Islamophobia and the Contradictions in Europe’s Multicultural Society (İslâm Karşıtlığı ve Avrupa Çok Kültürlülüğünün Çıkmazı)
Küresel Araştırmalar Merkezi’nin Özel Etkinlik toplantılarının Ekim ayı konuğu Avusturya Insbruck Üniversitesi, Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hans Koechler’di. Son zamanlarda uluslararası alanda sıkça ele alınan İslâmofobi (İslâm karşıtlığı) hakkındaki fikirlerini bizlerle paylaşan Prof. Koechler, konuyla ilgili fikirlerini üç başlık altında aktardı: kavramın tarihî arka planı, terminolojik analizi ve günümüz Avrupa’sındaki yeri.Prof. Koechler’e göre, Avrupa kökenli bir kavram olarak Ortaçağa kadar uzanan İslâmofobinin kökenleri, Müslümanların hakimiyeti altındaki kutsal toprakların ele geçirilmesi için organize edilen Haçlı Seferleri’ne kadar dayandırılabilir. Zira ilerleyen yüzyıllarda Avrupa sürekli olarak kendi kimliğini inşa ederken, bir ‘diğer’ tanımına dayanmış ve özellikle sömürgecilik dönemlerinde İslâm’ı ‘öteki’ olarak yaftalamıştır. Yakın dönemde ise bu ötekileştirmenin modernite kavramı referans alınarak yapıldığını belirten Koechler, bu kavramla bağdaşmadığı düşünülen İslâm’ın ötekileştirilmesinin de böylece haklılaştırılmaya çalışıldığını belirtti.Kavramın tarihî boyutu ile ilgili yaptığı bu kısa açıklamadan sonra Prof. Koechler, terminolojik olarak kavramın mimarisinde gizlenen iki unsura, korku ve inkâra değindi. Sözlük anlamıyla İslâmofobi, ‘İslâm’ ve bir Yunanca ‘fobi’yi (korku) birleştirir. Başka bir deyişle kelimenin anlamı İslâm korkusuna denk gelir ki bu iki kelimenin yan yana kullanılması bile bir sosyal değer sisteminin alçaltılması amacını gütmektedir. Prof. Koechler, bunun izahını şu şekilde yapmaktadır:Korku sıradan olana, alışılmış olana değil; farklı görülene izafe edilen bir kelimedir. Böylece bu kavram üzerinden bir değer sistemine ve buna dayanan bir medeniyete karşı bir yabancılaşma ve bunun sonucu olarak nefret ve inkâr üretilmeye çalışılmaktadır. Bu kavramın başlı başına hak edilmeyen bir şekilde Müslümanlara karşı bir nefret uyandırdığını düşünen konuşmacımız farklı bir kıyaslama ile konuya açıklık getirdi:Yukarıda bahsedilen mantıkla hareket edildiğinde semitizm karşıtlığı semitefobia gerekirken, bunun yerine anti-semitizm ifadesinin tercih edilmesinin bir amaca yönelik olduğu açıktır. Hâlihazırda Avrupa’da semitefobia kavramını kullanan herhangi biri semitizmi küçültmekle suçlanır. Hal böyleyken, İslâmofobya kelimesi artık yaygın kullanım alanı bulmuş olsa da, bu kavram kullanıldığında anti-İslâmizmin belirtildiğini aklımızın bir köşesinde tutmalıyız.Prof. Koechler bu açıklamadan sonra, İslâmofobi kavramının çok katmanlı doğasını kısaca aktardı:Birinci seviyede, nedensellik açısından, İslâm medeniyetinin günümüz Batı paradigması karşısında yok sayılmasını belirtmek için kullanılan bu kavramın, bizi mevcut sistemdeki ideolojik dogmatizme götürdüğünü görürüz. Eş zamanlı olarak önümüze çıkan bir diğer dogmatizm ise, seküler dogmatizmdir ki bu akılcı, bilimsel inanışın tek doğru olduğunu kabul eder. Bu kavramsallaştırma, sonuçları bakımından incelendiğinde ise diğerinden korkma ve entelektüel reddetmeyi gerektirir. Bu da akılcı bir diyalogdan çekinmeyi getirir. Üçüncü seviyede ise saldırgan reddetme gelmektedir. Müslümanlara İslâm dışı değerleri dayatmaya çalışmayı bu son gruba sokabiliriz.Bu temel analizlerden sonra Prof. Koechler, Avrupa’nın bu alanda yaşadığı krize üç noktadan temas etti:İlk olarak Avrupa’nın çokkültürlügerçekliğini anlatan Koechler, bunun yüzyıllar önce göçlerle oluşan ve küreselleşme sonucu büyüyen bir yapı olduğunu vurguladı. Şu anda ise çokkültürlügerçeklik ile daha yoğun bir tek kültürlü ideolojinin ulusal alanda çatışmasına şahit olunduğunu belirtti. Baskın kültür kavramı bu tartışmalarda önemli bir yer tutar ki bu da diğer kültürleri yönetme hakkı olan bir üst kültürün varlığı anlamına gelir. Aslında bu, kültürel emperyalizmin farklı bir kullanımıdır.İkinci olarak Avrupa seviyesinde insan hakları söylemini görürüz. Avrupa’da üretilen insan hakları dokümanlarına göre Avrupa’da her kültüre ve dine eşit haklar verilir, ama mevcut durumda medenî bir dışlama ile karşı karşıyayız. Siyasi liderler ve kamu otoriteleri Avrupa’nın Yunan kökenlerine vurgu yaparken, aslında bilinçli bir biçimde diğer kültürlerin Avrupa kültürünün oluşumundaki önemini de göz ardı etmektir.Prof. Koechler, üçüncü olarak Avrupa’da Müslüman nüfusunun artışı ve İslâmî kimliğin kabulü arasındaki ters ilişkiye dikkat çekti. Pek çok batılı, Müslümanlara kendi dinlerine değil, ama sosyo-kültürel konumlarına yaptıkları meydan okumadan dolayı karşı çıkmaktadır. Prof. Koechler’e göre bu karşı çıkma, bu şekliyle ifade edilememektedir. Tam da bu noktada bu sosyo-kültürel meydan okumaya verilen tepki karşımıza “İslâm karşıtlığı” olarak çıkmaktadır. Bu karşı çıkmanın altyapısı olarak İslâm’ın modernite ile bağdaşmadığı ileri sürülmekte ve köklerini Yunan medeniyetinden, Hıristiyan inancıdan ve Rönesans’tan alan Avrupa modernleşmesine alternatif bir modernleşmenin olabilirliliği inkâr edilmektedir. Bu durumu yine anti-semitizmle karşılaştıran Prof. Koechler, anti-semitizmin Avrupa’nın kökenlerine olan uyumunun sesli olarak sorgulanmamasına dikkat çekti. Koechler, Avrupa’da yeşeren İslâmofobinin aslında yabancı olana karşı paradigmatik inkâr etmenin bir ifadesi olduğunu belirtti. Konuşmasının devamında Afganistan, Irak ve diğer alanlarda süren savaşların yukarıda bahsedilen korkuların görünen kısmının bir ifadesi ve İslâmî uyanışı çevreleme harekâtı olduğunu belirtti.Koechler’e göre günümüzde, özellikle 11 Eylül olaylarından sonra, İslâmofobi bir propaganda savaşının aracı olarak kullanılmaktadır. Bu propaganda temelde yabancı düşmanlığını ve özellikle İslâm düşmanlığını körüklemeyi amaçlamaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz savaşlar ise, taraflar arasındaki nefreti körükler. Bu olaylardan en çok etkilenen Müslüman ülkeler olmasına rağmen, bu konuda en az araştırma yapan ülkeler Müslüman ülkeler olmuştur.Günümüzde pek çok olay, İslâmofobik hareketlerin kenarda kalan örnekler değil, genel kabul gören vakıalar durumuna geldiğini göstermektedir. Hâlihazırda İslâmofobyayı geniş halk kitlelerine kabul ettirmek üzere toplum mühendisliği de yürütülmektedir. Örneğin, son dönemlerde Der Spiegel gibi pek çok önde gelen basın kuruluşunun yaptığı yayınlar ve mecmualarda yayınlanan makaleler bu çalışma hakkında önemli birer göstergedir. Ayrıca, politikacıların bu alandaki çalışmaları da önemlidir. On yıllardır göç konusunda liberal politikalar izleyen batı ülkeleri son dönemlerde Müslüman göçmenlere karşı olumsuz yaklaşımlar göstermektedir. Batı’da yaşayan Müslümanlar ya entegrasyon, başka bir deyişle asimilasyonu seçmek veya başlarına gelecek sıkıntılarla yüzleşmek zorundadırlar. İslâmofobi ise, bütün bu yapılanları haklı çıkaracak bir sebep olarak ortaya konulan söylemdir. Bu süreçle beraber Batı’da Müslümanlar inançlarını Batı medeniyeti çerçevesinde yeniden tanımlamaya zorlanmışlardır. Bunun anlamı Müslümanlığın, başka bir din temelli farklı bir kültür içinde yeniden yorumlanmasıdır.Prof. Koechler’e göre İslâmofobi Avrupa sistemi içerisinde engellenmeye çalışılmadığı gibi bu durumun seçimlerde bir siyasî malzeme olarak kullanıldığına bile şahit olabiliriz. Son dönemlerde Avusturya’daki Yeşiller Partisi örneğinde gördüğümüz gibi uzun zamandır çok kültürlülüğü savunan partiler bile, İslâmofobi konusunda, Müslümanlara destek verici beyanlardan uzak durmaktadırlar.Prof. Koechler’in sonuç olarak geldiği nokta, yukarıda bahsedilen durumun Avrupa’yı kültürel önyargıların tutsağı haline getirmiş olmasıdır. Gerçek görmezden gelinmektedir. Bu durum orta ve uzun vadede Avrupa Birliği ve Avrupa’yı daha zayıf bir hale getirecektir. İslâmafobi ya da diğer bir deyişle anti-İslâmizm ile Avrupa’nın nasıl mücadele edeceği sorusu Avrupa’nın geleceği ve sosyal istikrarı ile ilgili cevaplanması gereken bir soru olarak Avrupalıların karşısında durmaktadır.