Türk Düşüncesinde Şekillenme Dinamikleri ve Kaybedilen Mevziler

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin Türk Düşüncesi Tartışmaları’nın Haziran ayındaki konuğu Uludağ Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’dü. “Türk Düşüncesinde Şekillenme Dinamikleri ve Kaybedilen Mevziler” başlıklı oturumda modern siyaset düşüncesi ile Türk siyaset düşüncesinin kesiştiği noktalar, yolların ayrılış vaktini tayin eden burjuva siyasal idealleri, bu ideallerin diyalektiği ve düş kırıklıkları üzerine zengin muhtevalı bir sunum dinlendi ve tartışıldı. Tarih boyunca düşüncenin abartılar üzerine kurulmuş bir faaliyet olduğunu söyleyen Öğün, düşünce işinin abartılmasının aslında onun karamsar doğasından kaynaklandığını söyledi. Düşüncenin abartılarının başkonusu olan siyasetin ise iki ayaklı bir mesele olduğunu vurguladı: Birincisi, siyasetin kadimden günümüze müesses bir tarih içinde gelişmesi; ikincisi, bir 19. yüzyıl meselesi olması. 1789’da başlayıp 1945’te fiilen sona eren bu uzun yüzyıl, siyaseti fena halde abartan ve onu, hâkim sınıfı olan burjuvaların düşünce emekleri aracılığıyla kitabîleştirip zamanlar üstü bir mesele haline getiren sınıfsal çatışmalara sahne olmuştur. Müesses tarih ise, siyaseti, içinde başka bir ontolojiye yer bırakmayacak şekilde kendi literatisi aracılığıyla fikrî olarak düzenleyen kurumsal bir süreklilikler tarihidir. Burjuvalar, siyasî idealleri farklı ontolojiler aracılığıyla bir hayat memat meselesi haline getiren, tarihin gördüğü en devrimci sınıfsal kategoridir. Burjuvalar, devrim sorununu kadim dünyanın, içinde başka bir ontolojiye yer vermeden çözen monolojik bilinç dünyasından farklı olarak, hem bir insanlık durumu hem de bir bilinç sorunu haline getirmişlerdir. Çin’de, Rusya’da, Türkiye’de, Uzakdoğu’da burjuva projeleri aracılığıyla topluma yeni istikametler gösterilmiştir. Burjuvazi öncesi kadim siyasî tarihte merkezkaç hareketler vardıysa da bunlar var olan sistemin zihinsel kategorileri dışında bir değişim sorununu içermezler. Sadece burjuva siyasal düşüncesidir ki aynı anda farklı siyasal ontolojiler yoluyla bir değişim imkânını arar. 19. yüzyıl bu arayışların tüm dünyada şiddetli sosyal-siyasal süreçler aracılığıyla kurumsallaştırıldığı bir zaman dilimidir. Süleyman Seyfi Öğün, Türk düşüncesinin yaygın kanaatin tersine, tarihsel gelişmelerle büyük ölçüde örtüşen bir yapılanmaya sahip olduğunu belirtti. Örneğin Tanzimat, dönemin Matternich Avrupası’nın iktidar kavrayışıyla, hatta Rönesans’ın halka tepeden bakan mütekebbir ruhuyla birebir uyumlu bir harekettir ve çağının karakteriyle uyuşur. Türk Düşüncesinin vaadi, bu çerçevede, dünyanın diğer bölgelerindeki hareketlerden bağımsız düşünülemez. 19. yüzyılın burjuva ideali taşıyan tüm elit hareketleri, Fransız İhtilalinin çocuklarıdır. Öğün’e göre, müesses tarih ile burjuva siyasal idealleri 19. yüzyılın gelişmeleri içinde siyaseti abartan yeni formlar geliştirmişti. Ancak 1945’te tüm bu idealler büyük bir hayal kırıklığıyla büyüsünü yitirdi. İkinci Harp sonrası burjuva ideallerine bağlı olarak bu düşüncenin modülasyonları farklı şekiller altında devam etse de, Aydınlanmanın Diyalektiği’nde ortaya konulduğu şekliyle bu büyü bozulmuştur. Bu büyü bozumu Türk Düşüncesini de etkilemiş ve 1980’den sonra tüm burjuva içerikli siyasal hareketler “mevzilerini terk etmiştir”. Türk Düşüncesi de burjuva karakterli diğer hareketler gibi var olan siyaseti kitabîleştirerek aşmayı kendine mesele edinmiştir. Kitabîleşme sorunu, Öğün’e göre, burjuva idealleri açısından bıçağın keskin tarafıdır. Bir önceki dönemin sorunları ve eleştirisi kitabîleşme aracılığıyla aşılır ve süreç içinde trajik bir karakter kazanır. Öğün’e göre, burjuvaların kitabîleştirme düşüncesinin özü “Ben hiçbir tarihe sığmam ve bütün tarihlerin üstünde dururum” düsturudur. “Das Kapital, kapitalizmi yakalamak, anlamak, çözümlemek ve onu aşan bir dünyanın inşası meselesini ortaya koyabilmek için yazılmıştır. Kitabî ve hakikî olan arasındaki ilişki referans ilişkisidir ama kitabî olan ona baskın olan şeydir. Burjuva bunu dünyevî ölçeklerde yapan bir sınıfsal durumu ihtiva ediyor. Okuma salonları, kütüphaneler vs. hepsi bu yüzden inşa edilmektedir. Yayınlar, neşriyatlar bunun için yapılmaktadır.” Bu çerçeveden bakıldığında, Türk düşüncesini şekillendiren burjuva itkileri ile bugün itibariyle bütün düşünce alanlarında mevzilerin terk edilmesi arasındaki dramatik çelişki, esasen tüm ülkelerin yaşadığı bir insanlık durumudur. Yaklaşık yüz yıl önce Max Weber benzer bir ruhla şöyle diyordu: “Çoğumuzun yazgısının özelliği rasyonalizasyon ve entelektüelizasyondur. Her şeyden önce de “dünyanın büyüsünü kaybetmesi”dir. Gerçekten de mutlak ve en yüce değerler kamu yaşamından çekilmişler, ya mistik yaşamın aşkın âlemine ya da kişisel ve dolaysız ilişkilerinin kardeşlik dünyasına gitmişlerdir. En büyük sanat yapıtlarımızın anıtsal değil kişisel olması bir rastlantı değildir.”

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir