Osmanlı-Cumhuriyet Modernleşmesinde İki Özgürlük Kavramı: Hürriyet ve Özgürlük
Tezgâhtakiler toplantı dizisinin Aralık ayındaki oturumunda, hâlihazırda İstanbul Üniversitesi’nde doktora eğitimini sürdüren Yıldıray Oğur, İ.Ü. S.B.E. Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı’nda hazırladığı “Osmanlı-Cumhuriyet Modernleşmesinde İki Özgürlük Kavramı: Hürriyet ve Özgürlük” başlıklı yüksek lisans tezini sundu. Oğur, sunumunun başlangıcında Türkiye’de akademik çalışmalarda genellikle kavram tarihçiliği yapıldığını ama ele alınan bir kavramın felsefî, sosyolojik, siyaset-bilimsel veçhelerinin söz konusu çalışmalarda göz ardı edildiğini, böylelikle bir kavramın bugüne söyleyebileceklerinin baştan reddedildiğini belirtti. Oğur’a göre, bir Batı-dışı modernleşme sürecinde özgürlük kavramı, salt bir kavram olarak bulunmaz, en başta bir özgürleşme süreci olarak ortaya çıkan modernleşmenin ona yüklediği anlam ve tartışmaların taşıyıcısı olmak zorundadır. Oğur’un tezine göre, Osmanlı-Cumhuriyet modernleşmesinde siyasal özgürlükler ile Batı-dışı’ndan neşet eden yapısal sorunlar nedeniyle kendini siyaset-dışı bir zeminde kültür ve kimlik üzerinden tanımlayan “modernleşme ya da özgürleşme projesi” arasındaki çatışma, iki farklı özgürlük telâkkisinin ve kavramının ortaya çıkışının önünü açmıştır. Siyasî bir özgürlük olarak hürriyet ve siyaset-dışı özgürleşme olarak özgürlük şeklinde beliren bu iki farklı özgürlük anlayışı farklı tarihî ve fikrî koşullar içinde kök salmaktadır.Bunlardan ilki olan hürriyet, 1860’lardan itibaren Yeni Osmanlıların ‘istibdat’ olarak adlandırılan modernleşen iktidar karşısında verdikleri siyasal özgürlük mücadelesi içinde, Osmanlı dünyasının kendi fikrî kaynaklarına, siyasî kültürüne ve kelimenin dilde sahip olduğu kadim anlam dünyasına referansla bir Batı-dışı modernleşme tecrübesi olarak keşfettikleri özgün bir siyasî kavramdır. Kısacası hürriyet, Osmanlıların bir özgürlüksüzlük durumundan (II. Abdülhamid ve istibdat devresi) 1908 devrimi ile birlikte bir özgürlüğü bulma aşamasına geçişi esnasında ürettiği özgün bir kavramdır ve Osmanlılar bunu kesinlikle Batı’dan taklit yoluyla almamış, kendi tecrübelerinden hareketle keşfetmişlerdir. Kesinlikle Bernard Lewis ve Şerif Mardin gibi düşünürlerin iddia ettiği gibi, Osmanlılar felsefesiz çorak dünyalarında, sultanların baskıları altında, entelektüel birikimden yoksun bir şekilde okuduklarını eksik ve yanlış anlayarak kendi coğrafyalarına tercüme etmiş değildir. Dolayısıyla modernleşme literatüründe Yeni Osmanlıların hürriyet mücadelesi için “devleti kurtarmak için hürriyet istediler, yoksa niyetleri gerçekten hürriyet değildi” şeklinde dillendirilen yaygın söylem, bu siyasî tarih perspektifinin gözden kaçırıldığını gösterir.Oğur’a göre, biz bugün özgürlük kavramından bahsettiğimizde genellikle onu Fransız Devrimi’nden, Rousseau’dan ve oluşmuş olan Avrupa-merkezci literatürden bağımsız olarak düşünemiyor ve her türlü özgürlük talebini ve yönelimini bu çizgiyle ilişkilendirme ihtiyacı duyuyoruz. Halbuki “Van kedileri özgürlüğüne düşkündür” şeklindeki yaygın deyişi hatırlayacak olursak, biz bununla “Van kedileri Rousseau’yu iyi okumuştur” demek istemiyoruz. Öyleyse özgürlük kavramını çok daha geniş bir çerçevede düşünmemiz gerekir. O halde Batılı anlamda liberte kavramı Osmanlı atmosferine nasıl girdi? Osmanlılar, liberte’yi başlangıçta ‘serbestiyet’ kelimesiyle karşılıyorlardı ki, bu kelime ‘başıboşluk’ gibi nispeten olumsuz anlamları da içeren bir kelimedir. Nitekim Sadık Rifat Paşa bir risalesinde “Hukukun olduğu yerde ne itaatsizlik kalır, ne serbestiyet!” diyerek insanların haklara sahip olduğu, kanunların hüküm sürdüğü modern bir devlet fikrini savunmuştur. Bu geçiş devresiyle birlikte artık ‘toplum’, devletin bakması gereken ve üzerinde hâkimiyet kurulması gereken bir şeye dönüşür. Hâlbuki klasik dönemde devlet toplum üzerinde değil, toprak üzerinde hâkimiyet kurar. Modern devlette ise iktidar kendisini telgraf, demiryolları, jurnalcilik yoluyla umumî sahada görünür kılar. II. Mahmud ilk defa yurt gezilerine çıkan padişahtır. Devlet dairelerine padişahın resimleri asılır. İşte Namık Kemal’in eleştirisi, ‘istibdat’ olarak tanımladığı bu modern devletedir. Evvelde ulema hükmeder, padişah icra eder, ahali nazır olur iken, modern devlette hem hükmeden, hem icra eden, hem de nazır olan Bâb-ı Âlî’dir. Modern devletin kuşatıcı yapısı, Oğur’a göre, “Hobbesçu bir özgürlük” çerçevesinde anlaşılabilir. Zira Hobbes özgürlük ile iradeyi eşitler ve hemen ardından ekler: “Ama herkes istediğini yapamaz.” Hobbes’a göre, herkesin tamamen özgür bir şekilde her istediğini yapabildiği yer doğa durumudur ki, özgürlüğün azamî olduğu bu durum güvenliğin en az olduğu durumdur. Böylece Hobbes’ta özgürlük “kanunların gölgesi altındaki sessizliktir.”Özgürlük ise 1930’larda Cumhuriyet’in ‘kültür sorunu’ndan özgürleşme çabalarının yoğunlaştığı, siyaset alanının kapandığı ve siyasî özgürlüklerin askıya alındığı bir tarihsellik içinde dilde sadeleştirme çabalarıyla hürriyetin karşısında üretilmiş, özgürlüğü insanın bir iç sorunu ve bir egemenlik meselesi olarak gören siyaset-dışı felsefî bir özgürlük kavramına denk düşer. Kimlikten ve kültürel değerlerden kurtulmayı esas kabul eden bu türden bir özgürlük ise, özgürlük meselesini kültür sorununa indirger ve siyasî alanı kapatarak siyaset sahasındaki özgürlüğü ikinci sıraya iter. Niyazi Berkes’in deyişiyle o, “kutsallaştırılmış geleneğin boyunduruğundan kurtulmak” ile eşdeğerdedir. Bu türden bir özgürleşmenin radikal ötekisi “Batılı olmayan toplum”dur. Bu çerçeve içerisinde medeniyet, terakki, Garplılaşma, Batılılaşma, laikleşme, çağdaşlaşma, vb. nosyonlardan bahsedildiğinde aynı zamanda da özgürlükten bahsedilmeye başlanır.Sonuç itibarıyla, “iki özgürlük anlayışı arasındaki temel ayrım, birincisinin bir siyasal tartışma içinde ortaya çıktığı için siyasetin, ikincisinin ise siyaset dışı bir zeminde üretildiği için felsefenin konusu olmasıdır.” Bu iki özgürlük türü, Isaiah Berlin’in pozitif ve negatif özgürlük kavramlarına başvurularak daha derinlikli bir şekilde anlaşılabilir. “Osmanlı-Cumhuriyet modernleşmesi içinde siyasal özgürlükler ve modernleşme/özgürleşme süreci arasındaki bu yapısal çatışma, özgürlüğün siyasetin tehlikeli sularından felsefenin sakin limanlarına demirlemesi ve ‘kaleye geri çekilme’ olarak ifade edilen insana ilişkin içsel bir sorun hâline gelmesi sonucunu yaratmıştır.” Yıldıray Oğur sorunu bu şekilde ortaya koyduktan sonra tezinin sonunda “siyasal özgürlük onun paralelinde ve onunla uyumlu bir biçimde süregiden kültür, toplumsal yapı ve insanların zihniyet dünyaları içindeki özgürlük karşıtı engelleri ortadan kaldırmaya odaklanmış bir özgürleşme süreci tarafından desteklenmesini” değerli bir öneri olarak getirdi. Bugünkü siyaset ortamımızda yer alan özgürlük tartışmalarında dile getirilen argümanların hangi saiklerden neşet ettiğini kavrayabilmemiz için özgürlük kavramının kendi tarihî tecrübemiz içerisindeki tezahürlerini iyi görmemiz gerekir. Oğur da tezinde bunu mümkün kılmaya çalışıyor.