Sinemada Politik Duruş
SAM sinema sohbetlerinin dördüncüsünde Sırrı Süreyya Önder’i konuk ettik. Sinema ve politik duruş arasındaki ilişkiyi temel alan sohbet, senarist-yönetmenin kendi hayat hikâyesini anlatmasıyla başladı. Oldukça keyifli ve esprili bir üsluba sahip olan Önder’i dinleyenler, yönetmen kendi başından geçen acı olayları anlatırken bile gülümsemekten kendilerini alamadılar.1962’de Adıyaman’da doğan Sırrı Süreyya Önder 12 Eylül mağdurlarından. 1978’de Adıyaman Lisesi’nde öğrenciyken Maraş Katliamı’nı protesto ettiği için ilk hapis cezasını alır. Bu sırada başladığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki öğrenimini 12 Eylül sonrasında yükseköğrenim hakkını kaybettiği için sürdüremez. Memleketi Adıyaman onun için yaşanacak bir yer olmaktan çıkmıştır. İstanbul’a gelir, kamyon şoförlüğüne başlar. Sonra kendi işini kurar. Annesini Adıyaman’dan getirip de onun elinden çıkan yemeği yediği günü hiç unutamaz; öyle ki yıllar sonra Beynelmilel’i onca zorluktan sonra çekmeyi başardığında bile bu kadar sevinmeyecektir.İşleri bir süre iyi gider. Evlenir, bir kızı olur. Ancak, dört yıl sonra işleri tekrar bozulur. Bunun üzerine yurtdışına gider, Rusya’da, Ukrayna’da çalışır, sonra tekrar Türkiye’ye döner.Bütün bu süre boyunca okumayı hiç bırakmamış, yazmayı da sürdürmüştür. Okuduklarından ve yaşadıklarından öğrendiklerini harmanlayarak büyük bir roman yazmaya koyulmuştur. Ayrıca, senaryo ve sinemayla ilgili okumaları da ciddî bir boyuta erişmiştir. Hayatının bu noktasında, bir ilân vasıtasıyla gittiği senaryo stüdyosunda Barış Pirhasan’a öğrenci olur. Çeşitli atölye çalışmalarının ardından senaryo yazarlığında karar kılar. Dizi senaryoları yazmaktadır; ama en çok istediği, romanını senaryolaştırarak film yapmaktır. Nihayet Beynelmilel’in senaryosunu yazar. Atıf Yılmaz senaryoyu okur, çok beğenir ve onu kendisi dahil hiç kimseye vermemesini tembihler. Önder, yine de filmi çekebilecek birilerini arar. Bu amaçla bazı kişilerle görüşür.BKM tam burada devreye girer, sonrası çok hızlı gelişir. Teknik konularda çok iyi olan Muharrem Gülmez ile yönetmenliği paylaşmasına karar verilerek proje başlatılır. Beynelmilel, iki ay ön hazırlığın ardından beş buçuk haftada tamamlanır. Ancak çekim sonrasında, hukukî mahzurlar nedeniyle filmin 26 dakikası çıkarılır ve yeni bir final çekilir.Film hem gişede iyi iş yapar hem de pek çok festivalde ödüller alır. Ancak Sırrı Süreyya Önder’in asıl ödülü, bu filmin “samimiyetine” yapılan vurgudur.Önder, öç alıcı, köşeli şeyleri sevmediğini, ancak yine de filme çok usturuplu şekilde yedirilmiş birkaç fiskeden kendini alamadığını, dikkatli aranırsa filmde bunların bulunabileceğini belirtiyor. Ancak sanat açısından aslında bunu bile yapmanın doğru olmadığına inanıyor.Filmdeki fotoğraf çektirme sahnesine dair bir soru üzerine, bu sahneye insanların güldüğünü, oysa bu sahneyi yazarken kendisinin içinin yandığını belirtiyor. Bu sahnenin aynı zamanda, içinden geldiği sol cenaha yönelik bir hiciv de taşıdığını söylüyor. Zira ona göre “İki kişilik bir aşktan ortaya çıkacak bir rayiha, bütün devrimlerden çok daha önemli. Ne yapılırsa aşk ile yapılır; burada kastedilen de fiziksel aşk değil.” Beynelmilel’deki gevendeler gibi ötekiler üzerinden yazmayı seviyor Önder; çünkü kendisinin de öteki olduğunu düşünüyor. Bundan sonra yazacaklarında da ötekiliğin önemli yer tutacağını ekliyor.Türkiye’de 12 Eylül ile toplumun tüm katmanlarını içine alan bir hesaplaşmanın henüz yaşanmadığını, bundan hâlâ geri durulduğunu, ancak bazılarının bu kadar ağır bir sorumluluğu sinemaya yüklemeye çalıştığını düşünüyor. Sinemanın en nihayetinde bir sanat eseri olduğuna, ondan böylesi ağır görevler beklenemeyeceğine inanıyor.Yine de sinemacının gösterdikleri kadar göstermediklerinden de sorumlu olduğunu belirtmeden edemiyor. Bu bağlamda üzerinde yaşadığımız coğrafyada, muktedirlerin, tehlikeli buldukları şeyleri onların içini boşaltmak suretiyle bertaraf ettiklerini, bu pis işi de çoğunlukla kendileri yapmak yerine içerideki ehliyetsizlere yaptırdıklarını hatırlatıyor. Araçla amacın kolaylıkla yer değiştirebildiği, dolayısıyla, uyanık olmak gerektiği, aksi takdirde bu değirmene herkesin su taşıyacağı ikazını yapıyor.Türkiye’deki senaryo yazımı konusuna da değinen Önder, bizde karaktere yeterince mesai harcanmadığına dikkat çekiyor. Kendisinin bir karakterin filmde görünmeyecek pek çok yönüne bile kafa yorduğunu, karakteri tanımanın o karakterin kendi dilini gerçekten konuşabilmesi için elzem olduğunu söylüyor.Tasavvufla ilgili bir çalışma düşünüp düşünmediği sorusuna da, kendisinin dinî eğitim aldığını, öyle bir film yapacak olursa “terki terk etmek” üzerine bir film yapmayı düşüneceği cevabını veriyor.Sonuç olarak, Sırrı Süreyya Önder, hayatını samimiyet eksenine oturtuyor ve en çok da vicdanını yastık yaparak huzurlu bir uykuya dalabilmeyi önemsediğini her fırsatta vurguluyor.