12. ve 13. Yüzyıl Anadolu Türk Süsleme Sanatında Güneş, Ay ve Yıldız Simgelerinin Değerlendirilmesi
İnsanoğlu, evreni tanıma ve anlamlandırma uğraşısında korku, heyecan, hayranlık ve şaşkınlık gibi duygularını, yöneldiği nesnelere yansıtma yoluna gitmiş, varlıkları bu doğrultuda sembolize ederek onlara değerler yüklemiştir. Bu yüzden sembollerle uğraşmaya başladığımızda “ne şekilde?” sorusundan yola çıkıp ‘nasıl’ ve ‘niçin’e cevap aramaya çalışırız. Hakikaten zor bir yoldur kat edilmesi gereken.Emine Kırıkçı’nın İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde 2004 yılında tamamladığı yüksek lisans tezinin başlığı: “Anadolu Selçuklu Sanatında Güneş, Ay ve Yıldız Motiflerinin Simgesel Değeri” Kırıkçı da zoru seçmiş; kaydın, belgenin bırakılmadığı bir alanın peşine düşmüş, önce bu üç motifin ne şekillerde işlendiğinin ve sonrasında da ne anlamlara gelebileceğinin izini sürmüş. Slaytların gösterimiyle sunumunu gerçekleştiren Kırıkçı ile ilk durağımız, Anadolu’da Selçuklular dışındaki medeniyetlerde bu üç motifin nasıl kullanıldığına dair örneklerdi: Hititlere ait güneş kursları, Mısır’daki güneş tanrısı tasvirleri, Yunan mitolojisinden Helios (güneş tanrısı), Selene (ay tanrısı) görünümleri, Hindistan’dan güneş tanrısına adanan tapınak örneği ve Babil’den Sin (ay tanrısı) Mabedi gibi.Eski Türklerde de göğe ve güneşe özellikle önem verildiğini, Mani dininin kabul edilmesinden önce tanrıya “Gök Tanrı” diyen Türklerin, Mani dininin kabulünden sonra “Ay Tanrı” demeye başladıklarını görüyoruz.Pagan inancının alttan alta nasıl sürdüğünün örneklerini çokça gördüğümüz Hıristiyan sanatında -Evrenin Efendisi diyebileceğimiz- Pantokrator İsa tasvirleri sıkça kullanılmış; zira Hz. İsa Hıristiyanlara göre bütün dünya için parıldayan, adaletin ve doğruluğun güneşidir. Ayın ve güneşin de doğrudan Helios ve Selene’ye atıfla kişiselleştirilerek verildiğini, zamanla bu iki sembolden güneşin Hz. İsa’yı, ayın Hz. Meryem’i ya da güneşin Ahd-ı Cedid’i, ayın Ahd-ı Atik’i temsil edebileceği şeklinde yorumlar yapıldığını görüyoruz.Emine Kırıkçı’nın asıl araştırma konusuna zemin teşkil eden Anadolu Selçukluları dönemine geldiğimizde şöyle bir sonuca varıyoruz: Selçuklular, Orta Asya, İran, Mısır ve Mezopotamya’dan getirdikleri mirası, Anadolu uygarlıklarının ve Bizans’ın bıraktıkları mirasa katan, tüm bu birikime İslâm Medeniyeti’nin etkilerini de işledikleri eklektik bir tablo çiziyorlar.Bu farklı medeniyetlere ait öğelerin birbirine katışıp içselleştirilerek devam etmesi kaçınılmazdı. Özellikle 13. yüzyıl Anadolu’suna damgasını vuran bir üslubun yaratıldığı, kesme taş anıtsal mimarisi ile mesken tuttuğu şehirleri (ör. Konya, Niğde, Kayseri, Amasya, Sivas) adeta birer açık hava müzesine çeviren Selçuklularda güneş, ay ve yıldız motiflerinin farklı şekillerde nasıl kullanıldığına dair örnekler, sunumun ikinci bölümünü oluşturdu. Bu örneklerde doğrudan güneş ve ayın temsili yerine sembolik tasvirler kullanıldığını, yıldızın ise kendi şeklinde temsil edildiğini, her eklenen kol sayısı ile nasıl farklı anlamlara gelebileceğini gördük.İlk örnekleri, insan başı şeklindeki güneş ve ay tasvirleri oluşturdu. Güneş genellikle etrafında ışınlar ile insan başı şeklinde verilmiş, bu başlar bazen tek, bazen de kadın ve erkek ikili olarak gösterilmişlerdi. (Örnek: Niğde Aleaddin Camii portali, Silvan Ebu’l Muzaffereddin Camii minaresi)Sonraki slaytlar, hayvan ve insan tasvirlerinin birlikte kullanıldığı örneklerdi. Boğa-insan ya da boynuzlu insan şeklindeki bu tasvirler ayı simgelemekteydi; Selçuklularda boynuzlu hayvanlar ayı ifade etmek için kullanılıyordu (ör. Emir Saltuk Kümbeti). Aslan-güneş birlikteliğinin (ör. İncir Han, Karatay Han) gücün simgesi olduğunu, 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in de bunu kendi arması olarak kullandığını görüyoruz. Ejder tasvirlerinin de geniş yer tuttuğu slayt örneklerinde ejderhaların tek başlarına güneşi, çiftseler güneş ile ayı birlikte simgeledikleri, bunun da aydınlık-karanlık, yaşam-ölüm, gök-yer kavramsal çiftlerine gönderme olabileceği ifade edildi (ör. Susuz Han, Konya Alaiye Darüşşifası).Seramiklerde, minyatürlerde ve maden işlerinde de karşımıza çıkan bu tasvirlerin tam olarak neyi ifade ettiklerini bilmemiz güç. Aynı tasvir üzerine ayrı yorumların yapılabildiği, tek başlarına farklıyken yanlarına eklenen her bir figürle bambaşka anlamlara gelebilen motiflerden güneş, tek başına ısı, ışık ve yaşam kaynağıdır; gücün ve yenilmezliğin sembolüdür. Güneşi kişiselleştirmenin nedeni, bir yönüyle fayda sağlaması, diğer yönüyle de insanın onun bir parçası olduğunu düşünmesi olabilir. Ay ise güneşten aldığı ışıkla karanlığı aydınlatandır; özellikle hayvanlarla birlikte kullanıldığı tasvirlerde burçları temsil eder.Genellikle kozmolojik anlamda kullanımın yaygın olarak görüldüğü bu motiflerin bir de mistik cephesi var. 13. yüzyılın Mevlana, Hacı Bektaş ve İbni Arabî’nin çağı olduğunu düşünürsek tasavvufun etkisi göz ardı edilemez. Meselâ güneş, Tanrı’nın zatını; güneşten aldığı ışığı yansıtan ay, Hz. Muhammed’i (SAV); yıldızlar ise ashabını ve diğer peygamberleri işaret ederler. Yapılan diğer benzetme de şöyle: Ay, küfür karanlığını gideren şeriate, güneş tek bir hakikate, yıldızlar da tarikatlara delâlet eder.Tamamıyla simgesel anlam yüklendikleri için bu motifleri camilerde ve mezar taşlarında kullanmakta bir beis görmeyen Selçuklulardan sonra Osmanlılara geldiğimizde bu figür-sembollerin kitap sayfalarından dışarıya çıkamadıklarını görürüz.Semboller, neyi ifade ettiklerini arayan ve bu kadar çok anlam katmanı arasında kaybolan muhataplarında seç-beğen-al duygusu uyandırsa da benzer çalışmaların çoğalmasıyla görüşümüzün netlik kazanacağını umuyoruz.