Cenneti Beklerken Üzerine
Türkiye’nin farklı sinema hareketinin önemli isimlerinden Derviş Zaim son filmini değerlendirmek üzere Sanat Araştırmaları Merkezinin konuğu oldu. 17. yy Osmanlısını anlatan geleneksel sanatımız olan minyatür ile sinema dilini bir araya getirerek tarihi unsurlardan yararlanılan film, oturumda soruları yanıtlayan Derviş Zaim ile birlikte anlamlandırılmaya çalışıldı. Yönetmen minyatürü kullanma nedenini açıklarken; Bir insanın film yapma nedenlerinin arasında plastik nedenler olabileceğini yeni bir plastiği deneme gibi bir motivasyonun legal bir motivasyon olduğunu, Cenneti Beklerken’i yapma nedeninin sadece plastik motivasyonlar değil estetiği ve daha öncesinde etik motivasyonu önemsemesi olduğunu belirtti. Bu filmiyle Osmanlı tarihinin belli bir periyoduna gittiğini o periyodun fonksiyonundan geçerek ahlaki meseleleri tartışmaya çalıştığını bunu yaparken de o tarih ve kültür ikliminden gelen plastik estetik bir motifi de filme entegre etmeye çalıştığını belirtti. Bu coğrafyayı, kültürü ve bu kültürün tarihini bir zenginlik olarak gördüğünü bunlardan kaynaklanan yeni bir estetiğin bizler için başka açılımlar getireceğini belirten Zaim, filminin de bunun bir tezahürü olarak değerlendirilebileceğini söyledi. Doğu sanatı olan minyatürle bir Batı sanatı olan portreyi bir arada kullanan yönetmen Velazquez’in Las Meninas resmiyle Nakkaş Osman’ın minyatürünü yan yana getirdiğinde oynak zaman oynak mekân çerçevesi içersinde bir ortaklık kurabildiğini belirtti. Bu ortaklığın halka nasıl tezahür edebildiği sorusuna ise, filmin kendi dünyası içersinde bunu ele almadığı, kendi seçtiği tarz doku ve perspektif nedeniyle bu alanlara girmek istemediği, keyif içersinde izlenmesi gereken bir film olduğu yanıtını verdi. Geleneksel sanatlarımızı modern bir sanat olan sinema ile birleştirmeyi dert edinip edinmediği konusunda, sinema tarihinin bu güne kadar getirdiği anlatım biçimleri ve denemelerinin farkında olup bunları uygulamak zorunda olduğumuzu ama bu külliyata ne eklersek daha zenginleştirebiliriz gibi bir meselemizin de olması gerektiğini söyledi. “Mimar Sinan’ın bir camiye negatif espas nasıl kullanmış diye baktığınız zaman bize başka bir şeyi söyler. Bu ipuçlarını kullanmamızın kışkırtıcı olacağını düşünüyorum ve her filmimde farklı denemeler yapma niyetindeyim.”“Her sanatın kendine bakan tarafıyla bir özü, bir de biçimi var. Ortaya çıkan biçimde tabii olarak o özden etkileniyor. Minyatür sanatını da böyle değerlendirebiliriz aslında. Dolayısıyla minyatür sanatında ortaya çıkan biçim aslında Osmanlı’nın bir duruşunu, bir bakışını yansıtıyor. Filmde sanki minyatür sanatının özüyle biçimi birbirinden koparılmış, sadece biçimi alınmış ve kullanılmış. Bu acaba doğru bir şey olabilir mi? Örneğin kökleriyle beraber bir ağaç var, yaşayan bir ağaç. Size güzel geliyor. Ve o güzel gördüğünüz biçimi orda siz kesiyorsunuz. Başka bir yere koyuyorsunuz. Ama bence o ağaç orda kurumaya mahkûm vaziyete geliyor. Dolayısıyla bu çerçeveden baktığımızda film aslında minyatürle ilgili bir film değil de sanki minyatür çağrışımları olan animasyon ağırlıklı bir film gibi geldi.”şeklindeki gerçek bir açıklama bekleyen yoruma cevabı şöyle oldu. “Filmin tarihe dair bir şeyleri söylemeye çalışırken minyatür estetiğinden, sanatından bir şekilde yararlanarak ele almaya bu dili oluşturmaya çalışması Osmanlı kültürü söz konusu edildiği zaman gayet legal ve birbirine yaklaşan bir şeydir. Osmanlı klasik minyatürü ile ilgili bir işe kalkıştığım için söyleneni kabul etmekte zorlanıyorum.”Filmde Eflatun ve Leyla karakterlerindeki zayıflık üzerine, korkak, nispeten kapalı olmaya çalışan bir adamla özdeşlik kurmak güçtür. Eflatun karakteri çırağını satmaya hazır korkak iğrenç bir adamdır. Ama Eflatun’un hikâyesi bir değişim hikâyesidir. Böylelikle bizim saygımızı daha fazla kazanan bir adam olacaktır. Bir gelişme, tomurcuklanma, çiçek açma hikâyesi yapmaya çalıştıklarını ve belli karakterlerin daha ön planda olduğu 2. derece karakterler tarafından o meselesinin aydınlığa kavuşturulduğu bir çerçevede olmasını istediklerini ifade etti. Türk seyircisi için minyatür gibi uzak bir meseleyi kullanarak Osmanlının 17.yy’ındaki meselelerin ne olduğuna dair bir çerçeve çizmenin zorluğundan bahsederek, olaylar örgüsünde karakter derinleşmesini filmin başardığını, bu anlamda kendisini memnun eden bir proje olduğunu söyledi.Türk sineması ve tarih ilişkisinin, üzerinde çok konuşulması gereken ama fazla araştırma yapılmamış bir alan olduğunu belirten yönetmen 17 yy.’ı seçme nedeni olarak aradaki dönemlere dair çok az film çekilmesini ve bunlarında problemli temsil biçimleri olmasını gösterdi. Osmanlı ile ilgili Türkiye’nin bir filminin kesik bir kafayla başlayıp aynı şekilde bitmesinin ilginç bir tezat olduğu, bunun üzerinden sanat siyaset ilişkisindeki dengede neleri gözettiği sorusuna filmde Anadolu’yu kasıp kavuran bir isyandan bahsedildiğini, temsiliyet konusunda olumlu ve olumsuz özellikleri filmin dengeli bir biçimde göstermeye gayret ettiğini belirtti. Bunun Osmanlıyı bütünüyle zalim olarak resmetmek, anlamına gelmeyip sadece bir parçası olduğunu, bunu o dönemi temsil ederken dürüstlük adına yapmanın gerekli olduğunu sözlerine ekledi. Siyaset ve sinema ilişkisini, politikanın çayın içinde şeker gibi olması gerektiğini, insanlara siz şeker içiyorsunuz şimdi dedirtmeden çayı yudumladıkları zaman onun içinde şeker olduğunu anlamaları gerektiği örneğiyle açıkladı. Filmlerindeki devletle ilgili göndermeler konusunda bu ülkenin tarihi ile ilgili bir hesaplaşma, yüzleşme yapabilmek için bir şekilde devletle ilgili kimi şeylerin yapılması gerektiği ama bunların yapılmadığını söyleyen Zaim, kendi filmlerinin böyle taraflarının olmasını olumlu bulduğunu çünkü ahlaki olarak bizi çevreleyen bir takım meselelerle ilgilenilmesi gerektiğini belirtti.