Sebilürreşad Dergisinin Siyasî Duruşu ve İslâmcılık
Küresel Araştırmalar Merkezi “Kadın Kimliği Üzerinden Çağdaş Kültür Okumaları” Atölye grubunun Tezat toplantıları çerçevesinde Aralık ayındaki misafiri, Malezya İslâm Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde doktora çalışmalarına devam eden Fatma Bostan Ünsal’dı. Ünsal, 1996 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladığı yüksek lisans tezini “Sebilürreşad Dergisinin Siyasî Duruşu ve İslâmcılık” başlığı altında sundu. Ünsal’ın kendi deyimiyle, içinde bulunduğu İslâmî hareketin daha önce neler ortaya koyduğunu, neler yaptığını anlama çabasının bir ürünü olan bu tez, Takrir-i Sükun Kanunu’nun ardından 1926’da kapatılan Sebilürreşad dergisinin, çok partili siyasî hayata geçişle yaşanan nisbî özgürlük ortamında yeniden yayın hayatına başlamasıyla açılan ikinci dönemini (1948-1963) kapsıyor. Derginin, dönemin siyasî partilerine, hükümetlerin izlediği iç ve dış siyasete, laiklik, demokrasi ve insan hakları ile uluslararası ilişkilere bakışına değinilen sunumda, aslında o zamandan bu zamana İslâmcıların eleştiri kültüründeki süreklilik ve değişim unsurları ile bu camianın geçirdiği dönüşüm, İslâmcıların en azından bir grubu bağlamında ortaya konuldu. Her ne kadar son dönem İslâmcılığı geçmişe nazaran çeşitlense ve çok farklı paradigmalara dayansa da, Ünsal’ın, sunumu dinlerken geçmişle bugün arasında gidip gelen zihinlerimizde kalan tespitleri şunlardı: 1950 seçimleri öncesinde Millet Partisi’ni destekleyen Dergi, Demokrat Parti’yi, din düşmanı olarak görüp şiddetle karşı çıktığı Cumhuriyet Halk Partisi ile aynı kefeye koyarak kıyasıya eleştirirken, seçimlerin ardından bu tavrını tamamen değiştirmiş, DP iktidarının uygulamalarını eleştirmekten kaçınır hale gelmiş. Eleştirilerini genellikle dolaylı olarak iktibas yoluyla dile getirmiş ve muhalif olduğu uygulamalara karşı tepkisini dile getirirken, partiyi hedef almak yerine içindeki bir grubu sorumlu tutmuş. Bunun ardında, geçmişte yaşanan baskı ve sindirmelerin payı olsa da, daha ziyade CHP’nin yeniden güçlenerek iktidara gelmesinden duyulan endişe etkili olmuş. Ancak ilginç olan nokta, 1960 Darbesiyle Derginin tavır değiştirmesi ve DP’yi eleştirenler kervanına katılması. Aslında Sebilürreşad’ın bu tavrı, sadece bu dergiye ve o döneme ait bir tavır olmasa gerek. Zira RP tecrübesini yaşamış ve AKP sınavından geçmekte olan İslâmî camianın, kendisine yakın hissettiği partiyi iktidardayken eleştirmeme ama iktidardan düşünce kıyasıya eleştirme tavrı, sizce de Sebilürreşad’ın bu tavrına benzemiyor mu? Dikkatlerimizi çeken diğer bir husus, derginin, İslâm’da zaten mevcut oldukları iddiasıyla olumladığı laiklik, demokrasi ve insan haklarına bakışının dönemsel reflekslerin bir ürünü olması. Dergi, dinî özgürlükleri sınırlayan laiklik uygulamasına karşı çıksa da, aslında laikliğin kendisine karşı çıkmamış ve dinî özgürlüklerin güvencesi olması kaydıyla bu yargılamayı desteklemiş. Demokrasiyi Hz. Peygamber’in kutsallaştırdığı bir rejim olarak görmüş ve siyasî partileri, dinî hassasiyetlerin dile getirilebileceği bir sistem olarak savunmuş. 1970’lerle birlikte İslâmcılar arasında laiklik ve demokrasi konularına bakış tam aksi bir boyut kazansa da, son dönemde iktidar tecrübesiyle birlikte sanki bir uzlaşmaya varılmışçasına bu konular artık gündemimizde önemli bir yer işgal etmez hale geldi. Öte yandan insan haklarına aşırı vurgu, o günden bugüne İslâmcıların temel gündem maddesi olmayı sürdürüyor. Uluslararası ilişkilere ve dış politikaya gelince, Derginin bu döneminde öncekinin aksine, İttihad-ı Müslimin düşüncesi artık dillendirilmiyor. İslâm dünyasına dair haberlere nadiren rastlanıyor. Derginin bu konuda hiçbir vizyonunun kalmamasında, Müslüman devletlerin hemen hepsinin boyunduruk altında olmasının ve içeride varlık mücadelesi vermelerinin etkisi büyük. Dış politikada İsrail’in kurulması, Cezayir ayaklanması, NATO’ya katılma gibi tepki duymasını beklediğimiz konularda Dergi, tıpkı iç politikada olduğu gibi ya sessiz kalıyor ya da iktibas yoluyla olumsuz görüşlerini serdediyor. Bunda geçmişte yaşanan olumsuz tecrübelerin payı olsa gerek. Öte yandan Dergi, özellikle 1948-1950 döneminde, bugün eleştirmeyi aklımızdan dahi geçiremeyeceğimiz –mesela Tevhid-i Tedrisat gibi- önemli tartışmaların yaşandığını da ortaya koyuyor. Bu bakımdan bizden daha ileri seviyede oldukları bir gerçek. Demek ki 1960 ile başlayan darbeler silsilesi tartışma seviyemize de ciddi bir darbe vurmuş. Bir nevi varlık mücadelesi veren ve kendilerinin yabancılaşmadığı bir toplumda çözüm üretmek arayışında olan dergi, tamamen dinî özgürlükler konusuna odaklanarak, başta iktisat ve uluslararası ilişkiler olmak üzere pek çok konuyu gözardı etmiş, hatta hiç değinmemiş. Halbuki İslâm’ın hayatın tüm alanlarını kuşatan ve düzenleyen bir sistem olduğu dikkate alındığında derginin bu anlamda yetersizliği ortaya çıkıyor. Yine İslâmcıların tıpkı bugün olduğu gibi konjoktürün etkisinden kurtulamadıkları da görülüyor. İslâmcıların iktidarla olan ilişkileri ve eleştirellikte nereden nereye geldikleri konularında aydınlatıcı olan bu sunum, halen devam etmekte olan söylemlerdeki tutarlılık problemine de dikkatleri çekti.