Türk Düşüncesinde Kayıp Halka: Siyasal–Kemalizm, Sosyalizm ve İslâmcılık

Paylaş:

Türk düşüncesi kavramı, bu kavramın işaret ettiği alanın sorunları ve özellikle bu soyut nesnenin özgünlüğü meselesi ‘60’lı yıllardan beri Türkiye’de sıkça tartışılagelmiştir. 21. yüzyılın başlarında konu üzerinde çalışan akademisyenlerin de sayıca artmasıyla tekrar gündeme gelen bu konu, günümüz düşünce hayatının temel meselelerinden birini teşkil etmektedir. Bu sebeple Medeniyet Araştırmaları Merkezi konuyla ilgilenen akademisyen ve araştırmacıları “Türk Düşüncesi Tartışmaları”başlıklı bir dizi toplantıda ağırlamakta. Şu ana kadar yapılan altı toplantı, sözkonusu alanda önde gelen isimlerin görüşlerini sunmalarına ve bu görüşlerin tartışılmasına vesile oldu. Bu tartışmalardan çıkan sonuç: sorunlu olduğu konusunda büyük oranda görüş birliği bulunan Türk düşüncesinin ne kadar özgün olduğu ise tartışmalıdır.MAM Divan Toplantıları’nın Mart ayındaki konuğu Selçuk Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yasin Aktay’dı. “Türk Düşüncesinde Kayıp Halka: Siyasal–Kemalizm, Sosyalizm ve İslamcılık” başlıklı konuşmasına özgün bir Türk Düşüncesi olup olmadığı sorusuyla başlayan Aktay, bunu söylemenin “henüz” zor olduğunu belirttikten sonra yine de “kayıp halka” olarak gördüğü “siyasal” sorunundan bahsedebilmek için bunu varsaymak gerektiğini belirtti. “Siyasal”ı en geniş anlamda “iktidar ilişkileri” olarak tanımlayan Aktay, kişinin ben-öteki ayrımının farkında oluşundan itibaren başlayan “siyasal[ın] insanın en temel düzeyi/modu/anı” olduğunu söyledi. “Siyasal”ı tahrip eden faktörlere işaret eden konuşmacı, bugün bunlardan en önemlilerinin toplumda (i) siyaset kurumuna (ve siyasetçilere) kötü gözle bakılması ve (ii) insanın -daha iyiyi talep etmesi anlamında- iktidarı istemesinin hakir görülmesi olduğunu belirtti. Bu çerçevede “beden siyaseti” ve Hıristiyanlık ilişkisinden tarih yazımı ve Nietzsche’nin vakanüvislik eleştirisi ile bilimin çeşitli ideoloji veya söylemlerin aracı haline getirilmesine kadar bir dizi örnek veren Aktay, günümüzde “Türk düşüncesi” denilen şeyin ise aşırı siyasallaştığını belirterek ideolojik kamplaşmalar ve entelektüellerin siyasî partilerin elemanları olarak görev almalarını buna örnek gösterdi. Konuşmacı bu bağlamda “siyasal”ın kayıp değil, zayıf olduğunu, zira seviyesiz, popülist ve sonuç olarak şizofreniye yol açıcı karakter taşıdığını da sözlerine ekledi. Konuşmasının ana kısmını oluşturan bölümde Aktay, Carl Schmitt ve Slovaj Zizek’e atıfla “siyasallığın askıya alınmasına” yol açan ortamların çeşitli düzeylerde tezahür ettiğini belirterek bunları sıraladı ve Türkiye’nin durumunu bunlara göre açıkladı. Bu çerçevede sözkonusu ortam ve düzeyler beş tanedir:1. Arke-politik: Kapalı, homojen bir topluluk anlayışının bulunduğu bu tür toplum ve cemaat yapılarında “daha iyiye gitme” yolunun (siyaset) önü tıkanmaktadır. Aktay’a göre bunun en güzel örneği erken Cumhuriyet dönemidir; ancak Türk düşüncesinin -Kemalizm, Sosyalizm ve İslâmcılıktan müteşekkil- bütün türevlerinde de gözlemlenebilir.2. Para-politik: Siyaset-benzeri ama son derece de politize (siyasetten arındırılmış) böyle bir ortamda siyasetin temelini oluşturan “çatışma” vardır; ancak toplumsal alanda değil -parlamento ve siyasî partiler gibi- belli temsilî alanlarda temerküz etmiş ve yalnızca yürütme gücü çerçevesinde izin verilmektedir. Bu kavramın Türkiye’ye pek fazla uygulanamayacağını savunan Aktay’a göre örneğin Habermas’ın müzakereci demokrasi kavramı bu düzeye işaret etmektedir, zira bu kavram da herhangi bir çatışma ve dolayısıyla alternatif sistemleri ima etmemektedir.3. Meta-politik: Siyasetin -sosyalist ütopya(lar)daki gibi- yüksek idealler uğruna ertelendiği ya da -ekonomi gibi- başka alanlardaki çatışmaların bir yansıması olarak görüldüğü bu tür ortamlarda uyum ideolojisi hâkimdir ve insanların hak aramaları engellenir, kendilerinden sürekli fedakârlık istenir. Türk düşüncesini çok güzel tasvir eden bu kavramın örnekleri, siyasî hayatta sıkça rastlanan komplo teorileri ile özellikle İslâmî kesimde modernlik ve teknoloji üzerine yaşanan tartışmalardır. Her iki örnek de kişiyi pasifleştirerek siyasî bir özne olmasına engel olmaktadır.4. Ultra-politik: Siyasetin -Nazi Almanyası’nda olduğu gibi- militarize olup bir “savaşa” dönüştürülmesini ifade eder (Zizek bu kavramla ayrıca Schmitt’in siyasetin temeli olarak dost-düşman kategorileştirmesine eleştiri getirmektedir).5. Post-politik: Siyasî alanı ancak teknokrat ve bilimcilerin tasarlayabileceğini ileri süren liberalizm tarafından siyasetin inkâr edildiği, “siyaset-sonrası” bir ortamı ifade eden bu kavram, siyasetin askıya alındığı düzeylerin en tehlikelisidir; zira burada herhangi bir alternatife hayat hakkı tanınmamaktadır. Aktay’a göre günümüz Türkiye’sinde kısmen bu süreç yaşanmaktadır. Konuşmacı ayrıca Türkiye’de siyasetin liberal inkârının sonuçlarının bir başka alanda, sosyal bilimlerin serencamında da görülebileceğine, örneğin sosyolojinin (hatta siyaset bilimi ve kamu yönetimi gibi disiplinlerin bile) siyasetten arındırıldığına dikkat çekti. Ancak siyasetle eklemlenebildiği ölçüde sosyal bilim adına orijinal şeyler ortaya koymuş olan Türk Düşüncesinin, siyasete uzak durmasına yol açan liberal baskı sebebiyle Gökalp, Prens Sabahattin, Boran vs. gibi isimlerden bu yana herhangi bir özgün ürün çıkaramadığını belirtti. Konuşmasının son bölümünde Aktay sözü İslâmî kesime getirerek Türk düşüncesinin farklı akımları arasında bir mukayese yaptı. Müslümanlar için fıkhın siyaseti içerdiğini ve içtihadın siyasî bir faaliyet, siyasal davranışın da fıkhî bir ameliye demek olduğunu ve bu durumun Müslümanlar için büyük bir avantaj olduğunu ileri sürdü. Buna karşın Türkiye’de Kemalizm ve sosyalizmin içtihat gibi bir mekanizmaları olmadığından durgunluk yaşadıklarını da sözlerine ekledi. Tartışma kısmı da Kemalizm, sosyalizm ve İslâmcılık akımları ile Türk düşüncesinin özgünlüğü meselesine yoğunlaştı. Aktay, Müslümanların bugünkü kapalı cemaat yapıları gibi sorunlarının İslâm’dan kaynaklanmadığını, bunun İslâm’ın özüne aykırı olduğunu kaydetti. Diğer taraftan, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Türk düşüncesinin özgün olmadığı görüşünde ısrar etti ve fakat bunun bir zaaf olmadığını, zira Müslümanların “düşünmeye” fazla ihtiyaçları olmadığını çünkü “Allah’ın onlara yettiğini” savundu. Konuya Oryantalist bakış açısıyla yaklaşılmaması gerektiğini ifade eden Aktay, özgün düşüncenin yeşerebilmesi için bir siyasî kavga ve çatışmaya, dolayısıyla “şeytan”a ihtiyaç duyulduğunu, zihinlerde Allah’ın hâkim olduğu bir ortamda ise bu tür bir özgün düşünceye gerek kalmadığını ifade etti.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir