İlmiye Sınıfının II. Meşrutiyeti Algılayışı (Konya Örneği)
“İlmiye Sınıfının II. Meşrutiyeti Algılayışı (Konya Örneği)” başlıklı yüksek lisans teziyle Tez/Makale sunumlarının Mayıs ayınki konuğu, Serhat Aslaner idi. Aslaner, tezinin temel problematiğini, II. Meşrutiyet’ten önceki dönemde ulemanın siyasî fikirlerinin nasıl oluştuğu, şekillendiği yönünde kurduğunu ifade ederek bu minvalde tezinde ulemanın Meşrutiyet fikrini hangi kanallar vasıtasıyla inşa ettiğinin izlerini sürmeye çalıştığını belirtti.Tezinin kaynakçasını, büyük oranda II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra yayımlanan risalelerin ve süreli basının oluşturduğunu söyleyen Aslaner, çalışmasının, müelliflerin ulema ve tarikat şeyhi kimliği, bunların kaleme aldığı eserlerin muhtevası, bu eserlerde İstanbul ulemasının yazdıklarıyla muhteva ve istikamet farkının olup olmadığı üzerine yoğunlaştığını vurguladı.Taşrada Meşrutiyete muhalif fikirlerin mevcudiyetinin varlığını bir başka problem alanı olarak ele alan Aslaner, o dönemde Konya’da beş yüz medresenin bulunması, buranın ulemanın en yoğun olduğu bölgelerden biri olması ve meşrutiyet fikrini savunanlar için 1876 yılından itibaren sürgün bölgesi olması sebebiyle Konya örneğini seçtiğini söyledi. Sürgün edilen şahıslardan birkaç tanesinin ismini zikreden Aslaner, Derviş Vahdeti’nin canlı evrak-ı muzırralar olarak tanımladığı bu kişiler arasında Yeni Osmanlıların güçlü kalemlerinden Ziya Paşanın, Ebu’z Ziya Tevfik’in, İttihat ve Terakki’nin öncülerinden Ahmed Rıza Bey’in Meclis-i Âyan Mebusu olan babasının, Emrullah Efendinin, Abdülhalim Memduh’un ve Ayaslı Muallim Şakir’in bulunduğunu belirtti.Konya’da 1908-1912 yılları arasında ulemanın siyasî muhtevalı yazılarının bulunduğu neşriyat arasında Anadolu, Hakem, Babalık ve Şems gibi dergilerin yanında doğrudan medresenin yayın organı olan Meşrîk-i İrfan gibi mecmuaları tarayarak ilmiyenin siyasî tavrını okumaya çalışan Aslaner, bu dergilerin 31 Mart gibi yoğun siyasî dönemlerdeki ilgili sayılarının bulunamadığına değindi. Medrese mensuplarından bir kısmının, eğitim amacıyla Konya’dan İstanbul’a gittiğini ve burada Yeni Osmanlıların fikirleriyle tanıştığını, Konya’ya döndüklerinde ise aktivist bir kimliğe büründüklerini belirten Aslaner, Konya’da 1895 yılından itibaren Meşrutiyet ile ilgili fikirlerin dillendirildiğinden, Meşrutiyet’in ilan edilmesinin hemen akabinde hiç kimsenin Meşrutiyeti garip karşılamadığından, hatta halkın sevinç gösterileri ve kutlamalar yaptığından bahsetti. İstanbul’da ulemanın Meşrutiyetin şer’-i şerife muvafık olduğunu halka anlatmak için Cemiyeti İlmiye teşkilatını kurduğunu ve bu amaçla bazı ilmiye mensuplarını Konya’ya gönderdiğini de sözlerine ekledi.Bu dönemin gazetelerinde Meşrutiyeti tartışan teorik metinlerin azlığından dolayı muhalif kanadın ve halkın kanaatlerini öğrenmenin mümkün olmadığını, gazetelerde dönemin dili incelendiğinde ana konunun istibdada ayrıldığını ifade eden Aslaner, Meşrutiyetin uygulanmasıyla beraber ekonomik bir iyileşmenin olacağı, eğitimin terakkî edeceği, hürriyet ortamının sağlanacağı, en çok da vergilerin azaltılacağı yönünde bir beklentinin mevcudiyetine dikkat çekerek istibdadın ve jurnalciliğin devletin çöküşünü ilerlettiği, ahlâkî yapıyı zayıflattığı iddialarını zikretti. Basındaki genel kanaatlerde II. Abdülhamid’in eleştirildiğini belirterek Meşrutiyet ile halka vergi alınmaması ve asayişin temin edilmesi yönünde vaatler verildiğini sözlerine ekledi. Taşra çalışmalarında kaynakların yetersizliğine işaret eden Aslaner, Meşrutiyet etrafında şekillenen tartışmaların teorik olmaktan ziyade pratik bir nitelik taşıdığını vurguladı.Toplantının sorular kısmında genel hatlarıyla bu dönemde ulema sınıfının yerine kimin ya da hangi kurumun ikame edildiği, ulemanın tavrının II. Abdülhamid’in medreseleri iyileştirme yoluna başvurmamasıyla bir paralelliğinin olup olmadığı, ayrıca ulemanın dışında kalan büyük bir kitlenin diğer adıyla sessiz çoğunluğun II. Meşrutiyet algısının hâlâ bir muamma olduğu ve nasıl anlaşılacağı, Meşrutiyet muhalifi kanadın kendini nasıl ortaya koyduğu, genel anlamda taşra çalışmalarının merkez çalışmalarına katkısı tartışıldı. Bunlara ilaveten taşra çalışmalarının payitahtın taşra üzerindeki etkisini ve izdüşümünü göstermesi açısından güzel bir örnek olduğu dile getirildi. Merkez çalışmalarındaki umumi kanaatlerin taşraya ne derece yansıdığını anlamanın yahut merkezdeki sistemi taşrada aramanın ne kadar sağlıklı bir yöntem olup olmadığı da ayrıca sorgulandı. Tarih yazımı açısından taşranın merkeze alınıp çalışılmasının daha sağlıklı bir yöntem olabileceğinin yanı sıra merkez çevre kuramının sağlamasının yapılabilmesi için de bu türden araştırmalara ihtiyaç duyulduğu yönünde kanaatler ileri sürülerek İstanbul ile Anadolu arasındaki uyumu ya da çatışmayı ortaya koymak bakımından bu türden araştırmaların önemine dikkat çekildi.