Osmanlı’da Devlet, Hukuk ve Ekonomi

Paylaş:

Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Sohbet programının Temmuz ayı konuğu 19. yüzyıl Osmanlı tarih çalışmalarının önemli isimlerinden biri olan Prof. Engin Deniz Akarlı’ydı. “Osmanlı’da Devlet, Hukuk ve Ekonomi” başlığı altında hazırlanan program Akarlı’nın bütün akademik çalışmalarının bir hülâsası niteliğindeydi.   Özellikle II. Abdülhamit üzerine yaptığı çalışmalarıyla bilinen Akarlı, 1968 yılında Robert Koleji’nden mezun oldu. 1973’te Princeton Üniversitesi’nde yaptığı master çalışmasının ardından yine aynı üniversitede 1976’da doktora çalışmasını tamamladı. Akademik yaşamına sırasıyla Princeton, Boğaziçi, Ürdün Yermuk, Washinton Saint Louris üniversitelerinde dersler vererek devam eden Akarlı halen Brown Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Bunların dışında önemli akademik ödüllere sahiptir. Akarlı’nın en önemli çalışmalarından biri Osmanlı Lübnan’ı üzerine yapılan The Long Peace adlı eseridir. Daha sonra ağırlıklı olarak hukuk ve İktisat tarihini ele aldığı makaleler yazmıştır. Konuşmasına 19. yüzyılı anlamak için İktisat ve Hukuk tarihinin fevkalâde önemli olduğunu ve bu alanda incelenmeyi ve araştırılmayı bekleyen bir yığın kaynağın bulunduğunu vurgulayarak başlayan Akarlı’ya göre, son zamanlarda yapılan araştırmaların da gösterdiği gibi, Osmanlı’da usul-ı fıkh son derece esaslı bir hukukî düşünce geleneğini ifade eder. Akarlı buradaki gelenek kavramıyla (Machintile’ın kullandığı anlamda) her düşünce sisteminin dayandığı temel varsayımları kastetmektedir. Gelenek bu anlamıyla modernitenin zıddı değil, bilâkis eksikliği durumunda modernitenin meydana gelemeyeceği bir söylemdir. Akarlı’nın Osmanlı hukuku çalışmaları, kendi uğraş alanına da uygun olarak daha çok iktisadî hayatı kapsar. Hukukun ve iktisadın beşerî münasebetler bağlamında nasıl ele alınması gerektiği, çalışmalarının temel problemini teşkil etmektedir. Bu minvalde, Eyüp, Üsküdar ve Galata dahil, 1730-1840 yılları arası İstanbul çarşı ve pazarı içinde yaşayan esnaf ve sanatkârları ilgilendiren hukukî anlaşmazlıklar, davalar ve uzlaşmalarla ilgilenmektedir. Akarlı’ya göre, esasen XVIII. yüzyıl, Osmanlı için siyasî ve sosyal anlamda önemli dalgalanmaların yaşandığı bir yüzyıldır. Bu dönemde Patrona Halil İsyanı ve Kadızadeliler Hareketi gibi hadiseler neticesinde önemli iktisadî ve hukukî düzenlemeler yapılmıştır. Osmanlı arşivleri hukukî nitelik taşıyan belgeler bakımından oldukça zengindir, çünkü Osmanlı hukukî bir düzeni son derece önemsemiş ve kurduğu rejimin belli bir yasallık taşımasına gayret etmiştir.  Kaynak olarak kadı sicilleri ve fetvalar dışında, Cevdet tasnifinde yer alan esnaf davalarını inceleyen Akarlı, bu tasnifteki davaların büyük bir kısmının Divanı Hümayun’a intikal etmiş davalardan oluştuğunu, İslâm şeriatında üst mahkeme bulunmadığı şeklindeki genel kabulün aksine, Divanı Hümayun’un şer’î mahkemelerin çözemediği davalarla ilgilenen bir üst mahkeme niteliği gösterdiğini belirtti. Akarlı’ya göre, Osmanlı hukuk sisteminin esas maksadı, tebaasını (ibadullah) devlete, cemaate veya bireye karşı korumaktı. Osmanlı adalet düzeni, hem icra yetkisine sahip idarecilerle halk arasında, hem de halkın çeşitli unsurları arasında uzlaştırıcı bir köprü niteliğindeydi ve esasen bu maksadı hedefleyen bir hukuk anlayışına dayanıyordu. Kazaskerler ve naipleri her şeyden önce bir arabulucu konumundaydılar. Başlıca görevleri, çatışan, anlaşmazlığa düşen tarafları uzlaştırmak ve çarşı ve pazarların düzenli ve ahenkli bir şekilde işlemesini sağlamaktı. Çarşı ve pazarlarda üretim, dağılım ve hatta tüketim alışkanlıklarını düzenleyen nizam ve kurallar, bunlardan doğrudan doğruya etkilenen insanların bizzat katılımlarıyla belirleniyordu. Osmanlı adalet sistemi çeşitli öğelerle kendisini diğer hukuk sistemlerinden ayırıyordu. Örneğin, çeşitli amaçlarla biraraya gelen cemaatlerin kendi aralarında oluşturdukları kurallar, genel şer’î çerçeveyi aşmadığı sürece, devletçe tanınıyordu. Bu kuralları onaylayan ve uygulayan kadı, modern anlamda bir noterlik vazifesi görüyordu. Devlet bireye belli haklar verip bırakmamakta, bu haklardan doğan sorumluluklar yüklemekteydi. Ayrıca Osmanlı hukuk sisteminde hukukun geçerli olduğu alanın, hukuk işlerini yürütmekle mükellef devlet teşkilâtının hükümran olduğu sınırları aşması çağdaş dönemde düşünülemeyecek bir husustu.   Sonuç olarak, modern hukuk sistemimizin Osmanlı hukuk geleneğinden sağladığı avantajlardan çok fazla yararlanamadığını vurgulayan Akarlı, hukuk sisteminin bu anlamda çağdaşlaşıp, bazı esneklikleri koruması durumunda devletin katılımcı bir demokratik sisteme sahip olabileceğini ifade etti. Program, Akarlı’ya yöneltilen sorularla son buldu.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir