İslam Siyaset Düşüncesinde Siyasal Nerede Aranmalı?
Medeniyet Araştırmaları Merkezi Makâlât toplantı dizisi çerçevesinde Ahmet Okumuş’un“İslam Siyaset Düşüncesinde Siyasal Nerede Aranmalı?”[1] makalesini konuştu. Tartışmanın müzakereciliğini ise Mehmet Akif Kayapınar yürüttü. Okumuş makaledeki bazı sorular üzerinden ilerleyerek ve bu soruları biraz daha derinleştirerek konu hakkındaki arayışlarının tekrar makalenin başlığına nasıl götürdüğünü anlatacağını belirtti.
Muhammed ikbal “Hükümet Tipleri” adlı yazında siyasal bir güç olarak insanın yeryüzündeki var olma durumunu sorguluyor. İnsanın şahadet ediciler olarak hâlâ vazgeçilmez olduğunu vurguluyor. Bu husus ile makalenin asıl tartışma sorusu kesişiyor. Makalede İslam siyaset düşüncesinin yeryüzünde misyonu var mıdır? Varsa nedir, ne söyleyebilir? O mirasla şimdi doğrudan irtibat kurabildi mi? Böyle bakıldığında günümüz insanı mirasçı tavrına sahip mi? Doğru tavır nedir? Mirasçı olarak tarihsel malzeme ardında yenilikler görülebiliyor mu? Yoksa bir unutma sorunumu söz konusu? Bir şeyler unutulduğu için mi insanlar yenilik müptelası oldu diye soran Okumuş, bunları çözüme kavuşturma iddiasında olmadığını ama derdini anlatmak için bu çerçeveyi çizmesi gerektiğini belirtiyor.
Makalede Abdülhak Şinası Hisar’la Mehmet Akif Ersoy arasında bir konum edinmeye çalışan Okumuş, iki ismin kısaca konu hakkındaki görüşlerine yer veriyor. Hisar’a göre eski bir zaman dilimini anlamak için ilme değil cehle başvurmak gerekiyor. Yani eski değerlerin kendine mahsus kıymetini anlamak için bugünü unutarak ona yaklaşmak lazım. Ersoy ise asrın idrakini kaybetmeden yeni metinlerle geçmişe yaklaşmak gerektiğini tavsiye ediyor. Toplum kendi tarihselliğini kaybetmeden eski metinlerle de mesaide bulunmalı. Okumuş, Ersoy’un görüşünün daha dinamik olduğunu, içinde bulunduğu toplumun bu ikisi arasında bir yer aradığını düşünüyor.
İslam siyaset düşüncesi neye delalet ediyor? Bu soru pek çok tartışmanın başlatıcısı. Bugünün siyaset pratikleri ile önceki devirlerin konu hakkındaki düşünceleri ne kadar benzeşiyor sorusunu cevaplamak için bu temel meseleden yola çıkmak gerekiyor. Burada siyaset ve siyasal olan ayrımı kendini gösteriyor. Okumuş’a göre İslam’da siyasal olanı tartışarak ilerlemeye çalışmak daha uygun bir zemin sağlıyor. Çağdaş siyaset düşüncesinde siyaset ve siyasal temel bir ayrım. Siyaset gündelik pratiklere tekabül ederken, siyasal olansa bütün toplumsal pratikleri ve siyaseti de içeren ancak kendisi herhangi bir şeye hapsedilemeyen etkinliktir.
Okumuş, İslam’da siyasal olanı beş soru etrafında tartışıyor. Bu sorulardan ilkini etkinlik olarak siyasetin yeri ve değeri nedir? Buna ilişkin geliştirilmiş söylem biçimleri İslam siyaset düşüncesinde nelerdir? Siyaset zaruret midir? şeklinde zikrediyor. Siyaset kader, mubah bir davranış, kendinde yetkinleşme olarak tanımlanabiliyor. Paganlar da ise şan ve şeref için siyaset yapmak, yani kalıcı bir ad bırakmak için yapılan siyaset var. Bu siyasi motivasyona ilişkin önemli bir nokta. Bugün siyasetin bağımsız tavır alma hakkına sahip olmadığı belirtilerek şan ve şeref meselesinin artık söz konusu olmadığı söyleniyor.
Sorulardan ikincisi siyaset ve ahlaki açmazlar üzerine. Siyasetin ahlaki açmazlara açık tabiatı karşısında İslam siyaset düşüncesinde nasıl bir çözümleme geleneği var? Burada siyaset ahlaki ve var oluşsal ikilemler doğuran trajik bir etkinlik olarak görünüyor. Son olarak da siyaset iyi ve kötü arasında bir tercih yaptırmayı gerektiriyor. Bu siyaset içinde farklı tezlerin çatıştığı trajik durumların olabileceğini gösteriyor. Trajik durumların farkında olmamak sezgi zayıflığından kaynaklanıyor ve siyaset söz konusu olduğu zaman trajik bilincin görülmesi gerekiyor. İslam acıyı romantize ederek yüceltmez, bir duruş gösterir ve bu noktada Aliya’nın trajik duruşunu hatırlamak faydalı olabiliyor. Aliya’ya göre ateistik dünya tasavvurunda trajik bir duruş yok. Çünkü bu anlayışta ikilemler ve kahramanın kaybeden tarafta olması doğal bir olay olarak karşılanıyor.
Okumuş’un üçüncü olarak tartıştığı soru siyaset ve hukuk meselesi üzerine. Sistemli bir hukukun olduğu her yerde bu mesele ile karşılaşmak mümkün. Hukuk belli sınırlar içinde siyaseti sindirmeye çalışırken siyaset buna direnç gösteriyor. Bu nokta Mannheim’in bir sözüyle hem daha net ifade edilebilir hem de kişinin soyut olan kavram dünyasını daha somut bir anlama götürebilir. Karl Mannheim “Hukuk tamamlanmış siyasettir, siyaset olmakta olan yasadır” diyor. Bu cümle hukuku sindiren bir tanım. Siyaset devam ediyorsa bu hukuk içindir ve siyaset eksik hukuktur hissi oluşuyor.
Okumuş diğer iki sorunun rejim ve yöneten-yönetilen bahsi üzerine olduğunu, bunlara makalede ayrıca yer verdiğini belirterek Kayapınar’ın hem soruları hem de eleştirileri üzerinden tartışmayı genişletmeyi yeğlediğini belirtiyor.
Kayapınar öncelikle Okumuş’un siyaset üzerine yönelttiği soruların yüzde yüz doğru sorular olmadığını, ama ölü bir bedeni uyandırmak için yapılan sağlıklı dürtmeler olduğunu belirtiyor. Ölü bedeni dirilmek için daha fazla antropoloji ve siyaset düşüncesini çalışmaya dâhil etmek, benzer dönemlerde başka medeniyet ve kültürlerde ne tür tartışmaların yaşandığını ve bunlar için ne söylendiğine bakmak, çağdaş siyaset felsefesinde benzer sorular varsa onlara nasıl cevap verilmiş diye görmeye çalışmak, çok perspektif ve disiplinden geniş zaman aralıklarından eldeki mirası anlamak gerektiğini zikrediyor. Ama şimdiye kadar bu tartışmaların yeterli düzeyde yapılmadığını gözden kaçırmamak gerektiğini vurguluyor.
Kayapınar, Okumuş’un açıklamak yerine sorularla genişletilmesini istediği iki soru üzerinden tartışmayı başlatıyor. Son iki soru İslam siyaset düşüncesinde politik form meselesi ve yöneten-yönetilen ilişkisi üzerine. Yöneten-yönetilen meselesinde İslam siyaset düşüncesinde istisnai bir iki örnek haricinde tartışmanın olmadığı belirtiliyor. Yöneten ve yönetilenler birbirinden kesin çizgiyle ayrışmış gibi duruyor. Okumuş’un İslam siyaset düşüncesinde farklı devlet türleri ya da politik form üzerine sistemli düşüncelere rastlanıyor mu? Siyasi bütünün alabileceği değişik şekiller hakkında hangi tartışma gelenekleri izleniyor? Rejim sorunu üzerine kaynaklar nelerdir? soruları makalenin üçte ikisini kapsıyor. Bu soruların cevaplanmaya çalışıldığı kısımlarda İslam siyaset düşüncesi hakkındaki tartışmalarda rejime pek rastlanmadığı anlaşılıyor. Bu noktaya İslam dünyasında en fazla değinen Farabi’dir ancak o dahi konuyu külliler düzeyinde ele alıyor derine inmiyor. Okumuş rejimi daha çok şekil itibariyle tanımlıyor, hükümet biçiminde değil. Ayrıca hükümet mekanizması içinde yaşayan insanların hayat tarzını düşünüş ve anlayış biçimi olarak belirtiyor. Eğer rejim bu şekilde kabul edilecekse benzer tartışmaların aslında İslam siyaset düşüncesinde yapıldığını görmek mümkünmüş gibi hissediliyor. Ne Kur’an ne de sünnette siyasetin mekanizmasına dair tanım, genel ilkeler yok. Ama hayat tarzı söz konusu olduğunda anayasal ya da fıkhı yönden konuya yaklaşıldığında diyor Kayapınar, İslam ahlak literatüründe siyaset felsefesi içinde bu tartışmaların yapıldığını zikrediyor. Bu tartışmalar daha çok mevcut üzerinden değil, olması gereken üzerinden gerçekleşmiş gibi duruyor. Kayapınar’a göre eğer makalede bir eksiklik aranacaksa bu nokta öne çıkarılabilir. Ayrıca edep literatüründe de bu çerçevede tartışmaların bulunması muhtemeldir.
Tüm bu noktalar üzerinden bakıldığında dahi İslam siyaset düşüncesinde rejim tartışmasının yapılmadığı söylenebilir mi? İkinci olarak Yunan düşüncesinde rejim tartışması yapan düşünürlere bakıldığında, Eflatun ve Aristoteles’te rejimin bir sebep değil bir sonuç olduğu izlenimi oluşuyor. Rejimin biçimi mi o rejimi yaşayan insanların karakterini belirliyor? Yoksa insanların karakteri mi rejimin biçimini belirliyor? Eğer rejimin bir sonuç olduğu kabul edilecekse, neden sebebe değil de sonuca bakılıyor? Neden rejim tartışması bu durumda önem arz ediyor ve rejim büyük bir eksiklik olarak kendini gösteriyor?
Okumuş, Kayapınar’ın sorularına ve eleştirilerine tek tek cevap vermekten ziyade, bütünlüklü olarak bunların neye ve nereye tekabül ettiğini açıklıyor. Okumuş’a göre Kayapınar’ın soruları daha çok politik sol meselesine odaklanıyor. Kendisine yöneltilen soruların daha çok rejim meselesinde hayat tarzının nerede durduğu üzerine olduğunu belirtiyor. Rejim sadece makamlar söz konusu olduğunda değil, aynı zamanda hayat tarzı denilen noktada başlıyor. Adap literatürü bu ikisi arasındaki ilişkinin tartışmasını yapıyor. Rejimi bir yana bırakıp hayat tarzını ele alıyor. Bunu sanki bilerek, rejim meselesini bir kenara alarak yapıyor. Hangi rejim olursa olsun doğru hayatın nasıl yaşanması gerektiğini sorguluyor. Bu sivil bir alan oluşturup şeriat hukukunu uygulamayı teşvik eden bir tavır ve burada hayat tarzı daha spesifik algılanmış oluyor. Ama hayat tarzı tartışmaları bu hususa bir cevap olacak mahiyette değil. Ayrıca rejim tartışmalarının somut karşılıkları, iki siyası mekanizmanın birbirine temas ettiği noktalarda görülebilir.
[1] İslam Siyaset Düşüncesi içinde, İlem Kitaplığı, 2018.