Bir Garip Yolcu: Hasan Aycın

Paylaş:

Ha­san Ay­cın 1955 yı­lın­da Ba­lı­ke­sir’in As­lı­han­te­pe­cik kö­yün­de doğ­du. 1984’de İs­tan­bul’a gel­di ve bu­ra­ya yer­leş­ti. Mü­şa­he­dat ad­lı ese­rin­den ve çe­şit­li rö­por­taj­la­rın­dan bes­len­di­ği kay­nak­la­rın izi­ni sü­re­bi­le­ce­ği­miz Ha­san Ay­cın’ın do­ğum ta­ri­hi çok es­ki de­ğil. La­kin so­lu­du­ğu ha­va, ya­şa­dı­ğı or­tam ve an­lat­tı­ğı in­san­lar, bir za­man­lar va­rol­muş ve şu an­ki mua­dil­le­ri ile kı­yas­lan­dı­ğın­da ma­sal­sı özel­lik­le­re sa­hip bir za­man di­li­mi­ne ait san­ki. De­rin­le­me­si­ne ka­te­dil­me­si ge­re­ken bu dün­ya Ha­san Ay­cın’ın çiz­gi­le­rin­de bi­ze göz kır­pı­yor. O çiz­gi­ler ba­kan ki­şi­yi sar­ma­la­yıp gö­tü­rü­yor, âlem âlem gez­di­ri­yor. Ay­cın’ın çiz­gi­le­ri bir sı­ğı­nak, bir te­fek­kür ma­ğa­ra­sı.Sa­nat Araş­tır­ma­la­rı Mer­ke­zi Ara­lık ayın­da Bir Ga­rip Yol­cu: Ha­san Ay­cın baş­lık­lı bir pa­nel dü­zen­le­di. Pa­ne­list­ler Si­bel Eras­lan, Ömer Le­ke­siz ve İh­san Ka­bil’di. Otu­rum baş­ka­nı Sa­lih Pul­cu, su­nuş ko­nuş­ma­sın­da, Ay­cın’ın ge­le­ne­ğin dün­ya­sın­dan gel­di­ği­ni fa­kat ge­le­ne­ği ol­ma­yan bir yo­lu aç­tı­ğı­nı ifa­de ede­rek Ay­cın’ın sa­na­tı­nın ken­di­ne mün­ha­sır ol­ma­sı­na dik­kat çek­ti. Ay­nı dö­nem sa­nat­çı­la­rın­dan min­ya­tür us­ta­sı Nus­ret Çol­pan ile Hat­tat Ali Toy’dan da sa­tır ara­sın­da bah­se­den Pul­cu, sa­na­ta fark­lı yo­rum­lar ge­ti­re­bi­len bu isim­le­rin, ta­kip­çi­le­ri ol­ma­ma­sın­dan duy­du­ğu üzün­tü­yü di­le ge­tir­di. Ta­le­be­li­ği, ta­kip­çi­lik de­ğil us­ta­sı­nın sa­na­tı­nı dö­nüş­tür­me­yi ger­çek­leş­ti­re­bi­le­cek an­lam gü­cü­ne, ce­sa­re­te sa­hip ola­bil­mek şek­lin­de yo­rum­la­yan Pul­cu, ye­ni bir pen­ce­re­den bak­ma­nın, ge­le­nek­ten, an­lam-dün­ya­mız­dan kop­ma­yı ge­rek­tir­me­di­ği­ni be­lirt­ti. Özü­müz­de za­ten va­ro­lan eş­siz ve hiç­bir za­man es­ki­me­ye­cek ger­çe­ği, fark­lı bir üs­lup­la mey­da­na ge­tir­me­nin çok önem­li ol­du­ğu­nu vur­gu­la­dı ve ge­le­nek­sel du­yar­lı­lı­ğı, geç­mi­şin bi­ri­ki­mi­ni, gü­nü­müz eser­le­ri­ne, fark­lı üs­lup­la­ra ta­şı­ya­bil­me­nin öne­mi­ne de­ğin­di. Sa­lih Pul­cu’nun tak­di­mi­nin ar­dın­dan gü­nü­müz in­san­la­rı­nın an­lam dün­ya­sı­nın gi­rift ve çık­maz so­kak­la­rı­na ka­pı­lar aç­mış, uçu­rum­la­rın­dan köp­rü yap­mış gü­zel in­san Ha­san Ay­cın’ın edip yö­nü­nü de­ğer­len­dir­mek üze­re, pa­ne­lin ilk ko­nuş­ma­cı­sı Si­bel Eras­lan, sa­nat­çı­nın Sâ­hip­kı­rân baş­lık­lı ki­ta­bıy­la il­gi­li iz­le­nim­le­ri­ni ak­tar­dı. Bir ere­nin ço­cu­ğa an­lat­tı­ğı ma­sal olan Sâ­hip­kı­rân’ı din­le­yen ço­cu­ğun da bu ma­sal­dan ha­re­ket­le ya­şa­ya­ca­ğı bir ha­ya­tı ve an­la­ta­ca­ğı bir ma­sa­lı ola­cak­tır di­yen Eras­lan ki­ta­bın için­de­ki se­rü­ve­ne ka­rış­ma­dan ön­ce­ki bu gi­ri­şin oku­yu­cu için ya­şa­nan­la­rın ne­re­den ge­lip so­nun­da ne­re­ye va­ra­ca­ğı ile il­gi­li bir ipu­cu­nu da ba­rın­dır­dı­ğı­nı ifa­de et­ti.Sâ­hip­kı­rân’ın, çok bo­yut­lu bir dün­ya­nın fi­zik öte­si me­kân­la­rın­da do­la­şan, ada­let se­ver cen­gâ­ver bir kah­ra­man ol­du­ğu­nu be­lir­ten Eras­lan, onun dün­ya­nın bir kö­şe­sin­den baş­ka bir kö­şe­si­ne ge­çiş ya­pan, tah­mi­nen Mek­ke’de Eb­re­he za­ma­nın­da ya­şa­yan bir zat ol­du­ğu­nu söy­le­di. Si­bel Eras­lan’a gö­re Sâ­hip­kı­rân ki­mi za­man gök­yü­zü­ne ya da me­kân­dan ve za­man­dan be­ri alem­le­re ait hi­ka­ye­le­rin için­de­dir. Eras­lan ki­tap­ta­ki bu ani ge­çiş­le­rin, oku­yu­cu­yu bir me­kâ­na hap­set­me­den, ay­nı za­man­da bir ütop­ya­lar ül­ke­si kı­va­mın­dan uzak, ak­si­ne ya­şa­dı­ğı­mız ha­yat­ta iz­dü­şüm­le­ri­ni gö­re­bi­le­ce­ği­miz sa­de­lik ve zen­gin­lik­te ol­du­ğu­nun al­tı­nı çiz­di. Sâ­hip­kı­rân’ın dün­ya­sın­da her şe­yin bir is­mi ol­du­ğun­dan bah­set­ti ve Hz. Adem’e gön­der­me­ler­de bu­lun­du­ğu­nu ifa­de et­ti. Sâ­hip­kı­rân’ın at­la­rı­nın ve ka­dın­la­rı­nın özel­lik­le zik­re­dil­di­ği­ni di­le ge­ti­ren Si­bel Eras­lan ma­sal­da an­la­tı­lan­la­rın, sev­me­nin, se­vil­me­nin, la­yık ol­ma­nın, sev­gi­nin ta­dı­nı al­ma­nın ve sev­gi­ye ka­vuş­ma­nın yo­lu­nun; ha­ya­tın ve Ya­ra­dan ta­ra­fın­dan bi­ze bah­şe­di­len­le­rin hak­kı­nı ver­mek ol­du­ğu­nu ifa­de et­ti. As­lın­da her şey tek bir şe­ye işa­ret eder, bi­ze an­la­tı­lan hep bu­dur di­yen Eras­lan’a gö­re an­la­tı­lan ka­dar an­la­tan da önem­li­dir. İş­te Ha­san Ay­cın yü­ce ya­ra­tı­cı­nın o ha­tır­la­tı­cı sı­fa­tı­nı en gü­zel şe­kil­de yük­le­ne­rek, o hep bil­di­ği­miz ger­çe­ği, çiz­gi­le­ri ka­dar do­yum­suz bir üs­lup­la bi­ze sun­muş­tur.Pa­ne­lin ikin­ci ko­nuş­ma­cı­sı Ömer Le­ke­siz il­kin sa­nat­çı ile ese­ri ara­sın­da­ki me­sa­fe­den, son­ra da Ay­cın’ın çiz­gi­le­ri ile ara­sın­da­ki me­sa­fe­siz­lik­ten bah­set­ti. Bu­nun se­be­bi­nin Ha­san Ay­cın’ın sa­na­tı­nın onun ha­ya­ta ba­kış açı­sı, ya­şa­yış bi­çi­mi; sır­da­şı ve yar­dım­cı­sı ol­ma­sı­na bağ­la­yan Le­ke­siz da­ha ön­ce Pul­cu ve Eras­lan’ın da işa­ret et­ti­ği gi­bi, Ha­san Ay­cın’ın ha­ya­tı­nın ve sa­na­tı­nın vah­de­te işa­ret et­ti­ği­ni ve  “ha­ya­tı­nın sa­na­tı, sa­na­tı­nın da ha­ya­tı” ol­du­ğu­nu söy­le­di. Sa­nat­çıy­la il­gi­li anı­la­rı­na da yer ve­ren Le­ke­siz, Ay­cın’ın bir yer­den ge­çer­ken, o ye­ri geç­mi­şi ile bir­lik­te so­lu­ya­rak ya­şa­yan, çok­ça te­fek­kür eden mi­za­cı­na de­ğin­di. Ay­cın’ın za­man için­de za­man, me­kân için­de baş­ka âlem­le­re ge­çe­bi­len ve bun­la­rı yi­ne ay­nı za­man­da, me­kân­da bir­leş­ti­re­bi­len ya­nı­na atıf­ta bu­lu­nan Ömer Le­ke­siz bu özel­li­ği­nin sa­na­tın­da özel­lik­le Sâ­hip­kı­rân’ın ya­pı­sın­da çok net gö­rü­le­bil­di­ği­ni ifa­de et­ti. Ha­san Ay­cın’ın çi­zim­le­rin­de­ki sim­ge­le­rin on­to­lo­jik kay­na­ğı­nın İs­lâm ta­sav­vu­fu ol­du­ğu­na dik­kat çe­ken Le­ke­siz, bu sim­ge­ler­den ba­zı­la­rı­nın özel­lik­le üs­tün­de dur­du. Ömer Le­ke­siz ay­na ve göl­ge sim­ge­le­ri­ni ele ala­rak ay­na­nın, in­san/âlem ger­çe­ği­nin te­za­hü­rü ve­ya­hut ger­çek­li­ği­ni boz­muş, ört­müş in­san me­ta­for­la­rı ola­rak kul­la­nıl­ma­sın­dan; göl­ge­nin de, in­sa­nı ken­di ger­çe­ği­ne yak­laş­tı­ran ve uzak­laş­tı­ran bir me­ta­for ola­rak kul­la­nıl­ma­sın­dan bah­set­ti. Sö­zü bu­ra­dan Fur­kan su­re­si­nin 45. ve 46. ayet­le­ri­ne bağ­la­yan Le­ke­siz, Ay­cın’ı sün­ne­tul­lah­tan ya­ni göl­ge­nin uza­tıl­ma­sı ve kı­sal­tıl­ma­sın­dan bes­len­di­ği­ni be­lirt­ti. Za­ten bir göl­ge­le­me ey­le­mi ola­rak ni­te­len­dir­di­ği çiz­gi­le­ri­ni de bu çer­çe­ve­de or­ta­ya koy­du­ğu­nu ifa­de et­ti.Son ola­rak İh­san Ka­bil, Ay­cın’ın çiz­gi­le­ri­ni, can­lan­dır­ma si­ne­ma­sı ba­kı­mın­dan ele al­dı. Seç­miş ol­du­ğu yir­mi beş çiz­gi­yi hem çiz­gi film se­nar­yo­su bağ­la­mın­da, hem de çiz­gi­le­rin ifa­de et­tik­le­ri an­lam­lar bağ­la­mın­da de­ğer­len­dir­di. Pul­cu ve Le­ke­siz’in de işa­ret et­ti­ği gi­bi, İh­san Ka­bil de Ay­cın’ın ba­zen ol­duk­ça sa­de, ba­zen de gi­rift çi­zim­le­rin­den ör­nek­ler gös­ter­di. Ha­san Ay­cın’ın ka­le­mi­ni gö­rü­nen, gö­rün­me­yen ve kat­man­la­şan âlem­ler­de oy­na­ta­rak, ger­çek ve ger­çek­li­ğe da­ir ge­rek si­ya­sî ge­rek gün­de­lik ha­yat­tan bir ke­si­ti ne de­re­ce kuv­vet­li kul­lan­dı­ğı­nı vur­gu­la­dı.Pa­ne­lin so­nun­da ise 1970’te Ton­guç Ya­şar ve Se­zer Tan­suğ ta­ra­fın­dan ha­zır­lan­mış Amen­tü Ge­mi­si Na­sıl Yü­rü­dü ad­lı ani­mas­yon film sey­re­dil­di.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir