İslâm Düşüncesi-4: Tefsir, Sûfî ve Devlet: Kenz-i İhlâs Üzerine Bir Çalışma
Tasavvuf sahasında yapılan akademik çalışmalar son on yıl içerisinde bir ivme kazandı. Düne kadar popüler dinî edebiyatın birer örnekleri olarak algılanan, dolayısıyla mevcut yayınları da hep bu popülerlik gözetilerek yapılan pek çok eser, bu süre zarfında akademik ilgiler ve ilkeler çerçevesinde hazırlanarak içerikleri değerlendirilmeye, kültürel süreklilik açısından önemleri sergilenmeye başlandı. Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin Tezgâhtakiler toplantı serisinin Haziran ayındaki konuğu M. Nedim Tan’ın 2006 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamladığı “Sâfî’nin Kenz-i İhlâs’ının Tahkik ve Tahlili” isimli tez çalışması da kendisinin konuşma süresince hep vurguladığı üzere son on yıl içerisindeki bu sürece yapılmış bir katkı olarak değerlendirilmelidir.Tan, XVI. yüzyılda III. Murad’a sunulan Kenz-i İhlâs’ı, birinci bölümde bir tefsir olarak değerlendirdi: Buna göre Kenz-i İhlâs, kendisinden yaklaşık iki yüz elli yıl kadar önce, dönemin Anadolu Beylikleri ile ilişkisi bulunan ve eserini dönemin Denizli yöresinin yöneticisi İnançoğlu Murat Arslan’a takdim eden Mustafa oğlu Mehmed’e ait İhlâs Tefsîri’nin, XVI. yüzyıl ortamı ve estetiğince yeniden yazılmasından ibarettir. Fakat Kenz-i İhlâs metninde bu hususa net olarak atıf yapılmamakta, üstü kapalı bazı imalarla işaret edilmektedir. Tan, bunun muhtemel sebebi olarak İhlâs Tefsîri’nin pek çok nüshasında müellifinin belirtilmemiş olmasını, dolayısıyla Ahmed Sâfî’nin de böyle müellifi belirtilmemiş bir nüshadan hareketle eseri temel almış olabileceğini belirtti. Bu bağlamda Kenz-i İhlâs, XIV. yüzyıl başındaki Anadolu Türkçesi ile XVI. yüzyıl sonu Osmanlı Türkçesinin bağını gösteren, üsluptaki zenginleşmeyi ve kelime dağarcığındaki dönüşümü net olarak sergileyen kıymetli bir belge niteliğindedir. Ayrıca her iki eserin de bir yöneticiye sunulmaları sebebiyle siyasetin kavramlaştırılma biçimleri açısından da dönemler arası bir mukayese imkânı vermektedir.Tan, konunun bu tarihsel niteliğini vurguladıktan sonra bir tefsir olarak Kenz-i İhlâs’ın klasik tefsir yazım metotlarının dışında, daha çok edebî muhayyileye yakın, tasavvufla iç içe olmasından ötürü pek çok ahlâkî ve hikemî öğretiye yer veren, çağrışımlarla örülü, dönemin telif ilkeleri çerçevesinde kaleme alınmış bir klasik olduğunu söyledi. İbn Arabi ve Mevlânâ sonrası tasavvuf doktrinin aldığı biçimi her yönüyle yansıtan, ayrıca XVI. yüzyıl itibariyle Osmanlı coğrafyasını kuşatan Halvetî yolunun öncelikleriyle yoğrulmuş bir metin olarak Kenz-i İhlâs’ın, üslup bakımından orijinal bir sentez olduğu fikrini aktardı. Tan’a göre Kenz-i İhlâs ve benzeri türde yazılmış eserler, her şeyden önce, her dönemde muhatabını bulan ve her dönemde farklı çağrışımlara kaynaklık edebilen edebî metinlerdir. Kenz-i İhlâs da, bir tefsir olarak böyle bir mahiyete sahiptir.Tan, konuşmasının ikinci bölümünde, hayatı hakkında net bir bilgi bulunmayan Ahmed Sâfî’nin, eserinden anlaşıldığı kadarıyla III. Murad’a bir arzusunu ulaştırmak ya da şikayetini iletmek için böyle bir eser kaleme aldığını anlattı. Buna bağlı olarak da, eserde dönemin sosyal bunalımlarına işaret eden pek çok unsur bulunduğunu, soyut örneklendirmeler üzerinden padişaha nasihatler verildiğini, öyle ki eserin bazı kısımlarında bir siyasetnâme havası olduğunu söyledi. Gerçekten de Osmanlı sosyal muhayyilesinde saltanatın nasıl algılandığı, bu algının hangi estetik semboller üzerinden kendini gösterdiği, bu estetik sembollerin tasavvufla ne tür bir etkileşime girdiği ve benzeri konular hakkında doğrudan eserlere yaslanarak yapılmış çalışmalar pek yekûn teşkil etmez. Bu bakımdan Kenz-i İhlâs ve benzeri eserler, hem bir sosyal felsefenin hem de bu felsefenin biçim kazandığı yaşama estetiğinin birer anlatıcısı konumundadır.Tan’a göre, düne kadar bu türlü metinlerin sıradan ve bayağı olduğuna, orijinal hiçbir şey getirmediğine, dolayısıyla da herhangi bir eğitici değerleri bulunmadığına ikna olmuş gözüken akademinin, artık bu metinlerin satır aralarına girmesi gerekmektedir. Metodolojik bir sempati geliştirilmeli ve bu metinlerin kavramsal örgüleriyle gerek tarihsel malzemede gerek günümüz tecrübesinde nasıl yankı buldukları, nasıl süreklilik sağladıkları üzerinde durulmalıdır. Bu bağlamda Osmanlı Türkçesi metinlerin günümüz alfabesine ve beraberinde günümüz ifadesine aktarılmaları büyük önem taşımaktadır.