İran’ın Basra Körfezi Siyaseti
Küresel Araştırmalar Merkezi, 2 Nisan Cumartesi günü TEZAT konuşma serisi çerçevesinde Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nden Dr. Bilgehan Alagöz’ü misafir etti. Alagöz, 2014 yılında tamamladığı “İran İslam Cumhuriyeti Dış Politikasında Etkili Bir Unsur Olarak Güvenlikleştirme Siyaseti: 2003 Irak Savaşı Sonrası İran’ın Basra Körfezi Politikası” başlıklı doktora tezi üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Sunumuna uluslararası ilişkiler disiplininde alan araştırmalarının yeterince yer almadığına dair bir eleştiriyle başlayan Alagöz, teorinin yanında tarih bilgisinin de önemine dikkat çekti. Ortadoğu’yu ele alan çalışmalarda alanın kuramına ve kavramsal yapının ihmal edildiğini ve uzmanlarının da bölgenin tarihsel ve sosyolojik bilgisine yeteri kadar eğilmediklerini sözlerine ekledi.
Tezinin konusunu genel bir çerçevede değerlendirirken bölgenin dış politikasının anlaşılması için Basra Körfezi’ni anlamanın gerekliliğine ve Türkiye’de bu alanda yapılan çalışmaların eksikliğine değinen Alagöz, Körfez’in İran dış politikasında ciddi bir yer tuttuğuna işaret etti. Basra Körfezi’nin stratejik önemi, Körfezdeki Arap ülkeleri için de meseleyi hayati bir yere taşıyor. Bu çerçevede körfez, İran ve Arap ülkelerinin sinir uçlarından birini oluşturuyor.
Tezinin İran dış politikasıyla ilgili detaylarına değinmeden evvel kuramsal tartışmalarını özetleyen Alagöz, disiplin içerisindeki kuruculuğu sebebiyle realizmin mevcut gerçekliği açıklama kapasitesini ele aldı ve bu çerçevede kısa bir eleştiri sundu. Güvenlik meselesinin erken dönemlerden beri realist yaklaşım çerçevesinde ele alınmasına rağmen Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle realist güvenlik anlayışına çeşitli eleştiriler getirilmeye başlanmıştır. Avrupa’nın bölgeselleşme eğilimindeki artış realizm ve konstrüktivizmi eklektik bir çerçevede ele alan Kopenhag Okulu’nun yaklaşımını ortaya çıkarmıştır. Bir güvenlik sorununun temelinde gerçekten varoluşsal bir tehdit mi vardır, yoksa çeşitli süreçler mi bir meseleyi varoluşsal tehdit haline getirir? Kopenhag Okulu’nun güvenlik meselesine getirdiği eleştirinin temelinde bu soru vardır. Ancak bu yaklaşım daha çok Avrupa tecrübesinin ışığında geliştirilmiştir. Alagöz ise bu yaklaşımın dünya üzerinde başka bir bölge için ele alınıp alınamayacağını sormuş ve bu soruyu İran üzerinden cevapladı. Alagöz’e göre bu tartışma İran’ın Basra Körfezi siyasetinde açıklayıcı bir rol oynayabilir.
Sunumunun ikinci kısmında daha çok İran’ın gerek kendi kamuoyuna gerekse bölgesel ve küresel aktörlere yönelik ortaya koyduğu güvenlikleştirme siyasetini ele alan Alagöz, 1979 İran İslam Devrimi’yle gerek Ortadoğu’da gerekse dünyada ciddi kırılmaların yaşandığını dile getirdi. Devrim’in ilk zamanlarından başlayarak İran’ın gerek tarihsel gerekse coğrafi olarak sürekli tehditlerine işaret edilmiştir. Şiiliğin geçmişi bu çerçevede, Kerbela gibi olaylar üzerinden İran siyasal kimliğiyle önemli ölçüde mezcedilmiş ve İran’ın güvenlikleştirme siyasetinin düşünsel zemini hazırlanmıştır. Bunun yanında toplumsal hafızada 10. ve 11. yüzyıllardaki Arap istilalarının ve Emevilerle yaşananların canlı tutulması da bu zeminin önemli bir parçasıdır. Yakın döneme gelindiğinde 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında İran üzerindeki İngiliz ve Rus emperyal rekabeti de önemli bir yer tutar. Şah rejiminin ortaya çıkışı da Birinci Dünya Savaşı sonrasında emperyalizme direnişi müteakiben olmuştur. Bu çerçevede Basra Körfezi ve buradaki petrol potansiyeli önemli bir yer tutar. 1953’te Musaddık hükümetinin Amerika ve İngiltere işbirliğiyle devrilmesi, İran petrollerinin Musaddık tarafından millileştirilmesi sonucunda olmuştur. Bu çerçevede daha sonraları Şah’ın Amerika’yla iyi ilişkiler geliştirmesi, Şah karşıtlığını tırmandırmış ve 79 devrimine giden yolu açmıştır.
Çeşitli yıllarda güvenlikleştirme siyasetinin izlendiğine ve İran’ın Suudi Arabistan’ın petrol araması gibi aktiviteleri kendisi için ciddi güvenlik problemi olarak gördüğüne değinen Alagöz’e göre bilhassa İran-Irak Savaşı, güvenlikleştirme siyasetinin zeminini sağlamlaştırmıştır. Savaşla birlikte dış tehdit algısının daha da keskinleştiğini ekleyen Alagöz, İran’ın yeni rejimi için bir nevi kurtuluş savaşı olarak görüldüğünü ifade etti. Bu durum da Basra Körfezi’nde İran’dan başka bütün devletlerin tehdit olarak görülebileceği algısına katkı sağlamıştır. Hatta Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşu da İran’ın körfezdeki hamlelerine karşı olmuştur. Bu da güvenlikleştirme siyasetlerinin birbirini nasıl beslediğinin açık bir örneği olarak görülebilir.
Her ne kadar farklı güvenlik sektörlerinden bahsetmek mümkün olsa da Basra Körfezi özelinde askeri güvenliğin öne çıktığı gözlenebilir. Zira körfez, silahlanmanın en yoğun yaşandığı yerdir ve genel itibariyle silahlanma yarışı İran ve Suudi Arabistan arasındadır. Bu derece yoğun bir silahlanmanın siyasal söylemleri ve dolayısıyla güvenlikleştirme meselesini de daha hassas hâle getirdiğini ifade eden Alagöz, zaman zaman ülkelerin güvenlikleştirme siyasetlerinde ton düşürdüklerini ve böylelikle doğrudan çatışma riskini azaltmayı tercih ettiklerini söyleyerek sunumunu sonlandırdı.