Mustafa Kara ile “Bursa Gezisi”

Paylaş:

Türkiye Araştırmaları Merkezi’nce her ay düzenli olarak gerçekleşen İz Bırakanların Mayıs ayı programı, Bursa’da medfun ilim, düşünce ve gönül adamlarımıza ayrıldı. Bu gezide bizlere Mustafa Kara hoca eşlik etti. Yolculuğumuzun Emir Sultan Camii’nde başlayışının sebebini, Mustafa Kara “Emir Sultan seyyid olduğundan ziyaretlere buradan başlanması Osmanlı’da bir gelenektir” şeklinde dile getiriyor. Emir Sultan’ın tam karşı tepelerinde, Abdal Murat Camii, Aziz Mahmud Hüdayî’nin hocası Üftade hazretlerinin dergâhı ve Molla Fenari’nin dergâhı yer alıyor. Adeta Bursa’yla özdeşleşen, bir bakıma Bursa’nın Eyüp Sultan’ı sayılan Emir Sultan’dan sonra Şeyh Vefa’nın yetiştiği mekâna, Zeynîler Tekkesi’ne gidiyoruz. Abdüllatif el-Kudsî, Şeyh Vefa’nın hocası, onun tam karşısında Molla Hüsrev, yolumuzun hemen üzerinde Molla Hayalî’nin türbesi. Birer Fatiha ile selamlıyoruz hepsini… Yıldırım Camii ise sonraki durağımız oluyor. Yıldırım’ın türbesinde, Nurettin Topçu’nun “Yıldırım’ın Huzurunda”adlı hikâyesini Mustafa Kara okuyor ve “Bu, bir hikâye değil aslında vecd halinin dile dökülmüş şeklidir. Topçu bunu, hocası Abdülaziz Bekkine’nin vefatı üzerine kaleme almıştır” diyerek de ekliyor.Bu manevî ziyaretten kerhen ayrılıp, İsmail Hakkı Bursevî dergâhında öğle namazını eda ettikten sonra, çilehanesinde Mustafa Kara’dan Bursevî’nin şiirlerini dinliyoruz. Kara’ya göre her mürşit ayrı bir tarikattır ve müridlerine sunduğu reçeteler farklı farklıdır. Halvet/çile ise insanı kendine döndürmek için aranan bir çaredir. Buradan Molla Fenarî’ye geçiş biraz çileli oluyor belki bu yüzden. Çünkü uzunca bir yokuşu çıkmanız gerekiyor, “beni seven gelsin” dercesine. Zamanları kuşatan bir Üstat olarak Molla Fenarî Bursa şehrini de bu tepeden kuşatıyor, yanıbaşında Mustafa Kara’nın “canlı şahidimiz” dediği dört yüz yıllık bir serviyle. Osmanlı su kültürü ve hat sanatının en güzel örnekleriyle sergilendiği Ulu Camii’den, adeta bir hat müzesini andıran zenginlikteki hat levhalarının her birini okumaya bir gün yetmezken, yaklaşan akşam vaktiyle Muradiye Külliyesi’ne geçiyoruz. Türbenin temel özelliği, yağmur sularından mahrum kalmamak için, padişahın isteği üzerine üstünün açık bırakılması. Külliye’nin bahçesinde hocamızdan, Yakup Kadri’nin “Erenlerin Bağından” adlı makalesini dinliyoruz. Türbeler bakımından çok münbit bir yer olan Muradiye Külliyesi’ndeki türbeler ise, Şehzade Mahmut ve Mustafa, Cem Sultan, Gülşah Hatun, Mükrime Hatun, Gülruh Sultan, Şirin Hatun, Cem Sultan ve Ebe Hatun’a ait. Bu külliyenin bahçesi aynı zamanda bir “mezartaşı açık hava müzesi”ni andırıyor. Mezartaşları arasında türbesi Çekirge’de olan Süleyman Çelebi’nin taşına rastlıyoruz. Modern dönemin darmadağın ettiği hayatların yaşayanlarla sınırlı kalmadığını görmek, bizleri ayrı bir burukluğa sevkediyor . İkindi namazını Murat Hüdavendigar Camii’nde eda etmemizin ardından, ikinci bir “canlı şahit” olan beş yüz elli yıllık bir çınarın gölgesinde, İnkaya’da ikindi çaylarımızı yudumlarken, Mustafa Kara’nın Bursa’ya dair anlattıklarını heyecanla dinliyoruz.Günün son ışıklarıyla, bir daha gelme ümidiyle veda ediyoruz Bursa’ya…

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir