Hatıralarla Yakın Tarih-5: Âtıf Hüseyin Bey, Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri (1909-1918)
Osmanlı son döneminin en dikkate değer şahsiyetlerinden olan II. Abdülhamid, aynı zamanda çeşitli meseleler dolayısı ile yakın tarihimizin en çok gündeme gelen/tartışılan isimlerinden birisidir. Bu çerçevede, son yıllara kadar devam eden tartışmalardan birisi de Sultan Abdülhamid’in hatıraları problemiydi. 1919 yılında Utarit dergisinde Hâtırât-ı Abdülhamid Hân-ı Sâni başlığı ile yayınlanan ve 1940’ların sonlarından itibaren de İkinci Abdülhamid’in Hatıra Defteri (1949), Abdülhamid Anlatıyor (1964), Abdülhamid’in Hatıra Defteri (1975), Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri (2002 vd.) adları ile basılan kitaplara rastlamaktayız. Söz konusu bu eserlerin aslında Abdülhamid’e ait olmadıkları artık kesinlik kazanmış bulunuyor. Diğer taraftan Abdülhamid hatıraları içerisinde güvenilir kaynaklardan çıkan metinler de mevcuttur. Bu meyanda, konumuzu teşkil eden ve Abdülhamid’in sürgün yılları sırasında hususi doktorluğunu yapan Hüseyin Âtıf Bey tarafından tutulan notlar en güvenilir kaynaklardan birisi olarak literatüre kazandırılmıştır. Toplam 12 defterden oluşan ve Sultan Abdülhamit’in Sürgün Günleri (2003) üst başlığı ile yayınlanan hatırat, Abdülhamid’in Selanik’teki sürgün günleri sırasında başlar ve 1918’de Beylerbeyi Sarayında vefat edinceye kadar devam eder.Hatıratın ilk kısımlarında tutulan notlar hem oldukça kısadır, hem de sadece ilaç ve hastalık isimleri ile doludur; fakat aradan belli bir zaman geçip de Âtıf Bey ile Abdülhamid arasındaki ilişki doktor-hasta ilişkisini aşmaya başlayınca, muhabbetlerin süresi uzamış ve çeşidi artmıştır. Bu konular arasında Abdülhamid’in karakterinden hastalıklarına, özel hayatından Avrupa gözlemlerine, emri altında hizmet veren devlet görevlileri hakkındaki yorumlarından genel siyasî ve sosyal görüşlerine kadar birçok konu bulunmaktadır.Böyle bir hatırat, Abdülhamid’in siyasî ve sosyal görüşlerini incelemede pek yararlı olmasa da, temas ettiği noktalar bakımından ilginç bilgiler sunmaktadır. Örneğin en fazla dikkati çeken olaylardan birisi, kendi zamanında İstanbul’un Fethi nedeniyle kutlamalar yapmak isteyen Müslüman ahaliye, o günü matem tutarak geçiren Rumlara karşı saygısızlık olmaması için izin vermemesidir. “Ben hiçbir vakit muharebe taraftarı değildim…” (s. 270) diyerek savaş karşıtı politikasını dile getiren Abdülhamid, I. Dünya Savaşı patlak verdikten sonra da, mütemadiyen, tarafsız kalmanın daha iyi olacağını ifade eder.Hatıratta, Abdülhamid’in özel hayatıyla ilgili bazı ilginç alışkanlıklara yer veriliyor: Sabahları her zaman soğuk suyla duş alır, fanila giymez, onun yerine üst üste iki ince gömlek giyermiş. Hayvancılık, bahçecilik ve avcılıkla ilgilenirmiş. Türk müziğini sevmez, bunun yerine, operaya, tiyatroya, batı müziğine hayranlık duyar, piyano çalarmış. Şırıngadan korkmasına rağmen dişlerini kendisi çeker, yılandan korkmaz ama fareden korkarmış. Vehimli birisi olarak tanınan Abdülhamid, bu hatıratta, eşi tarafından da evhamlı olarak nitelendiriliyor.Hatıratta Abdülhamid hakkında birçok ilginç konudan, Abdülhamid’in birçok mesele hakkındaki görüşlerinden bahsedilmesine rağmen bizce hatıratı daha önemli yapan özellik, Abdülhamid’in, onun üzerine çalışanlar tarafından pek fazla üzerinde durulmayan bazı ‘insanî’ noktalarına da değinilmesidir. Okuyucu hatıratta sadece, siyasî anlamda bir deha olan, devleti yöneten, hep dik duran, korkusuz ve güçlü bir Abdülhamid görmüyor. Aksine, daha çok, insan olan Abdülhamid’i görme imkânı bulabiliyor; yeri geldiğinde oğluyla saklambaç oynayan, oğluna samimi ve güzel sözler söyleyen, bazen eşinden azar işiten, iğneden ve şırıngadan korkan, hadisler ve bazı dinî meseleler hakkında hatalı bilgilere sahip olan bir portre çiziyor.Bunun yanı sıra, hatıratta, doktorunun da Abdülhamid hakkındaki bazı yorumları mevcut. Önceleri Abdülhamid’i pek sevmeyen, tuttuğu notlarda kendisine ‘herif’ şeklinde hitap eden ve yaptığı her güzel davranışın aslında riyakârlık olduğunu düşünen doktor Âtıf Bey, aradan uzunca bir vakit geçtikten sonra artık Abdülhamid’e daha nazik davranmakta ve hatta bazen onu övücü sözler de söylemekte.Ömrünün son zamanlarını genelde Buhari-i Şerif ve bunun gibi dinî kitapları okuyarak geçiren Abdülhamit, 9 Şubat 1918’de İstanbul’da vefat ediyor.