Current Issues in Turkish Foreign Policy and Prospects for Future

Paylaş:

 Bilim ve Sanat Vakfı Küresel Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği toplantının konuğu Oxford Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi ve aynı zamanda Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Üyesi Dr. Philip Robins idi. Son dönem Türk Dış Politikası hakkında ABD’de düzenlenen ve kendisinin de gözlemci olarak katıldığı toplantılarda edindiği çıkarımlarla kendi düşüncelerini de belirten Robins, konuşmasını genel hatlarıyla üç ana başlık altında gerçekleştirdi.İlk olarak Türkiye’nin son dönem dış politikasında ABD ve AB ile ilişkilerini değerlendiren Robins, ABD’de katıldığı toplantılardan hareketle bu ilişkilerin kötü olduğu yönündeki genel kanaati paylaşmıyor. Şu ana kadar ABD ile Türkiye arasında var olduğu söylenen mükemmel ilişkilerin aslında mitten öte olmadığını, bu ilişkinin tarihine bakıldığında Nixon döneminde patlak veren haşhaş krizi, Türkiye’nin Kıbrıs Çıkartması sonucunda ABD’nin uyguladığı silah ambargosu, I. Körfez Savaşı sonrası Türkiye’nin uğradığı maddî kayıpların tazmini gibi sorunlardan ötürü zaten var olan gelgitli sürecin aslında son dönemde de devam ettiğini vurguluyor.Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde özellikle 1980’li dönemi kayıp yıllar olarak nitelendiren Robins, 1996’da gerçekleştirilen Gümrük Birliği Anlaşması ve 1999’daki Helsinki Zirvesi ile Türkiye-AB arasındaki ilişkilerin pozitif yönde bir ivme kazandığını belirtiyor. Avrupa Komisyonu’nun en büyük temsilinin Türkiye Cumhuriyeti tarafından gerçekleştirildiğini belirten Robins, Türkiye’nin Ankara’da gerçekleştireceği proje için tam 500 milyon euroluk bir bütçeyi bu komisyondan aldığını vurguluyor. Türkiye’nin AB ile bütünleşmesi sürecinin, özellikle ekonomik açıdan Türkiye adına birçok kazanımlar sağlayacağını belirten Robins’e göre, genel hatlarıyla Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkilerinin sağlıklı değerlendirilmesi için, bu güçlerin sahip olduğu kurumlarla (NATO, Avrupa Konseyi vs.) olan ilişkilerin tek tek analiz edilmesi gerekiyor.Türkiye’nin son dönem itibariyle Ortadoğu politikasında daha aktif bir rol oynadığı kanaatine katılmadığını belirten Robins, özellikle Irak konusunda etkin bir tavırdan ziyade defansif mobilizasyon olarak nitelenebilecek bir yönelimin varlığından söz ediyor. Son dönemde özellikle İran’ın nükleer faaliyetleri sonucu patlak veren krizin sadece Türkiye’yi ilgilendirmediğini, bölge itibariyle İsrail’i ve küresel manada özellikle ABD’yi daha fazla tedirgin ettiğini ve bu sebeple İran ile ilişkilerde krizden söz etmenin doğru olmadığını belirten Robins, 1979’da İran’da gerçekleştirilen İslâm Devrimi sonrasında da Türkiye’nin İran ile ilişkilerinin normal bir seyir izlediğini, son dönem itibariyle aslında bu seyirde herhangi bir sapmanın yaşanmadığını vurguladı. PKK meselesinden ötürü Suriye ile olan gergin ilişkilerin 1998 yılının sonbaharında gerçekleştirilen Adana Antlaşması ile normale döndüğünü ve özellikle son dönemde karşılıklı olarak devlet başkanlarının ülke ziyaretleri, iyi niyet bildirimleri ve ticarî faaliyetlerle bu ilişkinin pozitif yönde ilerlediğini belirtiyor. Son olarak Robins, Lübnan Krizi’nde Türkiye’nin gösterdiği yaklaşım ile iyi bir AB üyesi olabileceğini kanıtladığının altını çiziyor.Üçüncü ana başlığı genel olarak kamuoyunun tepkileri üzerine ayıran Robins, kamuoyunun özellikle ABD’nin Irak’a müdahalesi ve Kıbrıs meselesinde AB’nin sergilediği tavırlar karşısındaki reflekslerini ve bu reflekslerin etkinliğini sorguluyor. Robins, ABD’nin Irak’a müdahalesi sonucunda Türk kamuoyunda olumsuz bir havanın varlığından söz edilebilmesine ve özellikle Kıbrıs meselesinde AB’nin yaklaşımının tepkiyle karşılanmasına rağmen -ki bu durum zaman zaman kırılmalara dahi sebebiyet verecek gerginliklere sahne olmuştur- kamuoyunun yavaş yavaş normale döndüğünü, konjonktüre göre bazen gerginleşmesinin ise olağan sayılacağını belirtiyor.Sonuç itibariyle Türkiye’de hükümet ile devlet (asker, bürokrasi vs.) arasındaki birliktelik ve ayrılıkların baş gösterdiği ana konulara değinen Robins, bu konuyu dört farklı alt başlık altında inceliyor. İlk olarak AB ile ilişkiler, ABD’yi Irak politikasında desteklememe ve Suriye’yi İsrail ve ABD ile yaşadığı problemlerde yalnız bırakmama gibi konularda hükümet ile devlet arasında uzlaşma sağlandığını vurgulayan Robins, AB sürecinde yaşanan Kıbrıs meselesi ve Filistin’in İsrail ile yaşadığı gerginlik karşısında TC Hükümetinin yaklaşımı ile devlet arasında bir uyumsuzluk olduğunu ancak bunun yönetilebildiğini belirtti. İslâm Konferansı Örgütü’nde hükümetin izlediği aktiflik ve bunun neticesinde İKÖ genel sekreterinin bir Türk olması konusunda devletin herhangi bir yaklaşımının bulunmadığını vurgulayan Robins, ayrıca hükümetin Afrika açılımı ve Latin Amerika ile başlattığı temasların da devlet tarafından önemsenmediğini ilave etti.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir