Gezginci Belgesel Sinema
Sanat Araştırmaları Merkezi’nin Şubat ayı konuklarından biri, belgesel sinema konusunda çalışan Osman Denker idi. Değişik ülkelerde belgesel çalışmaları yapan Denker’le -Fas’ta çektiği ham görüntüler eşliğinde- belgesel sinemanın dili ve mahiyeti üzerine konuştuk.Belgeselin en başta bir kamera başarısı olduğunu söyleyen Denker, temiz görüntünün öncelikli kazanç olduğunu, çekimler başarılı olduktan sonra çalışmanın istenildiği gibi kurgulanabileceğini ve belgeselin de bir kitap çalışması gibi sistemli bir çalışmayla hazırlanabileceğini dile getirdi ve araştırma, çekim ve kurgu aşamalarında sistemli çalışmanın önemini vurguladı.Denker konuşmasının devamında şu hususlara işaret etti:Belgeselin en önemli özelliği iletişimdir. Bu sebeple izleyen belgeselden bir şeyler almayı umar, bir şeyler öğrenmek ister. Bu da görüntüler üzerine yerleştirilecek müzikle ya da üst-sesle sağlanabilir. Ancak bu belgeseller için tek yöntem değildir; zira görüntülere bir üst-sesle anlatıcının eşlik etmediği bir tarz da tercih edilebilir. Ancak ‘yorumsuz’ bir tarz tercih edilse bile, muhataplarında bir ‘iz’ bırakması dikkate alınmalı; izleyici “Bunu bilerek benim önüme koymuşlar” diyebilmelidir.Belgeselin amacı her ne kadar bilgi vermek olsa da, belgeseller hiçbir zaman tam olarak gerçeği yansıtamaz. Çünkü gerçek, belgesel formatının içerisine hapsedilecek bir şey değildir. Belgeselde ‘gösterilenin’ arkasında, yönetmenin fikrî temelleri ve yeteneği vardır. O halde, belgesel “kayıt tutmak, kayıtları geleceğe aktarmak” diye tanımlansa da, yönetmen nihayetinde gerçeği parçalamakta, dilimlemekte ve kesip biçmektedir… Sözün özü, anlatmak istediği konuya dair tercihleri ve sıralaması vardır. Dolayısıyla belgesel, ele aldığı ‘konu’ya dair bir başlangıçtır ve ‘gerçek’e bu başlangıca eklenecek başka kaynaklarla ulaşılabilir; yani anlatılan ‘konu’ya dair bir bütünlük sağlanabilir.Belgesel çok masraflı bir çalışma değildir. Ancak hem maddî imkânların artması hem de teknolojide yaşanan gelişmeler anlatım gücünü zayıflatabilir. Ayrıca teknolojideki ilerlemeyle kurgu işin içine daha çok girebilir; bu da bir yerin gözlemcinin eli değmeden aktarılması ile neticelenebilir.Denker, bir şehri turla gezmekle, bir rehber kitapçığın yardımıyla dolaşmak arasındaki farka da -bir tecrübesinden hareketle- işaret etti. Denker’e göre “gezi rehberleri” gidilen şehri ve insanlarını daha fazla tanıma ve onlara yakınlaşma imkânı verirken, turlar ekseriyetle şehrin merkezî yerlerine götürdükleri için şehrin ruhunu tanımamıza imkân vermez. Dolayısıyla bir şehirdeki hayatı tamamıyla yakalamak için, kişi edindiği bir rehber kitapla kendisi şehri tanımalıdır; katıldığı bir turla değil.Denker’e göre, yabancı ülkelerdeki çekimlerde en büyük sıkıntı, mahremiyet kaygısı ya da çekilen ülkenin kötü anlatılacağı şüphesiyle insanların kameradan kaçınmasıdır. Yabancı ülkelerde rahat çekim yapmak, büyük ölçüde sakinlerinin hoşgörüsüne bağlıdır. Bu sebeple büyük kamera ve üçayak kullanmamak avantaj sağlayabilir; küçük kameralarla çalışmak hayatın normal akışını kendi halinde yakalama imkânı vermektedir.Denker’in, belgeselin sinematografik yanından ziyade, arşivleme ve belgeleme işlevini öne çıkarması, bir anlamda işin estetik kısmını ötelemesi, hep tartışıla-gelen bir meseleyi tekrar gözler önüne serdi; üstelik daha da bulanıklaştırarak:Sanat (dar anlamıyla sinema) belgeselin neresine düşer?