Felsefe-1: “Mümkün İmiş Her Ne Var Âlemde”: İmkân’ın İslâm Felsefesindeki Serüveni Üzerine
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin Tezgâhtakiler toplantı serisinin Ağustos ayındaki konuğu İstanbul Üniversitesi’nde tamamladığı “İslâm Felsefesinde Metafizik Bir Problem Olarak İmkân” başlıklı tezi vesilesiyle M. Cüneyt Kaya idi. Sunuşuna İslâm filozoflarının varlık anlayışlarına dair genel-geçer hükümlerin başında, sözkonusu filozofların varlığı “zorunlu, mümkün ve imkânsız” şeklinde üçe ayırdıkları ve bu ayırım temelinde bir ontoloji ve kozmoloji tesis ettikleri yargısının geldiğini belirterek başlayan Kaya, akademik nitelikli çalışmaların çoğu tarafından da paylaşılan bu yargının ‘genelliği’nin pek sorgulanmadığını ve tüm İslâm felsefesi geleneğinin bu yargı esas alınarak incelendiğini ifade etti ve çalışmasının temel iddiasını şu şekilde ortaya koydu:Felsefe tarihinde imkânı metafizik bir kavram haline getiren, daha doğrusu, imkânı metafizik sisteminin en önemli yapı taşlarından birisi haline getiren isim İbn Sînâ’dır. Bu iddia aynı zamanda zorunlulukun da yine İbn Sînâ tarafından metafizik düşünceye armağan edildiğini ima etmektedir. Bir başka ifadeyle İbn Sînâ öncesi felsefe geleneğinde zorunlu–mümkün ayırımı mevcudatı tasnifte sıkça başvurulan bir ayırım olmadığı gibi özellikle İbn Sînâ’da ayrıntılı bir şekilde bulunan özü itibariyle zorunlu–başkası sebebiyle zorunlu/özü itibariyle mümkün ayırımı merkezinde tüm varlığı açıklamaya yönelik bir çaba da bu dönemde henüz felsefî literatürdeki yerini tam anlamıyla almamıştır.Çalışması boyunca nasıl bir yöntem takip ettiği ve özellikle kaynaklara nasıl yaklaştığına dair bilgi verdikten sonra yukarıda ifade edilen iddianın ispat yolları üzerinde duran Kaya, imkânın felsefe tarihinde Aristoteles’le başlayan serüveninin İslâm Dünyasına intikal eden Yeni-Eflatuncu külliyattaki izlerine, ardından Kindî, Fârâbî, Yahyâ b. Adî, Bağdat Okulu, Âmirî ile gelişen İslâm felsefesi geleneğinde geçirdiği gelişim ve dönüşümlere, ana hatlarıyla değindi. Kaya’ya göre Aristoteles’te bir mantık terimi olma vasfı ağır basan ve metafizik yönü daha çok kuvve kavramıyla somutlaşan imkân, Yeni-Eflatuncu felsefede de kuvve merkezli yorumlara tâbi tutulmuş, İbn Sînâ öncesi İslâm felsefesi geleneğinde ise zorunlu–mümkün ayırımı, sanıldığının aksine, metafizik birer kavram olarak mevcudatı tasnif etmede yaygın bir şekilde kullanılmamıştır. Zorunluluk ve imkânın İbn Sînâ’ya giden süreçte mantıkî boyutunun yanında, bununla sıkı bir ilişki içinde olmak üzere, metafizik bir boyut da kazanmaya başladığı, ancak bu boyuta en mütekamil şekliyle İbn Sînâ sisteminde ulaştığını belirten Kaya, İbn Sînâ öncesi dönemde Tanrı hakkında zorunlu varlık nitelemesine yer verilmemesi ve imkânın mevcudatın tasnifinde temel bir unsur olarak kullanılmamasının doğal bir sonucu olarak
-özellikle Uyûnu’l-Mesâil’in Fârâbî’ye aidiyeti konusundaki şüpheler dikkate alındığında-İbn Sînâ öncesi İslâm felsefesi geleneğinde zorunlu-mümkün ayırımından hareketle varlığı zorunlu-olan Tanrı’ya ulaşmayı sağlayan bir tür “imkân delili”nin varlığından bahsetmenin de mümkün gözükmediğini ileri sürdü.Kaya’ya göre İbn Sînâ, Tanrı-âlem ilişkisini, Tanrı’nın tüm mevcudattan farklı ve yegâne oluşunu ispat amacıyla imkânı metafizik bir kavram haline getirmiş ve bu çerçevede zorunlu varlık–mümkün varlık ayırımını tesis ve tahkim ederek hem bir yandan zorunlu kavramı merkezinde Tanrı’nın varlığını ve O’nun etkin ve gaye sebep olarak âlemle irtibatını tespit etmeyi, diğer yandan da mümkün kavramı aracılığıyla âlemin Tanrı’yla olan ilişkisini ve kendi içindeki hiyerarşik yapıyı kapsamlı ve tutarlı bir sistem dâhilinde açıklamayı başarmıştır. Zorunlu-mümkün ayırımını esas alarak bir bütün olarak varlığı inceleyen İbn Sînâ, bu ayırımı telif hayatı boyunca daha dakîk hale getirerek mahiyet, sudûr, hudûs (sonradan varlığa gelme), kuvve, madde, çokluk, kötülük gibi metafiziğin en temel kavramlarıyla imkân arasında sıkı bir ilişki ağı örmüştür. Bu kavramsal örgü sayesinde bir yandan Tanrı ile âlem arasındaki ilişkiyi belirginleştirerek Tanrı’nın her türlü çokluktan münezzeh yegâne varlık olduğunu ortaya koymaya çalışırken, diğer yandan da Tanrı dışındaki tüm mevcudatı anlamlı bir ayırıma tâbi tutmayı hedeflemiştir.İbn Sînâ’nın, imkân kavramının başat bir rol oynadığı metafizik düşüncesi, Kaya’nın ifadelerine göre, kendisinden sonra İslâm düşüncesi içinden felsefeye yöneltilen eleştirilerin de neredeyse tek hedefi haline gelmiş ve bu eleştirilerde imkân, başta âlemin ezelîliği ve sudûr teorisi olmak üzere pek çok problem bağlamında Gazzâlî, Şehristânî ve İbn Rüşd gibi kelamcı ve filozoflar tarafından sık sık gündeme getirilmiştir.