Birinci Dünya Savaşı: Bir T.S. Eliot Okuması

Paylaş:

Birinci Dünya Savaşı’nı nasıl okumalı; anıtsal ve koyu tonları olan bir tarihsel tahayyülle mi yoksa toplumların hafızalarında bıraktığı izleri takip edilerek mi? Peki nitelikleri ve dili itibariyle edebi bir anıta dönüşen bir metin, Eliot’un “Çorak Ülke”si bir yandan paramparça bedenlere ve diğer yandan da cephenin gerisinde kalanlara ve savaşı çıkaran hırsa, yitirilen akl-ı selime, çoraklaşan şehirlere işaret ediyorsa neyi önceleyerek görmek gerekir? Birinci Dünya Savaşı’yla anıtsallaşan büyük bir metni mi yoksa metnin ısrarla işaret ettiği gömülemeyen ölüleri mi? Nagihan Haliloğlu’nun sunumunda ele aldığı meseleler doğrudan bir cevap sunmayarak bu tarz sorulara alan açması bakımından oldukça kıymetliydi. 29 Kasım’da Sanat Araştırmaları Merkezi’nin konuğu olarak T. S. Eliot’un “Çorak Ülke” şiirinde Birinci Dünya Savaşı’nın izlerine dair bir sunum yapan Nagihan Haliloğlu, şiirle içine doğduğu atmosfer arasındaki hayati ilişkiyi Eliot ve çağdaşlarının da hazır bulunduğu bir sahnede, Birinci Dünya Savaşı’nın Avrupa sahnesinde yeniden ele aldı.

Sunumuna Eliot’un “Çorak Ülke”yi birçok dünya dilinden alıntılar yaparak ve birçok şairle diyalog içinde kaleme aldığını belirterek başlayan Haliloğlu, savaş sahnelerinin de katkı sağladığı şiirin parçalanmış yapısının aslında şairin parçalanmış estetiğine ve bu estetiğin beslendiği cephelerde parçalanan bedenlere ve Avrupa’nın yitirdiği akl-ı selimine bir gönderme olduğunu belirtti. Diğer bir yönüyle de şairin modernist bir çabayla bildiği dünyanın tam bir tasvirini yapak adına, askerlerin kişisel deneyimlerinden çok savaşa yol açan koşullara ve savaş sonrasında tekinsiz ve adaletsiz barışa işaret ettiğini görürüz. Şiirin kendisine atfedildiği Ezra Pound’un müdahalelerine değinen Haliloğlu, bu müdahalelerin şiiri daha geniş bir dünyaya seslenir hale getirdiğini ifade etti. Çökmekte olan bir İngiltere ve evlatlarını yiyen eski dünyanın tasviri Londra sahnesinde geçse de aslında şiir Avrupa’nın gömemediği cesetlere de değinir. Ölüleri gömmek o kadar kolay olmayacaktır zira Freudyen bir bastırılmışlığın sonucunda Almanya sahnede yerini alacaktır. Döneminin bütün sinir uçlarının belirli bir sembolizm dâhilinde şiirde yer alması Eliot’un savaş sonrasında sağlanamayan adalete dair hissiyatıyla yakından alakalıdır. Savaşın asıl müsebbibi olarak gördüğü finansal spekülatörler büyük bir coğrafyayı savaşa sürüklemişlerdir. Haliloğlu’na göre John Maynard Keynes’in kaleme aldığı Barışın Ekonomik Sonuçları isimli kitabıyla, şairin finansın diktatörlüğü üzerine kendi kaleme aldığı yazısı şiirde etkisi hissedilen metinlerdir. Eliot’a göre ölüler sadece savaş sonrasında gömerek unutmaya çalışacağımız insanlar değildir. Finans sektörünün tektipleştirdiği insanlar da ölüdür aynı zamanda. Eliot’un kendisi de Londra Köprüsü’nden finans sektörünün kalbi olan şehre akan zombilerden biri olarak konuşur. Zaten şiirde ölümle yaşam arasındaki sınır belirsizleşir. Hafızada hesabı görülüp gömülebilen ölüler, gömülemeyenler, gaziler, geride kalan anne, eş ve nişanlılar hep birlikte Londra’da yaşamaktadır. Şu da gerçek bir sosyal olgudur; falcılar o dönemde oldukça iyi iş yapmaktadır zira geride kalan kadınlar ölülerle irtibata geçmek için akın akın falcılara gitmektedir. İngiliz halkı hayaletler ve gömülemeyenlerle bir arada yaşamaktadır. Aydınlanma ve endüstri devriminin sonucu olarak ortaya çıkan korkunç yıkım görüntüleri, Avrupa’nın entelektüel zaferi olarak görülen büyü bozumunu tersine çevirmiştir.

Şair diğer yandan tekinsiz Versailles Anlaşması’na da değinir. Keynes’in ifadeleriyle, anlaşmada Avrupa’nın tekrar toparlanmasını sağlayacak tek bir madde yoktur. Almanya’ya getirilen üretim ve ticaret kısıtlamalarıyla milyonlarca Alman’ın ölüm fermanı imzalanmıştır. Eliot sorar; böyle bir durumda savaşın ölüleri nasıl gömülebilecektir? Eliot’un şiirinde ölüleri gömmek savaşın sebepleri ve hafızasıyla hesaplaşmak olarak belirir. Ancak mevcut durumda Almanlar sonraları Nazizm’le özdeşleşecek olan bir şarkıyı söylemektedir şiirde. Yani bir geri dönüşün ayak sesleri duyulur. Dolayısıyla Eliot’un barışa dair şüpheci ve ümitsiz bir tavrı vardır. Belki de ölülerin gömülmeye çabalandığı topraklar hep çorak kalacaktır. Zira Eliot’un şiirinde çorak toprak sadece cepheyi değil, genç insanlarını savaşa gönderip çoraklaşan Avrupa şehirlerini ifade etmek için de kullanılır ve aslında şehirle savaş meydanı arasındaki sınır da böylece belirsizleşir.

Haliloğlu’na göre genel bir bakışla Eliot, isyancılar ve eşkiyalardan elinde kalanın envanterini çıkarmaya çalışan çorak ülkenin sahibi bir kraldır. Bu çorak ülke üzerinde de savaştan geriye kalan ölüler ve yaşayanlar bir aradadır. Eliot’un sadece gerçeküstü bir çerçevede değil, savaşın ardından gelen tekinsiz barışa karşı duruşu itibariyle oldukça realist noktalardan da savaş olgusunu sorguladığını görebiliriz.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir