Michel Foucault ve İktidar Teorisi
İkincisi gerçekleştirilen Çağdaş Kuramcılar başlıklı oturumların Aralık ayı konuğu Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ferda Keskin’di. Keskin, postyapısalcı düşüncenin önemli temsilcilerinden Fransız düşünür Michel Foucault’nun iktidar teorisi üzerine değerli mülahazalarda bulundu. Keskin öncelikle, nominalist gelenekten olan Foucault’nun teorileştirmeye karşı olduğu için iktidar teorisi değil, bir iktidar analizi yaptığını söylemenin doğru bir ifade olacağını belirtti. Foucault, teoriye, nesneleştirmeye gittiği için yöntembilimsel anlamda karşıdır.Foucault’nun yaptığı iktidar analizi Batı geleneğinde var olan iktidar geleneğine ters bir karakter arz eder. Foucault’un juridico-discursive olarak tanımladığı geleneksel iktidar modeli hükümranlık, yasa, yasaklama ve itaat sistemine dayanır. Bu, en tipik anlamıyla klasik toplumsal sözleşme kuramcısı Thomas Hobbes’un zihnindeki modeldir. Doğa durumunda yaşayan bireylerin tek tek sahip oldukları iktidar, insan psikolojisi (diğerkamlık fikrinin yokluğu) ile bir araya geldiğinde sorun/kaos doğar. Doğa yasası gereği herkes varlığını sürdürebilmek ve sahip olduğu iktidarı kullanmak üzere bir araya gelerek sözleşme yolu ile iktidarlarını bir daha geri verilmemek üzere bir yasa koyucuya devrederler. Akit yolu ile pazarlık sonucu devredilen, daima var olan ve başka bir yasa koyucuya devredilebilen iktidar modeli, sanayileşme ve kapitalizmin gelişmesiyle birlikte yeni toplumsal durumları açıklamaya yetmez. İktidar ilişkilerinin değiştiği bu yeni iktidar modelini Foucault, biyo-iktidar olarak adlandırır. Bu yeni iktidar biçimi, yasaklayıcı ve sınırlayıcı olan, hükümranın yaşama hakkı üzerinde söz sahibi olduğu geleneksel iktidar modelinin tersine, üretken, yaşamı destekleyen ve güçlendirmeye yönelen, yani pozitif bir iktidardır. Bu anlamda yaşama da iki biçimde müdahale eder. İnsan bedenini, geliştirilen iktidar teknikleriyle disipline ederek, yeteneklerini geliştirerek, denetim mekanizmalarıyla iktidarın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde uysal ve verimli kılar. Diğeri ise nüfusun biyo-politiğidir. Nüfusu düzenleyici bir denetim getirir. Foucault’ya göre, biyo-iktidar kapitalizmin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Zira kapitalist üretim süreci ile insan bedeninin sahip olduğu fiziksel gücün emek gücüne dönüştürülmesi ve üretim gücü olarak kullanılması, nüfusun ise ekonomik süreçlere uygun ve “verimli” hale getirilmesi ihtiyacı doğar. Dolayısıyla insan bedeni değerli ve insan yaşamı korunması gereken bir şey haline gelir. Geliştirilen yeni iktidar teknikleri ile insan bedeni uysal ve itaatkar hale getirilirken; hijyen, itfaiye, toplu-konut, vs. sistemleri ve demografi çalışmaları ile nüfusun düzenlenmesine ve denetime sokulmasına gidilir. Dolayısıyla bu iktidar modeli bedensel şiddeti dışlayan, pozitif, üretken, yaşamı destekleyen bir iktidar biçimidir; çünkü bireyin biyolojik yaşamı ve onun sahip olduğu güçleri artırmak, en iyi şekilde kullanmak, denetlemek ve örgütlemek zorundadır. Bunlardan ötürü de, geleneksel iktidar modelinin bireyi kapatarak güçlerini sınırlandırmak, onun bir parçasını, en uç noktada ise yaşamını alarak cezalandırmaya gitmesinin aksine, biyo-iktidar modeli kapatılma mekânlarını (cezaevleri) cezalandırma ve topluma tekrar kazandırma/ıslah mekânlarına dönüştürmüştür.Foucault, modern iktidarı anlamanın yolunun iktidar ilişkilerine, iktidarın nasıl uygulandığına bakmaktan geçtiğini ifade eder; çünkü iktidar ‘uygulandığında’ vardır. Keskin’e göre, Foucault’nun anladığı iktidar, eylem bütünleri arasındaki ‘ilişki’dir. İktidar, davranışları ve davranışların mümkün sonuçlarını yönlendirmektir; dolayısıyla bir stratejidir. İki güç ilişkisi, güçler bütünü ilişkiye girdiğinde stratejik alanı oluşturur. Öz olarak iktidar, iki eylem alanının karşılıklı birbirini şekillendirme, oluşturma, yapılandırma biçimidir. Bunun için de Foucault özgürlüğün iktidar ilişkilerinde merkezi bir yere oturduğunu belirtir. Foucault’ya göre iktidar yalnızca özgür özneler üzerinde ve yalnızca özgür oldukları sürece işleyebilir. Birey özgür olduğu sürece farklı ve çeşitli davranış ve tepki biçimlerinin gerçekleştirilebileceği bir mümkün eylemler alanına dahil olabilir. Dolayısıyla iktidar özgürlüğü dışlamaz, onu varsayar; hatta varlığı ve işlemesi için koşulu olarak görür. Bu yüzden Foucault’ya göre iktidar zorunlu olarak ‘kötü’ değildir. Kötüye dönüştüğü nokta, yönetim ve yapılandırma ilişkisinin sabit, tek yönlü, diğerinin mümkün eylem alanını tıkayacak/engelleyecek biçime dönüştüğü noktadadır. Foucault bunu, tahakküm olarak adlandırır. Tahakkümün olduğu yerde ise iktidar ilişkisi olamaz. Bu bağlamda Foucault disiplinci toplum olarak adlandırdığı modern toplumun ‘disipline olmuş’ anlamına gelmediğini, disiplin yöntemleriyle insanların tümünün itaatkâr ve uysal hale gelmesi demek olmadığını, özgürlükle birlikte direniş ve mücadele imkânı olduğunu söyler. Diğer bir deyişle insanları yaşamı düzenlemek ve denetlemek üzere oluşturulan normlara uymaya zorlayan, onları normalleştiren bir normalizasyonun kitlesel ve direnilemez olmadığını belirtir.Keskin, Foucault’nun Fransız “tarihsel epistemoloji” okulunun bir üyesi olduğunu ve hocası Georges Canguilhem’den derin izler taşıdığını belirtti. Foucault’ya göre bilgi, tarihin farklı dönemlerinde farklı anlamlara gelecek bir çerçeve içinde, bir başka deyişle, farklı epistemeler içinde anlaşılmalıdır. Farklı dönemlerde bilgiyi belirleyen kurallar söz konusudur ve dönemleri birbirinden ayıran bazı kopuşlar yaşanır. Foucault bilgi analizinin temeline süreksizlik kavramını yerleştirir. Bu kopuşlar/süreksizlikler iktidarda meydana gelen değişikliklerle alakalıdır. Bilgiyi çevreleyen normlar, iktidarın ihtiyaçlarına göre değişir. İktidar bilgiyi belirlediği gibi, oluşturulan bilgi de iktidarı belirler. İktidar ve bilgi karşılıklı olarak birbirini içerirler. Karşılığında bir bilgi alanı oluşturmayan iktidar ilişkisi olmadığı gibi, iktidar ilişkisi varsaymayan ve oluşturmayan bilgi de yoktur. Birey ise, bu ilişki yumağı üzerinden kurulan deneyimlerin öznesi olarak görülmelidir. Bir başka deyişle, iktidarı içselleştirip, iktidar normlarını kendi iradi eylemleri sayarak özneleşir. Bu yolla ise iktidar, kurduğu, oluşturduğu birey/özne üzerinden yeniden üretilir ve bu nedenle de modern iktidar ilişkileri pozitiftir, yani prodüktiftir.Yaklaşık iki saatlik toplantı verimli ve zengin bir soru-cevap faslı ile neticelendi.