörleri rasyonel olarak görmektedirler ve çalışmalarını bireyleri araştırmak yerine “kendileri gibi rasyonel bir birey nasıl düşünür?” sorusuna cevap arayarak yapmaktadırlar. Bu nedenle, 70’lere kadar devam eden ilk dönemdeki iktisat çalışmaları çoğunlukla teoriktir. Fakat daha sonra ki yıllarda, ekonominin araştırma alanının mikro ve makro olarak ayrılması, 80’lerde başlayarak davranışsal iktisat üzerine makalelerin yayımlanması, iktisat alanındaki çalışmaların yöntem ve söyleminde değişikliğe neden olmuştur. Rasyonellik kavramı da bundan etkilenerek genişlemiştir.
Davranışsal iktisatçıların genel ekonomiye eleştirisi, çalışmalarda anlaşılan rasyonalitenin sınırlarının çok sıkı olmasına yönelikti. Onlara göre, rasyonalite bu olmak zorunda değildi, insanların durumlarına göre, şartlarına göre, zamana göre çok farklı rasyonellikler olabilirdi. Diğer yandan ise, İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan makro-mikro ayrımı, bu dönemde rasyonelliği daha genişleten ve makroekonomiyi mikroekonomiye yakınlaştıran çalışmaların yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Öncesinde, kalkınma ve devlet politikaları çalışan makro iktisatçılar, firmalar ve piyasaların çalışması üzerine çalışan mikro iktisatçıların neler yaptığı konusunda bilgi sahibi olmuyorlardı. İki tarafta teoriler üretiyor fakat bu teorilerin birebir uygulamaları ortaya çıkmıyordu. Bu nedenle, mikro temelli makro yapılmasının gerekliliği, makro çalışmalarda ortaya çıkan sınırlı rasyonellik (bounded rationality) gibi teoriler ile görünür hale gelmiştir. Aysan, böylelikle rasyonelliğin genişlediğini savunmaktadır. Özetle, rasyonalite olarak tabir ettiğimiz, tek bir tanımı olan ve değişmeyen bir kavram değildir. İktisatçılar için de rasyonalite, artık 70’lerde olduğu kadar önemli değildir. Araştırmalar teori üretmek yerine, büyük veriler ve bu verilerin nasıl işlendiği konusuna önem vermektedirler.
Aysan, iktisat alanındaki genel tartışmaları verdikten sonra İslam iktisadının da bu tartışmalardan beslenerek geliştiğini söylemektedir. Buna bağlı olarak, İslam iktisadının, ekonominin ön varsayımlarla ilerlediği 1970’lerde daha normatif olduğunu fakat artık değişen yöntem ve yaklaşımlarla daha çok davranışsal iktisada kaydığını belirtmektedir. Bu nedenle, İslam iktisadı çalışmak için dünyada ne tartışıldığını bilmenin ve İslam iktisadı bu tartışmaların neresinde ve buna göre nereye konumlanabilir sorularını yanıtlayabilmenin önemini vurgulamaktadır. Buna göre, İslam iktisatçıları alanı domine eden, onun felsefesini ve söylemini belirleyebilen bir grup olmadığı için en azından etkilendiği şeyin ne olduğunu söyleyebilmesi lazım. Bu nedenle İslam iktisatçıları, 70’lerin dilini, kamu tercihi teorisi (public choice theory) gibi teoriler içerisinde konuşmayı bırakarak davranışsal iktisat içerisinde konuşmaya, belli konuları davranışsal iktisat ile açıklamaya başlamışlardır. Bireylerin araştırmacı ile aynı şekilde düşünmek zorunda olmadığı, eğitim, sosyoekonomik şartlar gibi nedenlerle farklı şekillerde düşünebileceği varsayımıyla bireyin nasıl davranacağı araştırma konusu olarak alınmaktadır.
Bu noktada İslam iktisadının genel iktisattan ayrı bir alan olarak alınıp alınamayacağı tartışmalarına, iki aşırı uç arasında makul bir cevap arayışı ile yaklaşan Aysan, Müslüman oldukları için, bireylerin bazı davranışlarının değiştiğini ve bazı davranışları değiştiği için de incelenmeye ihtiyaç duyulan bir grubu oluşturduklarını savunmaktadır. “Konvansiyonel bankalar ile İslami bankalar farklılaşıyor mu?” sorusunun varlığına dikkat çeken Aysan, daha önemli olarak gördüğü “Konvansiyonel bankaların müşterileri ile İslami bankaların müşterileri farklılaşıyor mu?”, “Müslüman oldukları için insanların finansal davranışları değişiyor mu?” sorularının cevabını aramaktadır.
Bu nedenle, makalede araştırmasını talep üzerinden yapmaktadır. İslami bankaların kredi tarafı murabaha yöntemi ile konvansiyonel bankacılığa yakındır fakat mevduat tarafı ile farklılaşmaktadır. 2018 Ağustos itibariyle gerçekleşen son ekonomik dalgalanmalar ile konvansiyonel bankalar %30’lara varan faiz verirken katılım bankaları, kar-zarar ortaklığı sistemi içerisinde önceden taahhüt etmediği için havuzda biriken kazancını vermeye devam etmektedir. Bu bağlamda, makale, rasyonelliğin ve dindarlığın sınırlarını araştırmaktadır. İnsanlar eğer dindarsa ve Müslüman gibi yaşamak istiyorlarsa, %12 kar payı da olsa, bu bankada kalmaya devam etmesi gerekmektedir. Fakat bu şekilde de, klasik manada rasyonel davranmamış olmaktadırlar. Makalenin araştırma sorusu; “Katılım bankası müşterisi enflasyonun yükseldiği kriz zamanında da, daha az dindar komşusu aynı dönemde geleneksel bankadan %24-25 alırken, %12 ile İslami bankada devam eder mi?” olarak belirlenmiştir. Makale, İslam iktisadının varlığı üzerine tartışmalar çerçevesinde de, önemli bir sonuç elde etmektedir, mevduat davranışındaki farklılıktan yola çıkarak, “Müslümanlar var ve farklı davranıyorlar” tezine bir kanıt teşkil etmektedir.
Makalede banka düzeyinde bir veri olan, her bankanın mevduatlarının ne kadar olduğuna dair bir veri seti (0-10.000/10.000-20.000/20.000-30.000/30.000-40.000/40.000-50.000/50.000 ve üstü) kullanılmıştır. Panel VAR sonuçlarına göre, öncelikle, konvansiyonel ve İslami banka fark etmeksizin, 50.000 TL üstü mevduatı olan bireyler, Merkez Bankası faiz değişimlerine hemen ve fazla tepki veriyorlar çünkü bu miktardan sonra kredi riski var. Konvansiyonel bankalarda 40.000-50.000 TL arasında mevduatı olan bireyler faiz şoklarına tepki verirken, 0-40.000 TL arasındaki mevduat sahipleri bu şoka tepki vermiyorlar. Buna göre, geleneksel bankaların müşterileri bankalarını kolayca değiştirmedikleri için tutsak (captive). İslami bankalar da ise, faiz şoklarına tepki 10.000 TL ve üzerinde başlıyor. 10.000 TL altı miktarın büyük bir meblağ olmayışı ve illa mevduat olarak tutulan para olmama durumları göz önüne alındığında, İslami bankalara tepkilerin yüksek olduğu görülmektedir. Bu durum, aslında İslami banka müşterilerinin tutsak değil gayet rasyonel olduğunun bir göstergesidir.
Bu sonuçlar, Timur Kuran’ın İslam iktisadı eleştirilerine karşı da bir argüman geliştirmektedir. Buna göre, İslami bankaların müşterileri, geleneksel bankaların müşterilerine göre tutsak olmaktan uzak ve daha fazla rasyonel. Aysan, bu durumu, İslami bankaların her ürünü sunmaması, geniş şube ağına sahip olmamasından dolayı, genelde İslami banka müşterilerinin aynı zamanda geleneksel bankalarda da bir hesabı olması ile açıklamaktadır. Bu açıklamayla, aslında katılım bankalarının müşterilerinin daha fazla bilgiye ulaştığı yorumunu getirmektedir. Geleneksel banka müşterisi katılım bankasında ne olduğunu bilmezken, katılım bankası müşterisi iki bankayı da bilmektedir.
Bu çıkarımlarla birlikte, makale, makro düzeyde iki gösterge daha sunmaktadır. (1) Türkiye’de parasal aktarım mekanizması çalışıyor ve faizin önemli bir silah olduğu İslami bankaların müşterileri için de görülmektedir. (2) Bu çıkarımın, finansal iktisatçılar açısından, İslami bankalar adına söylediği uyarıcı tarafı da var; bu müşteriler böyle bir tercihte bırakılmamalı çünkü bu durumda İslami bankalara haksızlık edilmektedir. Aysan, regülatörlerin, sistem içerisinde İslami bankaların daha dezavantajlı duruma düştüğünü göz önüne alarak İslami bankacılara pozitif ayrımcılık yapılması gerektiğini söylemektedir. Sonuç olarak, İslami bankaların, banka açarak desteklenemeyeceğini, bunun yerine, bu bankaların nasıl çalıştıklarını, müşterilerinin nasıl davrandığını anlayarak İslami bankaların daha istikrarlı, daha finansa katkısı olan bankalar haline getirilebileceği önerisinde bulunmaktadır.