2015’in Eşiğinde Türk Dış Politikası: Krizler, Fırsatlar, İmkânlar

Paylaş:

Küresel Araştırmalar Merkezi’nin 27 Aralık’ta düzenlediği “2015’in Eşiğinde Türk Dış Politikası: Krizler, Fırsatlar, İmkânlar” panelinde Türkiye’de 2014 yılı içerisinde yaşanan politik ve ekonomik gelişmelerin ışığında 2015 yılında Türk dış politikasının seyrine dair öngörüler paylaşıldı. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Ali Resul Usul, İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı ve Küresel Siyasi Eğilimler Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mensur Akgün, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Şahin programın panelistleri idi.

2014 yılında küresel fay hatlarında kopuşların olduğunu belirten Ali Resul Usul, Türkiye’nin bu fay hatlarının uçlarında bulunduğunu ve bunun hem fırsatlara hem de sorunlara yol açabileceğini ifade etti. Yakın zamanda Amerikan hegemonyasındaki azalmanın küresel sistem ve Türkiye açısından bölgesel yansımaları söz konusu; Suriye meselesi, IŞİD’in ortaya çıkması ve Ukrayna krizi bu durumun yansımaları olarak görülebilir. Türkiye küresel krizlerin tam da sınırlarında bulunması hasebiyle iç ve dış politika üretimi noktasında bu gelişmelerden ciddi biçimde etkileniyor. Özellikle Ukrayna krizi bu gerilimin en açık biçimde görülebildiği alan olarak karşımıza çıkıyor. Dünya, Soğuk Savaş’ın bitmesinden bu yana askeri ve siyasi gerilimin en ciddi olduğu durumla karşı karşıya. Rusya kendisine uygulanan kuşatmayı kırmaya çalışıyor; bunun da başta Türkiye olmak üzere bütün Asya’ya önemli etkileri var.

Asya’da yaşanan gelişmeler Türkiye’nin geleceğini yakından etkileyebilecek potansiyele sahip. Çin’in büyük güçlerden birisi olma yolunda politikalar geliştirmesi de bu kapsamda değerlendirilmeli. Çin’in önemli projelerinden olan “Bir Yol Bir Kuşak” projesi Sincan’dan Avrupa’ya kadar uzayan coğrafyayı kapsıyor ve Türkiye burada kilit bir noktada. Batı dünyası tarafından zaten kuşatma altında olan Rusya bu proje ile Doğu dünyası tarafından da baskı altına alınmış oluyor; dolayısıyla Türkiye baypas edilme tehlikesi altındaki Rusya açısından merkezi bir konuma yükselmiş durumda.

Ortadoğu 2014 yılında Türk dış politikasını en çok zorlayan coğrafyaydı. Türkiye’nin ekonomik entegrasyon ve trans-nasyonal entegrasyon yoluyla birliktelik inşa etmeye çalıştığı bölge, çatışmaların ve bölünmelerin merkezi konumunda bulunuyor. IŞİD’in Musul’u işgali ve Türkiye Başkonsolosluğu’nu hedef alan saldırısı, Kobani’nin yine IŞİD tarafından işgali ve buna bağlı olarak da 6-7 Ekim olaylarının gelişmesi Ortadoğu’ya sınır konumdaki Türkiye’yi yıl içerisinde etkileyen olayların başında geliyor. Mısır’da Sisi’nin iktidara gelmesiyle başlayan süreç ve Filistin’de Hamas ile El Fetih’in birlikte hükümet kurma girişimleri de yine Türkiye’nin Ortadoğu politikalarını etkileyen etmenler arasında yer alıyor.

Türkiye’nin bu gerilimlere karşı nasıl bir politika izleyeceği sorusu önem arz eden bir soru. Uluslararası siyaset farklı dinamiklerin etkisiyle devletlerin önünü göremediği ve ancak el yordamıyla hareket edebildikleri bir “alacakaranlık dönemi”ne girmiş durumda. Soğuk Savaş döneminde kurulmaya çalışılan sistemin ciddi manada çatlaklar gösterdiği bir süreci yaşıyoruz. Burada belirsizlikler ve artan güvensizlikler devletlerin manevra kabiliyetlerini etkileyen faktörler olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye de bunlara bağlı olarak bir güvenlik arayışı içerisinde ve doğal olarak kendisine en yakın güvenlik alanı olan NATO ve AB’ye yöneliyor. Bu noktada Türkiye’nin yeni yol haritasını “alakart Atlantikçilik” olarak tanımlayabiliriz. Zira Türk dış politikası tam manasıyla Atlantik’e bağımlı olmayan ve dengeli ilişkiler yürüten bir politika anlayışına doğru eviriliyor. Rusya’nın yaşadığı kriz bu tarz bir politikanın ortaya çıkmasında etkileyici bir faktör durumunda ve doğal olarak da Batı dünyasından Türkiye’ye eleştiriler yöneltiliyor. Türkiye Batı ve Rusya arasında daha ortada bir politika izleyerek ileride iki tarafı birbirine yakınlaştırıcı bir aktörlük fırsatı yakalayabilir.

Türk dış politikasının performans değerlendirmesinin yapılmasının oldukça zor olduğunu belirten Mensur Akgün, konuşmasına yaşanan olayların akışının değerlendirilmesinin ve Türkiye’nin hedefleri kapsamında hatalarına dayanarak eleştiri getirmenin mümkün olabileceğini ifade ederek başladı. Türkiye ve ABD ilişkilerini masaya yatıran Akgün, ABD ile sorunlu ilişkilerin tarihi geçmişi ile başlayan konuşmasının devamında Ak Parti dönemine ve yakın zamanda karşılaştığımız kopuşlara yer verdi. Tarihi süreç içerisinde Johnson Mektubu ve Kıbrıs Harekâtı, Türkiye-ABD ilişkileri açısından olumsuz sonuçları olan iki önemli olay olarak karşımıza çıkıyor. Bunlar ve benzeri olaylar ışığında Türkiye kamuoyunda ABD’ye karşı gelişmiş olumsuz bir yaklaşımdan bahsetmek mümkün; zira kamuoyu araştırmaları da bu sonuçları ortaya koyuyor.

Türkiye ile ABD işbirliğinin temelinde Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin ABD için stratejik bir alanda bulunması yatmaktaydı ve ABD, Sovyetler Birliği karşısında bölgede elini güçlendirmek adına Türkiye ile işbirliği içerisine girdi. Buna ek olarak, 11 Eylül sonrası dönemde Türkiye’deki siyasi modelin ABD tarafından desteklenmesini de dile getirmemiz gerekiyor. Günümüzde ABD ile ilişkilerimizin sorunlu bir mecrada olduğunu söylemek mümkün. Bunun temelinde Türkiye-İsrail ilişkilerinde 2008’de başlayan kopma yatıyor. Türkiye’nin İsrail’e karşı ortaya koyduğu tavır ABD’deki karar mekanizmalarının soru işaretleri ile hareket etmesine sebebiyet verdi. ABD’de Türkiye’nin bir eksen kayması yaşadığı gibi bir algı gelişmeye başladı ve Mavi Marmara sonrası süreçte de bu algı ciddi biçimde gelişti.

Akgün’e göre genel itibariyle Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde konvansiyonel üç sorun karşımıza çıkıyor: İsrail ile ilişkiler, Ermenistan ve Ermeni Lobisi’nin ABD Başkanlığı’nı etki altına alabilecek faaliyetler içerisinde bulunması ve Kıbrıs meselesi. Bu üç sorunun bekası Türkiye-ABD ilişkileri üzerinde ipotek yaratıyor. Bunlara ek olarak insan hakları noktasında Türkiye’nin ABD’deki imajı da zedelenmiş durumda; Gezi Parkı olayları, sosyal medya yasakları, 17 ve 25 Aralık süreçleri bu imajın oluşmasında temel rol oynadılar. 2015 ve sonrasında Türkiye’nin bu sorunların çözümü noktasında adım atması önümüzdeki yıllarda ilişkilerin tekrar olumlu seyrine girmesi ve Türkiye’nin uluslararası alanda rahatlaması anlamına gelecektir. Bu şekilde Türkiye’nin ABD ve diğer küresel aktörler karşısında pazarlık gücü artacaktır. 

Türk dış politikasının en çok zorlandığı alanın Ortadoğu olduğunu belirten Mehmet Şahin, burada yürütülen dış politikayı “oynak coğrafyadaki politika” olarak adlandırdı. Türkiye özellikle 2010 yılı sonrasında Ortadoğu’daki dengelere göre hareket etmekten daha ziyade dış politika yapma girişiminde bulundu. Soğuk Savaş döneminde tamamen denge üzerine kurulu olan siyaset anlayışı bu dönemde yerini aktif rol oynamaya bıraktı. Bu durumun beraberinde riskler getirdiği de yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Bölgenin Türkiye açısından önemli bir özelliği de bölgesel ve küresel çatışmaların odak noktası olması. Mesela, Türkiye hem ABD ile müttefik hem de İran ile komşu; bu iki ülke arasında ortaya çıkması muhtemel herhangi bir sorun Türkiye’nin bölgedeki politikalarını sıkıntıya sokuyor. Benzer ikilemler diğer ülkeler için de geçerli. Bu ikilemlere ek olarak Suriye’deki iç savaş bölgesel bir savaşa ve küresel bir mücadeleye dönüştü. Bölgedeki devletlerin ve küresel aktörlerin burada ciddi çıkar çatışmaları var ki bu da durumu içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.

Pek çok dinamiğin bir arada ortaya çıkmasından dolayı Türkiye’nin yakın coğrafyasını oynak bir coğrafya olarak adlandırıyor Şahin. Bölgenin, Soğuk Savaş dönemindeki durgun yapısı Arap Baharı ile beraber yerini daha dinamik bir yapıya bırakmış durumda. Bu dinamizm içerisinde Türkiye Arap Baharı’nın getirmiş olduğu devrimci dalgayı fırsat olarak değerlendirdi, fakat bu dalga geriye dönmüş bulunuyor. Türkiye’nin bu süreçteki retoriğinde başından beri değer ağırlıklı bir anlayış yatıyor, fakat bu retorik bölgesel ve küresel aktörlerden destek görmüş değil. Bölgedeki ve bölge dışındaki Müslüman aktörler, gayrımüslim azınlıklar ve ideolojik azınlıklar da bu gelişmeleri kendilerine tehdit olarak görüp buna göre hareket ediyorlar. Bütün bu faktörlerden dolayı Türkiye bölgede yalnızlaşıyor.

2014 yılı bölgede yaşanan ayrışmaların had safhaya ulaştığı bir yıl oldu. Burada Türkiye’nin değer-çıkar dengesini, üzerinde ciddi biçimde durarak, yeniden kurması gerekiyor. Ortadoğu Türkiye’nin izlediği politikalar sonucunda bu hale gelmiş değil. Türkiye’nin gelişmelere verdiği tepkiler var, Türkiye’nin boyunu aşan sorunlar da ortaya çıkıyor. Bölgenin yakın geleceği belirsizliğini koruyor ve bu da burada politika yürütmenin zorluğunu gösteriyor. Suriye’deki iç savaş, İsrail-Filistin ilişkileri, İran-Batı yakınlaşması geleceği belirsiz olan konular arasında. Bunlara ek olarak devlet dışı aktörler bölge siyasetinde önemli bir yerdeler. Devlet dışı aktörlerin bu derece aktif ve önemli olması da buradaki komplike yapıyı artırıyor. Ortak bir akıl oluşmadığı sürece Ortadoğu’daki sorunlar devem edeceğe benziyor. Türkiye’nin bu noktada kendi değerlerini göz önünde bulundurarak çıkarlarını korumayı öğrenmesi gerekiyor.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir