Türkiye’yi Konumlandırmak: Türkiye’de Jeopolitik Zihniyet ve Ordu

Paylaş:

Klasik jeopolitikayı “yirminci yüzyıl siyaset yapma pratiğinin kavramsal zemini” olarak kavramsallaştırmaya imkan sağlayan eleştirel jeopolitik, Birinci Dünya Savaşı’ndan 11 Eylül’e  büyük yangınlardan geçerek günümüze ulaşan ve her defasında küllerinden yeniden doğarak modern coğrafya muhayyilemizin oluş ve bozuluşuna ayna tutan eleştirel bir tarz. Her ne kadar Türkiye’de henüz yer bulan bir yaklaşım olsa da son yüzyılda ülkede yaşanan pekçok kırılmaya farklı açılardan bakabilmenin kavramsal imkanını sunuyor. Küresel Araştırmalar Merkezi TEZAT toplantılarının Kasım etkinliğinde bu zeminde çalışmalarını yürüten isimlerden biri olan Yrd. Doç. Dr. Murat Yeşiltaş’tan “Türkiye’yi Konumlandırmak: Türkiye’de Jeopolitik Zihniyet ve Ordu” başlıklı tezi üzerine bir sunum dinledik.

Klasik jeopolitik anlayışın kökenlerinin 19. yüzyıl ortalarına uzandığını ve bu dönemden sonra jeopolitikanın kendini tahkim eden bir çalışma alanına dönüştüğünü belirterek sunumuna başlayan Yeşiltaş, eleştirel bir yerden bakıldığında ulus-devletin mekanını kurgulayan ve sağlamlaştıran klasik jeopolitiği, değişen koşullarda yeniden üreten bir alan olarak anlamak gerektiğini belirtti. Bu yönüyle Türkiye’ye intikal eden klasik jeopolitik yaklaşım, devletin ilk yıllarından bugüne dek süregelen dış politika pratiğini açıklamak için yetersiz ve bir yönüyle siyaset pratiğini meşrulaştıran bir işlevi olduğu ölçüde cariliğini koruyor. Böyle bir zeminde eleştirel jeopolitiğin kavramsal araçlarıyla genel planda Türkiye’deki coğrafi zihniyetleri özelde ise Türkiye’de ordunun siyasal özneliğini jeopolitik söylem üzerinden nasıl kurguladığını irdeleyen Yeşiltaş’ın ortaya koyduğu sonuçlar Cumhuriyet öncesinde Osmanlı’nın temel yönelimlerine dair tartışmaları çağrıştırması bakımından oldukça ilginç. Buna göre Türkiye’de jeopolitik bağlamda üç temel coğrafi muhayyile mevcut: Milliyetçi/Türkçü, İslamcı/Muhafazakar ve Kemalist muhayyile. Yeşiltaş’a göre bu üçlüye bir de Kürt coğrafi muhayyilesini eklemek gerekiyor ancak bu sonuncusu diğer üç muhayyileye muhalefet içerisinde bir mekan tahayyülüne ulaşıyor ve “Kürdistan” mekanı üzerinden bir siyasi öznelik kurgusu yapıyor. Böyle bir noktadan bakıldığında tek bir anlatıya indirgenmesi mümkün olmayan mekansal tasavvurlar ve dolayısıyla jeopolitik anlatılarla karşı karşıya kalıyoruz. Farklı ideolojik zeminlerde yükselen, birden fazla, birbirine karşı ve bu karşıtlık üzerinden de tarihsel süreç içerisinde birbirini vareden bu anlatıların ayrıştıkları hatları belirlemenin önemine değinen Yeşiltaş, bu üç temel anlayışın “varılmak istenen yer/ideal neresi?” sorusuna verdikleri cevap üzerinden ayrıldığını ve aslında jeopolitik tahayyüle bu çerçevede bir araçsallık atfettiklerini sözlerine ekliyor. Çalışması kapsamında bu üç çerçeveden Kemalist muhayyileye eğilen Yeşiltaş, tezi çerçevesinde Türkiye’de ordunun ortaya koyduğu jeopolitik söylemi ele alıyor. Temelde sorduğu soru ise Türkiye’de ordunun jeopolitik dili nasıl kullandığı ve jeopolitik dili kullanarak belirli bir söylemi nasıl dolaşıma soktuğu.

Türkiye’de jeopolitiğin bir kavram olarak kullanıma girdiği dönemden buna yana ordunun coğrafya kurgusuna ve bu coğrafya kurgusu üzerinden de kendi siyasal özneliğine referansla siyasete müdahil olması söz konusu. Yeşiltaş’a göre ordu müdahil konumunun meşru zeminini Türkiye’nin dünyadaki coğrafi konumu üzerinden yaptığı jeopolitik kurguyla sağlıyor. Yani ordu Türkiye’nin coğrafyasını kuran ve taşıyan bir özne. Ordunun jeopolitik tahayyülünü Kemalist coğrafi muhayyileyle irtibatlandıran Yeşiltaş, bu muhayyilenin tarihin bir bölümünde konumlanmakla birlikte farklı dönemlerde kendini yeniden kurguladığını vurguluyor.

Bu tarz bir çalışmanın kuramsal zeminini tartışmak temel meseleyi anlamak açısından önemli. Eleştirel jeopolitiğin araçları, klasik jeopolitik anlayışın hakikat iddiasının merkezsizleştirilerek bir anlamda “özgürleştirici bir misyon” üstlenilmesiyle işlerlik kazanıyor. Bu durum 1980’lerde sosyal bilimlerde yaşanan postmodern dönüş bağlamında konumlandırılabilir. Foucault’nun soy ağacı fikri üzerinden jeopolitik kavramına dair yürütülen tartışmalar, jeopolitik söylemin siyasal kuruculuğu nosyonunun bilgi-iktidar ilişkisi bağlamında ele alınması ve üçüncü bir nokta olarak da jeopolitiğin tek bir ifade biçiminin parçası olarak değil; topluma çeşitli tarzlarda sirayet ettiği haliyle ele alınması gerektiği kabulleri eleştirel jeopolitiğin postmodern düşünceyle ilişki kurduğu hatlar olarak öne çıkıyor. Bu çerçevede jeopolitik söylemin siyasi özneyi var etmesi ve ona meşruiyet sağlamasına atıfla, jeopolitiğin  jeo-iktidar (geopower) olarak ele alınması da mümkün oluyor. Foucault’nun biyopolitika kavramsallaştırmasına atıfla, bu yolla aslında basit bir gerçeklik olarak görünen coğrafi tanımlamaların basit düzeyde coğrafyayı tanımlamak ve anlamak olmadığını, bilakis iktidar kurucu bir nosyonunun ifade edebileceğimiz bir zemine kavuşuyoruz. Bütünleştirici ve homojenleştirici anlatı düzleminin reddinden hareketle dünyanın bütünsel olarak anlaşılmasının son derece zor olduğunu, onun yerine parçalı bir dünya tasvirinin ve öznenin bulunduğu konumdan hareketle o dünya tasvirinin mümkün hale getirildiğini anlamamıza kapı aralayan  bu çerçevede eleştirel jeopolitiğin yaptığı ilk müdahale klasik jeopolitikteki “jeo-politika” yani siyasetin coğrafya tarafından belirlendiğine dair modernist yaklaşımı tersine çevirerek “jeo”nun (yani mekanın/coğrafyanın) “politika” tarafından mümkün hale getirilen bir alan olduğunu söyleme işine yarıyor. Ratzel, McKinder, Haushofer ve Spykman gibi klasik jeopolitiğin büyük adamlarının, “jeo”nun belirleyici olduğu noktasındaki determinist yaklaşımlarını tersine çevirerek, “siyasetin mekanı mümkün kılan onu oluşturan bir kategori olduğunu anlamak zorundayız” şeklinde bir tartışmayı başlatıyor. Burada siyaset coğrafyayı mümkün kılan bir alan ise o zaman bizim yapmamız gereken bu siyasetin coğrafî dili kullanarak iktidar kurucu yanlarına odaklanmaktan geçiyor. Eleştirel jeopolitiğin temel saiki, klasik jeopolitiğin gömülü olduğu iktidar ilişkilerinin eksik ve tutarsız yanlarını tadil ederek farklı bir “jeopolitik hakikat”  ortaya koymak değil, aksine o geleneği ve onun hakikat olarak sunduğu bilgi formlarını yapıbozumuna uğratmak, o söylemlerin içinde gömülü olan iktidar formlarını hatta toplumun kılcal damarlarına dek nüfuz eden hegemonyasını bir anlamda sarsmak.

Eleştirel jeopolitik anlayışın, pratik jeopolitik ve popüler jeopolitik olarak tanımlanan iki alanının yanında biçimsel jeopolitik diyebileceğimiz, büyük adamların hikayesini anlamak adına sadece metne odaklanan bir alanı daha var. Yeşiltaş’a göre bu alanın temel odağı metnin söylemin kuruculuğunda ve dolaşıma girmesinde ana faillerden biri olduğunu göstermesi önemli bir durum. Zira Türkiye’nin neden coğrafi olarak önemli olduğunu söylemeye çalışan bir aktör açısından Türkiye’nin önemini ispatlamak için başvurulan yöntemlerden birine dönüşmüş durumda. Buradan hareketle yapılması gereken şeylerden biri Türkiye’de jeopolitik söylemlerin kendisini var eden bir alan olarak klasik jeopolitiği çalışmak zorunda oluşumuz. Bu kavramsal zeminden hareketle tezinde Türkiye’de jeopolitiğin Türkiye’deki literatüre nasıl girdiğini ve hangi mekanizmalarla dolaşıma sokulduğunu yani bir anlamda jeopolitiğin kavramsal soykütüğüne baktığını belirten Yeşiltaş, devamında bu tanımlama faaliyetinin ardından ordunun jeopolitik dili kullanarak kendisini siyasette bir özne konumuna nasıl yerleştirdiğini, bunu yeniden üretmek için soğuk savaş ve sonrasında bu jeopolitik söylemin nasıl ürettiğini ele aldığından bahsetti. Kendisinin bu bağlamda temel bulgusu zaman ve zemin Soğuk Savaş ve sonrasında değişse de ordunun kendini siyasetin içinde meşrulaştırması devamlılık arzeden bir durum ve değişen söylemlerle kendisini Türkiye’de rejimin garantörü olarak nasıl sunduğunu anlamak açısından önemli. Tezinin son kısmında jeopolitik anlamda hegemonik olmuş coğrafi dilin nasıl aktarıldığına bakan  Yeşiltaş, Türkiye’deki okullarda kullanılan coğrafya ders kitapları ve milli güvenlik bilgisi ders kitaplarını inceleyerek eyleme dökülmüş jeopolitiğin nasıl aktarıldığınan bahsetti. Jeopolitiği tanımlamak, jeopolitiği eyleme dökmek ve bu jeopolitik tahayyülü öğretmek alanlarında Türkiye’yi konumlandırma söyleminin nasıl devreye sokulduğu, yani ordunun, Yeşiltaş’ın kemalist jeopolitik olarak tanımladığı jeopolitik tahayyülün bir taşıyıcısı olarak nasıl bir söylem kurduğunu, Türkiye’yi nasıl anlattığını ve en önemlisi de bu söylemin başka hangi söylemsel mekanizmalarla düğümlendiğini ve bir çeşit söylemsel bütünlük oluşturduğunun eleştirel jeopolitika zemininde ele alınması tezin temel çerçevesini oluşturuyor.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir