ABD Başkanlık Seçimleri ve Türkiye’ye Muhtemel Yansımaları

Paylaş:

Küresel Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği Özel Etkinlik toplantı serisinin Aralık ayı konuğu İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hasan Kösebalaban oldu. Kösebalaban, Donald Trump’ın Amerikan politikasında işgal edeceği yeri daha iyi belirlemek amacıyla konuşmasına Bush ile Obama döneminde izlenen dış politikalara dair bir çerçeve çizerek başladı. Bush’un müdahaleci bir seyir izleyen Amerikan dış politikası, Obama döneminde daha ziyade müdahalesizlik dönemine girmiştir. Kösebalaban’a göre her ne kadar farklılıklar öne çıksa da Bush ile Obama dış politikaları arasında ciddi süreklilikler de mevcuttur. Daha sonra Trump’ın başkanlığı konusuna geçen Kösebalaban, özellikle Amerikan Kongresi desteğini yanına alabilmesi durumunda Trump döneminin önceki dönemlerdeki sürekliliği devam ettirmeyip radikal değişikliklere gidebileceğini söyledi. Her ne kadar ekonomik ve siyasi gerçeklikler söz konusu olsa da, başkanın kendi perspektifiyle dış politikayı ciddi anlamda dizayn edebileceği ihtimali uzak değil.

Konuşmasına Trump’ın sözlerinden yaptığı alıntılarla devam eden Kösebalaban, bu cümlelerdeki sert mesajlar içeren kısımların altını çizdi. Geleneksel Amerikan dış politikasının tersine, Trump’ın Rusya’yla yakın ilişkiler kurması ve Çin’e karşı da sert bir politika izlemesi beklenmektedir. Trump, Avrupa Birliği konusunda ise Brexit çizgisine paralel olarak birliğe pek yakın durmayan bir konum işgal etmektedir. Kösebalaban, özellikle NATO konusunda Rusya ile ilişkilerini normalleştiren bir Amerika’nın, Rusya karşıtı bir örgütlenme olan ve Amerika’ya ciddi mali yük getiren NATO’dan çıkmasının mantıklı olduğu kanaatini taşıyor. Zira NATO’da mali yük konusunda Avrupalı devletlerin Amerika’yı yalnız bırakıyor olması Obama tarafından dahi dile getirilmiş bir eleştiri.

Ortadoğu politikasında Trump, özellikle seçim döneminde Clinton’ı Irak Savaşı’nı desteklemekle suçluyor ve Amerikan çıkarları bakımından bu savaşın epeyce hatalı olduğunu, zira Irak Savaşı’yla Ortadoğu’daki düzenin bozulup yerine kaosun bırakıldığı bir yapının kurulduğunu savunuyor. İran’ı Amerika için birincil tehditler arasında gören Trump’ın Obama döneminde yapılan nükleer anlaşmayı sürdürüp sürdürmeyeceği, sürdürmeyecekse İran’a savaş açıp açmayacağı belirsizlik taşıyan bir nokta olarak karşımızda duruyor. Kösebalaban’a göre Irak Savaşı’nın Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırdığını söyleyen bir Trump’ın İran’a savaş açmayı nasıl düşündüğü ise kafa karıştırıcı bir husus. IŞİD’le alakalı olarak ise “Bunlar haydut insanlar, nasıl başa çıkılacağını biliyorum.” diyerek ek bir şey söylemiyor . İsrail konusunda ise Amerikan geleneğini sürdürüyor. İsrail perspektifinden bakıldığında önemli olan, artık Amerika’nın ne kadar para vereceği değil, İran’la olan nükleer anlaşmanın iptal edilip edilmeyeceği. İslam konusunda Trump’ın bakış açısını da değerlendiren Kösebalaban, önceki dönem Amerikan geleneğinden ayrılan Trump’ın, mevcut hassasiyeti uzaklaşarak İslam’ı dışlayan bir dil kullandığını belirtti. Trump, “Müslüman teröristler” klişesi yerine, İslam’ın kendisinin terörizm olduğuna yönelik söylemlerde bulunuyor.

Bu noktaya kadar Trump’ın bir tüccar mantığıyla oyları topladıktan sonra bu uç yaklaşımları terk edeceği beklentisine de değinen Kösebalaban, durumun pek öyle görünmediğini, Trump’ın kurmayı düşündüğü bakanlar kurulunu göstererek ifade etti. Söz konusu bakan adayları da çoğunlukla ayrımcı söylemlere sahip kişilerden oluşuyor. Ayrıca genel olarak söylenecek bir şey daha varsa, öngörülen bakanlar kurulunun emekli askerler ve oldukça zengin kişilerden oluşması.

Obama ile Trump arasındaki sürekliliklere de değinen Kösebalaban, Çin politikası konusunda her iki dönemin ciddi benzerlikler taşıyacağı beklentisinden bahsetti. Rusya ise Trump tarafından ikincil bir tehdit olarak görülüyor. Öte yandan Cumhuriyetçilerin de ciddi bir kısmı için Rusya birincil tehdit ve şimdiye dek strateji, Çin’i Rusya’dan koparmak, aralarındaki yakınlaşmayı engellemek şeklindeydi. Yeni dış politika anlayışında ise Çin birincil tehdit, Rusya ise kazanılabilir bir müttefik olarak görülüyor. Avrupa ise bu durumdan oldukça rahatsız. Dolayısıyla Amerika’nın NATO’da üstlendiği rolü, Almanya’nın silahlanarak kendisinin üstlenmesi gerektiğine dair görüşler öne çıkmaya başlıyor.

Kösebalaban son olarak Trump’ın muhtemel dış politikasının Türkiye’de görülebilecek muhtemel yansımalarına değindi. Türkiye tarafında Batı bloğundan çıkarak Avrasya bloğuna yakınlaşmak, Şanghay İşbirliği Teşkilatı’na girmek gibi bir çözüm öngörülüyor; fakat Rusya ile Türkiye arasında ciddi rekabet ve mücadele alanlarının olduğu gerçeği, bunun pek uzun vadede sürdürülebilir bir politika olmasının önündeki en büyük engel. Obama döneminde olduğu gibi, Trump dönemi için de umut dolu bir bekleyiş bulunsa da gerçek pek de beklenildiği gibi olmayabilir. Öncelikle Rusya’ya yakınlaşması beklenen Trump’a bakılarak Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşması gerektiği düşüncesi, Kösebalaban’a göre, göründüğü kadar basit bir formül değil. Çünkü ne zaman Amerika ile Rusya arasında bir mesafe varsa bu, Türkiye’nin lehine işlemiştir. Rusya ile yakınlaşan Amerika ihtimalinde ise bunun tersi bir tablo söz konusu olacaktır. Ayrıca Trump’ın İslam’ın kendisini düşman ilan eden ifadeleri ve muhtemel siyasi kadrosu da hesaba katıldığında yeni dönem Amerikan dış politikası Türkiye açısından pek parlak görünmüyor. Dolayısıyla Kösebalaban’a göre mevcut durumda Türkiye açısından bir fırsattan ziyade tehditten bahsedilebilir.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir