Elitler-arası İş Birliğinin Kökenleri: Otoriter Rejimlerde Muhalefet Koalisyonları ve Orta-Doğu’da Demokratikleşme
Kılavuz, işbirliğinin aktörlere üç önemli şey kazandırdığından söz etti. İlki “organizasyonel sermaye”dir. Bireyler arasındaki temel ilişkileri ve örgütler arasındaki ilişkiselliğin getirdiği kazanımları ifade eder. İkincisi, “güven”dir. Güven karşı tarafın yarı yolda bırakmayacağına inanmadır, bu inançla fikri paylaşım yapılmasını sağlar. Üçüncüsü ise “ortak vizyon”dur. Bu son kazanım ise tarafların kendi ülkeleri için ortak bir tasavvur geliştirmelerini sağlar.
Küresel Araştırmalar Merkezi, 4 Ocak 2020 tarihinde, Tezat toplantıları kapsamında, demokratikleşme sürecinde elitler arası işbirliğinin nedenlerini ve etkilerini incelediği tezi ile Orta Doğu Girişimi’nde (Middle East Initivative) doktora sonrası araştırma görevlisi olan M. Tahir Kılavuz’u ağırladı. Kılavuz, muhalefet koalisyonlarının nasıl oluştuğu, nedenleri, yarattığı imkanlar ve kazanımların etkisini Cezayir, Tunus ve Mısır örnekleri üzerinden okuduğu tezi ile farklı işbirliği deneyimlerinin alternatif sonuçlarını incelemeye imkan veren bir sunum gerçekleştirdi.
Cezayir örneği ile sunumuna başlayan Kılavuz, İslami Selamet Cephesi önderlerinden Ali Belhac ile Cezayir siyasetinde önemli rol alacak olan laik Berberi aktivistlerin 1985 yılından itibaren bir yıl boyunca aynı hapishaneyi paylaşmalarına rağmen neredeyse hiç iletişim kurmadıklarını belirtti ve Ali Belhac’ın bu durumu “Biz İslamcılar İslam’ı istedik, laik olanlar laikliği istediler. Bizim için her şey çok farklıydı.” Cümleleriyle ifade ettiğini söyledi. Nitekim birkaç yıl sonra bölgenin ilk demokratikleşme hareketi gerçekleşmesiyle ilk özgür ve adil seçimlerin yapılması üzerine ordunun darbeyle yönetime el koyması olayında laik aktivistlerin orduyu darbeye çağırarak önemli bir rol oynadığı ve meşruiyet kaynağı oluşturduğu görülmüştür.
Mısır’da da benzer bir durum yaşandığını ifade eden Kılavuz, İslamcı tarafı temsil eden Müslüman Kardeşler’in bir tarafta, Milliyetçi kesimi temsil eden Nassırcılar diğer tarafta kaldığını ve birtakım işbirlikleri söz konusu olsa dahi bunların derinlik kazanamadığını belirtti. Demokratikleşme süreci başladığında ise Arap Baharı sırasında görüldüğü üzere Müslüman Kardeşler yalnız kalırken, diğer muhalif gruplar çoğunlukla darbeyi desteklediler. Darbeyi desteklemeyen ve İslamcı olmayan aktörlerden biri olan Eymen Nur’a göre işbirliği yapılamamasının sebebi karşı olunan şeyin, Mübarek rejimi olduğu bilinmesine karşın ortak talebin net bir şekilde bilinmemesidir.
Tunus’ta ise daha farklı bir yapı olduğunu ifade eden Kılavuz, bu ülkede de diğer örneklerdeki gibi İslamcı ve seküler aktörler bulunmasına karşın Tunus siyasetinde laikliğin daha güçlü, İslamcı aktörlerin ise daha ılımlı olduğuna değindi. Buradaki aktörlerin hem Avrupa’da hem de kendi ülkelerinde çeşitli toplantılarda biraraya geldiğini ve demokratikleşme sürecinde işbirliği yaptığını açıkladı. Devrim sonrası iktidara gelen liberal seküler lider Munsif Marzuki’nin muhalefetin önceden sahip olduğu iyi ilişkilerin demoratikleşme sürecine faydaları olduğunu ifade ettiğini hatırlattı.
Kılavuz, üç aktör ve üç farklı bakışını açıklayarak işbirliği hakkındaki farklı görüşlerin ve bunların teorik kökenlerinin demokratikleşmenin başarısına etkilerinin tezinin temelini oluşturduğunu söyledi. Kılavuz, bu üç ülkeyi demokratikleşmenin sivil aktörler eliyle gerçekleştiği ülkeler olmaları sebebiyle seçtiğini belirtti. Irak’ta 2003 işgali sonrasında dış müdahele ile gerçekleşen demokratikleşme, Arap Baharı sonrası Libya ve Yemen’de ise iç savaş ve çatışma sebebiyle sivil aktörlerin tam anlamıyla yürütebildiği bir süreç olmadığı için bu üç ülkeyi odağına aldığını ifade etti.
Tezin teorik kısmının merkezinde olan işbirliği kavramını nasıl ele aldığını, bu kavramın imkanlarını ve sınırlılıklarını açıklayan Kılavuz, tezinde oyun teorisinden yararlanarak; optimum sonuca ulaşmada farklı aktörlerin ve alternatif işbirliği seçeneklerinin nasıl farklı sonuçlar doğurduğuna odaklandığını ifade etti. İşbirliği kavramının test edilemezlik, derinliğinin belirsiz olması ve daha çok betimleyici bir argüman olarak alınması gibi problemleri olduğunu belirtti. Muhalefet gruplarında her grubun aynı güç ve ağırlığa sahip olmadığı, İslamcılar’ın muhalefette güçlü bir ağırlığa sahip olduğunu; rejimlerin ise genelde laik kökenli olduğunu, kendisinin, bu çerçevede, güç dengesinin oluşturduğu farklı olasılıkları göz önünde bulundurarak işbirliğini incelediğini ifade etti.
İslamcı aktörler tek başına güçlerinin yeterli olduğunu düşünebilir veya diğer gruplar ile çalışabilir. Laikler ise İslamcılarla işbirliği yanında rejimle işbirliğini tercih edebilir. Bu durumda İslamcılar yalnız kalırken, laik muhalifler rejime eklemlenebilirler. Ancak iki grup birarada çalışırsa bu durum demokratikleşmeyi getirebilir, aksi halde demokrasi harici sonuçların ortaya çıktığı görülecektir. Rejim karşısında işbirliği yapmış güçlü bir muhalif grup varsa rejim taviz verebilir. Rejim başka grupları yanına çekerek karşısındaki nispeten güçsüz muhalif gruba karşı direnebilir ki bu da demokratikleşmeyi zayıflatabilir. Tüm bu seçeneklerde farklı seviyelerde işbirliği demokratikleşmeyi farklı şekillerde etkileyecektir.
Kılavuz, demokratikleşme süreci öncesinde üç seçenek söz konusu olduğunu ifade etti. İlki koalisyonun olmamasıdır ki demokratikleşme sürecinde işbirliğinin oluşması için zor bir durumdur. Günlük (yüzeysel) koalisyonlar ise ikinci seçenektir ve işbirliğinin sağladığı üç temel kazanıma ulaşmak için yeterli olmayabilir. Bu kazanımları elde etmek için üçüncü seçenek olan fikri koalisyon gerekir. Bunun sonucunda demokratikleşme sürecine gelindiğinde taraflar birbirlerine daha iyi taahhütte bulunabilirler.
Kılavuz, işbirliğinin nedensel kökenlerini incelendiğinde öncelikle sonucun tarafları status quo’dan daha iyi bir noktaya ulaştıracağı beklentisinin olduğunu ifade etti. İşbirliğinin oluşması için karşı tarafla bir güvenilirlik taahütü (credible commitment) kurulması gerektiğini, bu sayede tarafların caymayacağına dair bir inanç oluşacağını belirtti. “Peki bu güvenilirlik taahütü nasıl kurulur?” sorusuna cevabın ise derinlikli bir koalisyonla sağlanacak fikri bir paylaşımda yattığını, düzenli toplantılarla tarafların birbirlerini tanımaları ve anlamalarının daha uzun vaadeli bir koalisyon ve verimli işbirliği yapılması için önemli olduğunu ifade etti.
Kılavuz, işbirliğinin aktörlere üç önemli şey kazandırdığından söz etti. İlki “organizasyonel sermaye” (organizational capital)dir. Bireyler arasındaki temel ilişkileri ve örgütler arasındaki ilişkiselliğin getirdiği kazanımları ifade eder. İkincisi, “güven”dir. Güven karşı tarafın yarı yolda bırakmayacağına inanmadır, bu inançla fikri paylaşım yapılmasını sağlar. Üçüncüsü ise “ortak vizyon”dur. Bu son kazanım ise tarafların kendi ülkeleri için ortak bir tasavvur geliştirmelerini sağlar.
Bu üç kazanımın elde edildiği ve başarılı bir işbirliğinin sağlandığı tek örneğin Tunus olması sebebi ile Kılavuz özellikle bu örneğin üzerine eğildi. Cezayir’de 1989-1992 arasında gerçekleşen demokratikleşme sürecinde muhalifler hiç biraraya gelmemiştir. Mısır’da ise tek tük koalisyonlar yapılmış, özellikle 2005’te Kifaye hareketi, sonrasında Ulusal Cemaat hareketinde koalisyonlar yapılmış ancak bunlarda da dar kalıplı, günlük, stratejik koalisyonlar oluşturulmuştur.
2003 yılında Aix-en-Provence şehrinde, Tunus’tan gelen bir grup muhalif ile Avrupa’da yaşayan Tunuslu muhalifleri biraraya gelerek İslamcı ve İslamcı olmayan aktörlerle birlikte muhalefet oluşturmaya iten ilk adım atılıyor. Bu görüşmeye Tunus devrim sürecinde rol almış bir devlet başkanı, meclis başkanı, eski bakanlar, Nahda’dan, aşırı soldan, liberallerden birçok muhalif katılıyor ve rejim karşıtlığı ve siyasi tutukluların çıkarılması gibi temel noktalarda görüşüyorlar.
2015 Ekim’de ise Tunus’ta uluslararası camiada iyi bir izlenim edinmek için Birleşmiş Milletler Enformasyon Zirvesi yapılıyor. Muhalifler de bu politikaya karşı uluslararası camiaya seslerini duyurmak için açlık eylemi düzenlemek istiyor ve dört muhalif parti ile dört sivil toplum örgütünden sekiz muhalif açlık eylemi yapıyor. İkisi islami, diğerleri farklı seküler gruplardan oluşan bu önemli isimler 30 gün boyunca beraber yaşayıp açlık grevi yapıyorlar. Bu eylem ve medyaya yaptıkları açıklamalar beklemedikleri bir ilgi ile karşılanıyor ve bunun sonucunda mobilize olan muhalefet 18 Ekim Kollektifi denilen bir koalisyon kuruyor, ardından da takip eden üç buçuk sene boyunca düzenli toplantılar yapılıyor. Bu üç buçuk senelik faliyetlerin sonunda çoğulculuk, Tunus’ta kadın hakları, Tunus’ta din-devlet ilişkisi üzerine üç tane metin hazırlanıyor. Bu üç metne, farklı kesimlerden insanlar imza atıyor, bağlayıcı bir nitelik kazanıyor ve devrim başlamadan iki ay önce yayınlanıyor. “Demokrasiye doğru yolumuz: Demokratik devlet üzerine ortak bir Tunus vizyonu için İslamcılar, solcular, milliyetçiler ve liberaller arasındaki müzakerelerin özeti” ismiyle yayınlanan bu çalışma ve müzakere sürecinin sonucunda işbirliğinin önemli kaynaklarının geliştiğini ifade eden Kılavuz, organizasyonel sermaye, güven taahhüdü ve ortak vizyonun oluşmasında bu deneyimin önemine işaret etti. Kılavuz bu süreçten sonra yaşanan Troyka hükümetinin kurulması, Tunus anayasasının tamamlanması ve ulusal diyalog sürecinin başarıya ulaşması gibi adımlarda geçmişte öğrenilen koalisyon kurma ve taviz verme pratiklerinin etkili olduğunu ifade etti.
Kılavuz, bu sonuçları anlamlandırmada tezinin de işaret ettiği üzere halen Ortadoğu’da otoriter rejimler için muhaliflerin yapabileceği en iyi şeyin işbirliği yapmak olabileceğini ifade etti. Arap baharı sürecinde yaşananların da birbirleriyle konuşmayan muhaliflerin sonunda sıkıntı yaşadıklarını gösterdiğini hatırlattı. Tunus Nahda Hareketi eski liderinin “Geçiş aşamasındaki bir demokraside kendi kazanımlarınıza tutunabilirsiniz ama bunu yaparken ülkeyi kaybetme riskiniz var. Ülkeyi kaybetmemek için yeri geldiğinde tavizlerinizden vazgeçmelisiniz.” sözüne işaret ederek işbirliği ve taviz verme tercihinin Tunus’un demokratikleşme sürecindeki başarısının önemli etkenlerinden olduğunu belirtti. Kılavuz, konuşmasını geçmişteki işbirliği tecrübelerinin, elitlerin birbirlerine güven duymaları, birbirlerini tanımaları, demokratikleşme sürecinde birbirleriyle oturup konuşmalarıyla şekillendiğini ve bir yönüyle bu sayede demokratikleşmeyi gerçekleştirebildikleri tespitiyle neticelendirdi.